Bu Ramazan'ın en ilginç iftarına, geçtiğimiz cumartesi Üsküdar’da katıldım. “Kılıçdaroğlu, Hakkı Savunanlar Platformu’nun ev sahipliğinde Kürt camiasının önde gelenleri, meleler ve şeyhlerle iftar yaptı” şeklindeki haberlere konu olan iftar...
Yer Üsküdar, düzenleyen Hakkı Savunanlar Platformu, konukları da Kürt meleler ve şeyhler diye tanımlanınca anlamışsınızdır. AK Parti tabanı olarak görülecek tipik bir muhafazakar mahalle topluluğundan bahsediyoruz.
Akşam boyunca dikkatle etrafı süzdüm. Kılıçdaroğlu ve beraberindeki CHP heyetiyle kaynaşabilecekler miydi? Önyargı barometreleri neyi gösteriyordu, bir kırılma var mıydı? Buzlar eriyor muydu, eriyecek gibi miydi?
İlk gözlemimi aktarıyorum. Mehmet Bekaroğlu’yla aynı masadaydım. Kendi mahallesinde olmanın rahatlığı vardı üstünde. Misafir değil ağırlayan taraf edasındaydı. Baktım sağında solunda oturan hemşehrilerim de evlerinde, aile bireyleriyle iftardaymış gibi davranıyor...
Ama asıl sürpriz, CHP İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu’nun gördüğü alakaydı.
Sürpriz diyorum, çünkü üzerinde özel çalışılmış, yoğun yıpratma kampanyalarına maruz kalmıştı. Ezan, cami ve din düşmanlığı dahil ‘CeHaPe zihniyeti’ diye şeytanlaştırılan ne varsa hepsini temsil edecek kadar ‘öcü’leştirilmişti. Hedef olduğu bütün bu yaftalamardan sonra muhafazakar mahallede sokağa dahi çıkamaması gerekmez miydi? Fakat nerede, hiç yabancılık çekmedi... İftarın yıldızı gibi dolaştı ortada. Yakın ve sıcak bir ilgiyle karşılandı. Her gören selfie çektirmek istedi. Hatta bir ara Bekaroğlu’na takılarak hava bile attı ‘ne dersen de, seviyorlar beni işte, uğraşma boşuna’ diye... Şakayla karışık söyledi ama oradakilere kendini anlatma ve kabul ettirme ihtiyacı hissetmediği kesin. ‘Karalama saldırılarıydı onlar, ben o değilim’ bile dedirtmediler.
Başka bir masada Sezgin Tanrıkulu vardı. İlgiden başını kaldıramıyordu. Ayaküstü iki laf etmeye gittim, selfie talepleriyle kaç kez bölündü hatırlamıyorum.
Kılıçdaroğlu ile İmamoğlu’nun reytinglerini paylaşmama gerek bile kalmadan anlatabildim sanırım.
Kılıçdaroğlu, kendi partilileriyle buluşsa bu kadar hakim olurdu ortama. Ne onlar ne de Kılıçdaroğlu birbirini yadırgadı. Bir uyumsuzluk emaresi, adı konamayan tuhaf bir gerginlik, aşılamayan gizli duvarlar da mı sezilmez, yakalayamadım.
İmamoğlu Saadet’in iftarındaydı, geç geldi ama geldi ve gayreti büyük bir memnuniyetle karşılandı. Popülaritesini tarife ihtiyaç olmasa gerek. Mahallenin öz evladı gibi kucaklandığını söylemeye de...
Ne örülen kamp duvarları, ne ideolojik dolduruşlar, ne nefret ve düşmanlık söylemleri, ne kimlik siyasetinin zehirli dili... Böyle buluşmaları önlemek için sınırlara konan hiçbir psikolojik bariyer çalışmadı o iftarda. Hiçbiri, muhafazakar toplulukla mimli CHP’lilerin birbirlerine uzanıp tokalaşmasını, konuşmasını engellemedi. Ayrıştırma ve dışlama siyaseti işe yaramadı, kan uyuşmazlığından karşılıklı reddetmedi bünyeler bu birlikteliği. Hem de ortalık bunca kızıştırılmış, bileylenmiş ve harlanıyorken yan yana gelebildiler.
Üç soruyla bitiriyorum.
Bir... Ayrıştırıcı bombardımana ve kurulan barikatlara rağmen karşıt mahalleler çatışmıyor, yanaşmaya ve iç içe geçmeye başlıyorsa... AK Parti ile CHP tabanları arasında bir geçişkenlik baş gösteriyorsa... Bu kimin başarısıdır? Aşırı dozla kutuplaştırma siyasetinin iflasına, o denizin bittiğine, o silahın artık ters teptiğine mi delalettir? Yoksa CHP’nin, değişerek önyargıların üstesinden gelebildiğine mi işaret? Veya ikisi birden mi?
İki... Şu halde, adını ağza almayı yasaklayıp İmamoğlu’ndan sadece ‘CHP adayı’ diye bahsettiniz diyelim. Alerjik reaksiyon uyandırarak muhafazakar seçmeni kendisinden uzaklaştırıp tekrar AK Parti adayına döndürmeyi tetiklemeye yeter mi?
Ve üç... ‘Biz gidersek CeHaPe öcüsü gelir’ korkutmacasıyla mahalleye ölümü gösterip sıtmaya razı etme taktiği bu saatten sonra tutar mı, başarı şansı nedir?