Gündem

Akdeniz'in Churchill'i

İki cümlelik bir lafı vardır Kleridis'in: 'Dünyanın en iyi bayrağı Kıbrıs Cumhuriyeti bayrağıdır. Neden derseniz, uğruna hiç kimsenin can vermeyeceği tek bayraktır da ondan'

19 Kasım 2013 17:37

Erdal Güven*

Ne kadar da yerinde bir benzetme yapmıştı Jean Christou, The Cyprus Mail'deki yazısında, Glafkos Kleridis için, “Churchillvari bir adamdı” diyerek.

Hadi ben bir adım daha ileri gideyim: Akdeniz'in Churchill'iydi o. Politik derinliği, tarih bilinci ve tabii mizahıyla.

İki cümlelik bir lafı vardır Kleridis'in. Politik mizahın şahikasına -en azından Kıbrıs'ta- konsa yeridir. Şöyle: “Dünyanın en iyi bayrağı Kıbrıs Cumhuriyeti bayrağıdır. Neden derseniz, uğruna hiç kimsenin can vermeyeceği tek bayraktır da ondan.”

Düşünüyorum da herhalde bundan daha iyi anlatılamazdı bir devletin sahipsizliği; 1960'ta kurulup -daha doğrusu kurdurulup- içerden ve dışardan aldığı darbelere ancak üç yıl dayanabilen Kıbrıs Cumhuriyeti'nin zorakiliği.

Yine sadece o döneme değil, öncesine, sonrasına ve hatta bugüne ışık tutan bir saptaması da vardır Kleridis'in. Bu lafını da 'Kıbrıs trajedisini anlama kılavuzu'nun baş köşesine koymak gerekir bana kalırsa. O da şöyle: “Devlet adamı, 'Benim olanaklarım buraya kadardır, şöyle şöyle yapmalıyım' diyen kimsedir. Bu anlamda Kıbrıs gerçekten devlet adamı (statesman) politikacılara sahip olma mutluluğunu yaşamadı. Kıbrıs'ın sadece milli liderleri vardı. Grivas da, Makarios da, Dr. Küçük de, Denktaş da hepsi birer milli liderdi fakat hiçbiri devlet adamı değildi. Bu sözcüğün Yunanca'ya çevrilip çevrilemeyeceğinden bile emin değilim.” (1)

Özellikle son cümlesi nasıl da ağır bir özeleşitiri yüklü..

Benzer bir saptamayı Eylül 2003'te yaptığımız söyleşide de dile getirmişti Klerides. “Kıbrıs'ın siyasi liderleri ya da milli liderleri diyelim isterseniz deneyimli devlet adamları değildi.” Ben, “Onlardan biri de siz miydiniz acaba” diye sorunca, “Ben kendini Kıbrıs politikasının içinde buluvermiş biriyim. O zamanlar çok gençtim ve hiçbir siyasi deneyimim yoktu” diye geçiştirmişti.

Gençken de olgunlaştıktan sonra da irili ufaklı hataları olmadı mı, elbette oldu. Ama hatalarından dolayı özür dilemeyi, günah çıkarmayı, siyasi geçmişiyle hesaplaşmayı da bildi Kleridis yeri geldiğinde.

Söz konusu söyleşiyi yaptığımızda, siyasi ömrünün son baharında ise seçimi kaybetmişti Tassos Papadopulos'a. Köşesine çekilmişti. Halkına küs değildi ama kırgınlığı her halinden belliydi.

Çünkü, adeta yalvarmasına rağmen, üstelik sadece 18 ay için onu bir kere daha cumhurbaşkanlığına seçmemişlerdi. Dolayısıyla Kıbrıs meselesini çözerek ve belki de kendince 'ilk Rum devlet adamı' olarak tarihe geçme şansını elinden almışlardı.

Oysa 1974 sonrasında sosyal ve ekonomik açıdan en parlak dönemi Kleridis'in iktidarda bulunduğu 1990'lı yıllarda yaşadı Rumlar. Dahası aynı dönemde Yunanistan'ın da desteğiyle Kıbrıs'ın AB üyeliğini garantiye alan da yine Kleridis'ti.

Kimbilir Churchill'le kaderleri de benziyordu belki biraz. Ne de olsa İngilizler de 2. Dünya Savaşı'nın muzaffer başbakanlarından biri sayılmasına karşın Churchill'i seçmemişti yeniden 1945'te... Hata ettiklerini düşünüp yeniden Churchill'e sarılmaları altı yıl sürdü.

Kleridis'in öyle bir şansı yoktu.

Son siyasi nefesini, dönemin en güçlü muhalefet partisi DISY'nin onursal başkanı sıfatıyla, Annan Planı'nın kabulü için harcadı. Ne var ki o da boşa gitti...

Belki parlak bir siyasi jübile yapamadı ama bugünkü cenaze töreni boyunca, boğazına kadar ekonomik krize batmış Rumların çoğunun kulağında Kleridis'in referandum günlerinde diliden düşmeyen şu sözleri çınlayacak muhtemeler: “Ya bu plana 'Evet' diyeceğiz ya da ne kadardır derindir bilinmez bir uçuruma yuvarlanacağız.”

Krizi bilemem ama çözüm için tek teselli, 'Güney'deki tek umut ışığı şu an Kıbrıs Cumhuriyeti'nin cumurbaşkanlığı koltuğunda Kleridis'i 'baba'sı sayan bir liderin oturması.

Ondan ve 'Kuzey'deki muhatabından birer devlet adamı çıkacak mı, işte bütün mesele o...

15 Kasım Notu: Aynı söyleşimizde, “Sizce Denktaş çözüm istiyor mu istemiyor mu” diye sormuştum Kleridis'e. Yanıtını, 15 Kasım'ın 30'ncı yılında hatırlayalım istedim: “Denktaş'ın çözümle ilgilendiği zamanlar da oldu. Federal bir sistem dahilinde tabii. Ancak 15 Kasım 1983'te ayrı bir devletin (KKTC) kurulması ve Türkiye'nin bu devleti tanımasından sonra Denktaş'ın tutumu tamamen değişti. O zamandan beri zamanın kendisinden yana olduğuna inanıyor. Uluslararası topluluğun er geç devletini tanıyacağını düşünüyor. Artık federal bir çözüme inanmıyor. Kendi devletinin egemenliğinin tanınmasını ve adadaki iki devlet arasında gevşek bir bağ kurulmasını istiyor.”

 

(1) Niyazi Kızılyürek, Glafkos Klerides/Tarihten Güncelliğe Bir Kıbrıs Yolculuğu, İletişim Yayınları, İstanbul, 2007, s. 90-91.

(2) http://erdalguven.wordpress.com/2013/11/19/her-iki-tarafin-da-hatalari-oldu/#more-1275

 

*gazete360.com sitesinde yayınlanmıştır