T24 - Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın Damışmanı Yalçın Akdoğan, üniversiteli gençlere şiddet tartışmasında polisi savunurken "anketlere göre emniyetin güvenilirliğinin orduyu geçtiğini" söyledi.
Akdoğan, bu açıklamayı "Yasin Doğan" takma ismiyle yazdığı Yeni Şafak gazetesindeki köşesinde yaptı. "Hangisi Yobazlık" başlığıyla yayımlanan (9 Aralık 2010) yazısı şöyle:
Dün Ankara Üniversitesi'nde yine yumurtalı saldırı vardı. Anayasa Komisyonu Başkanı ve Anayasa Profesörü Burhan Kuzu'nun Üniversite'deki konuşmasına tahammül edemeyen bir grup ortalığı birbirine kattı. Bir akademisyenin ve Meclis ihtisas komisyonu başkanının konuşma yapmasına tahammül edememek, saldırmak, hakaret etmek nasıl bir özgürlük kullanımıdır? Böyle bir saldırganlığı ve tahammülsüzlüğü 'özgürlük' olarak takdim etmek ne kadar doğrudur? Bir insan davetli olduğu üniversitede görüşlerini açıklayamayacaksa, nerede açıklayacak? Bu gözü dönmüşlüğe alkış tutmak, nasıl bir akademisyenliktir? AK Partili'lerin maruz kaldığı saldırganlığa CHP'li Süheyl Batum da maruz kaldı. Üniversitelerde yükselen gerilimin bir sebebi de, bu saldırganlığın yanlış görülmemesi, bir nevi destek ve onay görmesidir. Eğer rektörler buna ses çıkarmazsa, üniversite öğretim üyeleri alkışlarla çanak tutarsa, eylemciler üniversiteleri özgürlüğün değil, baskı ve şiddetin hakim olduğu mekanlara dönüştürürler.
Günlerdir İstanbul polisinin olaylara müdahalesi konuşuluyor. Her zamanki gibi sapla saman birbirine karışmış görünüyor. Polisin rektörler toplantısını protesto eden göstericilere yönelik tutumu ciddi şekilde tartışılıyor. Öncelikle şunu söylememiz lazım: İstanbul polisi, toplumsal olaylara karşı büyük bir tecrübe kazandı. İstanbul'da her gün onlarca eylem ve protesto oluyor. Polisin tutumunu tek bir hadiseyle yargılamaya kalkmak son derece yanlış olur. Biraz daha genel perspektifle bakarsak, Emniyet Teşkilatının son dönemde altın çağını yaşadığını söyleyebiliriz. Anketlere göre Emniyet, kurumsal güvenilirlilikte TSK'yı geride bırakmış durumda. Mafya ve çetelere karşı yürütülen amansız mücadele, kapkaç gibi adi suçları neredeyse ortadan kaldırması, MOBESE kullanımıyla şehir güvenliğinde yeni bir dönem başlatması gibi onlarca konuda polis çok başarılı... Son günlerde üretilen imaj ise, polisin başarılı imajını bozmaya dönük şekilde kullanılıyor.
Toplumsal psikoloji açısından bakarsak, polisten dayak yiyen öğrenci takdimi her zaman için acıma duygusu uyandırır. Kanaatimce mesele duygu sömürü noktasından çıkarılmalıdır. Serinkanlı bir şekilde ne olduğunu anlamazsak, ortadaki sorunu düzeltip, ileriye dönük dersler çıkaramayız. Öncelikle eylem ve gösteri yapmak herkesin hakkıdır. Ancak bunun belli kuralları ve yasal bir çerçevesi vardır. Nerede gösteri yapılacağı bellidir. Yapılan gösterinin diğer insanlara zarar vermemesi, günlük yaşamı olumsuz etkilememesi, yeni haksızlıklara sebep olmaması gerekir. Eğer bir gösteri veya protesto kanunsuz ve zarar verici mahiyetteyse polisin nasıl müdahale edeceği, neler yapacağı da yine yasalarla belirlenmiştir.
Başbakan'ın rektörlerle ilk toplantısında da protestolar oldu. Yüzlerce kişi Beşiktaş meydanına geldi, polisin gösterdiği noktada eylemlerini yaptılar, tepkilerini dile getirdiler, basın açıklaması yaparak dağıldılar. Anlaşılan polisin olgun davranışı ve ciddi bir sorun yaşanmaması, birilerini rahatsız etmiş. İkinci haftaki toplantıya eylemciler farklı taktiklerle gelmişler. Bu kez hır çıkararak, kavga görüntüsü vererek medyada yer almak istemişler. Polis aslında ilk haftadaki gibi, protestoları kontrol altına alarak belli bir alanda tutmaya, burada tepkilerin gösterilmesini sağlamaya çalıştı. Ancak belli örgütler bu kez protesto yapmanın ötesine geçerek saldırgan davranışlar sergilemeyi kafaya koymuşlardı. Bir grup Akaretlerden inerek Başbakanlık Dolmabahçe ofisinin duvarına kadar geldiler, ellerindeki kızıl bayraklarla yolu kestiler, ulaşımı aksattılar. Burada polisin müdahale etmemesi mümkün değildi. Müdahalenin şekli, şiddeti tabii ki tartışılabilir, ancak şunu da unutmamak gerekiyor: Yol kesen ve gözünün önünde müdürünü döven eylemciye karşı çevik kuvvet polisi ne yapabilir? Bu duruma tolerans gösterilmesi, müdahale edilmemesi mümkün müdür? Eylemci nasıl gençse, çevik kuvvetteki polis de genç. Gençlik kimseye dokunulmazlık vermiyor. Polis müdahalesinde nasıl kanunlara tabiyse, gösterici de kanunlara tabidir. Elbette tolerans ve hoşgörü muhatap olunan kişinin özelliklerine göre artabilir. Bir çocuk veya yaşlıyla muhatap oluyorsanız tutumunuz farklı olur. Konu gençse fevrilik, sivrilik biraz daha fazla tolere edilir. Ama genç olmak karşısındakine saldırmak, küfür etmek, tacizde bulunmak hakkı vermiyor... Yerde sürüklenen kızın bir kare öncesindeki görüntü, elindeki bayrak sopasıyla polis müdürünün kafasına vurmasıdır. Yerdeki kız karesi ne kadar hazinse, kafasına sopayla vurulan polis karesi de o kadar hazindir.
Örgütlerin temel stratejilerinden birisi, olay çıkararak üyelerinin motivasyonunu sağlamaktır. Eylemin bizatihi kendisi bir amaca dönüşür. Eğer ortada kamera yoksa kimse polise direnmez, saldırmaz, taşkınlık yapmaz. Amaç görüntü vermektir. Bunun için de yerlerde sürünmesi, karga tulumba götürülmesi gerekir. Öğrencilerin örgütlerin amaçlarına hizmet eder hale gelmeleri, hır çıkarmaları, polisle dalaşmaları doğru bir yöntem olamaz. Hak aramak, tepki vermek, protesto etmek herkes için olduğu gibi öğrenci için de engellenemez. Ama bunu kavgaya ve şiddete dönüştürmek yanlıştır.
Şiddet şiddeti besler ve bu sarmaldan kurtulmak giderek zorlaşır. Şiddetin hayatımızı ele geçirmesine izin vermemeliyiz. Bu konuda suçu polise yüklemek kolaycılık olur. Üniversite yönetimlerinin, medyanın, polisin, kamu idarecilerinin olduğu kadar öğrencilerin de meseleyi yeni baştan düşünmelerinde fayda var. Yoksa bu işten kimse kazançlı çıkamaz.