Gündem

AİHM, Türkiye'ye karşı: Ne anlama geliyor?

AİHM'in, “Hak ve özgürlükleri, sırf işine geldiği için, siyasi motivasyonla keyfî biçimde ihlâl ediyorsun” demesi pek öyle basit bir iş değil

23 Kasım 2018 13:48

*Sezin Öney

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Halkların Demokratik Partisi lideri Selahattin Demirtaş hakkında kararını açıkladı ve özetle şöyle dedi: “Tutukluluğu, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin hükümlerine aykırıdır ve bu hükümlerin ihlâlinin daha fazla sürmemesi için ivedilikle serbest bırakılması gerekir.”
 
Hukukçu Yaman Akdeniz'in de dikkati çektiği gibi, AİHM kararı net bir dille yazılmış ve sadece “tavsiye eden” tonda, nitelikte değil. Kararın çerçevesi, “Ya bu kararın gereğini uygula, ya da sonuçlarına katlan” şeklinde çizilmiş. Akdeniz'in ifadesiyle:
 
“[Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin] 46. maddesine istinaden Mahkeme 'derhal salıverilmesini' emrediyor. Bu karar da hukuken iç hukukumuzu bağlayıcıdır, tavsiye niteliğinde falan değildir."
 
Kararın kendi metninden alıntılarsak:
 
“Başvurucunun tutuklu yargılanmasının sona erdirilmesi için muhaap Devletin gerekli tüm tedbirlerin almasına oybirliği ile hükmedilmiştir”.
 
“Başvurucunun söz konusu davada tutuklu yargılanmasının herhangi biçimde uzatılması [Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin] 5. Madde'nin 3. fıkrası ve 18. Maddesi'nin ihlâlinin devamı [uzatılması] olacaktır”.
 
Karar net; elbette, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarının taraf ülkeler üzerinde hukukî yaptırımı yok. Türkiye'nin, Mahkeme'nin herhangi bir kararını uygulamaması hâlinde (ki, bu da özellikle son yıllarda Türkiye'nin yapmadığı bir şey de değil), AİHM'in doğrudan yapabileceği bir şey yok. Ancak, AİHM'in bu denli açık bir çağrıda bulunduğu hâlde bile kararının uygulanmaması, Avrupa kurumları nezdinde karşılık bulacaktır. Diğer bir deyişle, AİHM doğrudan Türkiye'ye bir yaptırım uygulayamayabilir ama diğer Avrupa kurumları (dolaylı biçimde) uygular.
 
Zaten, Avrupa Parlamentosu'nun Türkiye raportörü Kati Piri'nin kaleme aldığı taslak rapor, Türkiye ile tam üyelik müzakerelerinin durdurulması çağrısında bulunuyor. Bu rapor, 21 Kasım'da AB Dış İlişkiler Komisyonu önünde: Ve bu görüşmenin de bir halkası olduğu birtakım görüşmeler, toplantılar sonucunda AB Komisyonu, Avrupa Parlamentosu'nun [şu an için] taslak hâlindeki raporunun hayata geçip geçmemesi yönünde karar verecek. Sonra da devreye, üye ülkelerin görüşleri ve kararları girecek. Tüm bunlar uzun soluklu (örneğin bir seneye yayılabilecek) süreçler; ama daha öncesinde, AB bütçesinde Türkiye'ye ayrılan payın, tahsis edilen proje kaynaklarının dondurulması, ciddi kesintilere uğraması söz konusu olabilir.
 
AİHM'in Demirtaş kararının enteresan bir başka yönü de, AİHM'in “normalde” kullanmamaya çalıştığı 18. Madde'nin ihlâl edildiğine hükmetmesi. 18. Madde, “Hak ve özgürlüklere getirilen sınırlamalar [kısıtlamalar], ancak öngörüldüğü amaçlar için kullanılabilir” diyor. Yani, amacından sapan kısıtlamaların da, hak ihlâline girdiği tesbitini yapan bir madde bu. Diğer bir deyişle, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin hak ve özgürlüklerin siyasi veya benzeri amaçlarla, art niyetle, tanımlandığından başka biçimde keyfî şekilde kullanılamayacağını bildiren maddesi.
 
AİHM, sonuçta üye ülke devletlerinin temsilcisi yargıçlardan oluşan ve özünde de, fiilen de devletlere hitap eden, devletleri muhatap alan bir mahkeme. Bu nedenle de, tahmin edilebileceği üzere, 18. Madde öyle kolay kolay devreye sokulmuyor. Hattâ, bu davaya atıfta bulunan bir çok dava, görülmeye değer dahi bulunmayıp reddediliyor.
 
Prima facie, yani ilk bakışta hak ihlâlinin bulunduğu davalarda bile çoğu kez durum böyle: örneğin, Sibirya'da yaklaşık 10 yıl tutuklu kalan Rus işadamı Mikhail Khodorkovski'nin davasında AİHM, 18. Madde'ye yönelik hak ihlâli bulunmadığına hükmetmişti.
 
Tüm bu tabloya bakıldığında, AİHM'in tarafı olan devletlere dönüp de, “Hak ve özgürlükleri, sırf işine geldiği için, siyasi motivasyonla keyfî biçimde ihlâl ediyorsun” demeye getirmesi pek öyle kolay bir iş değil.
 
Yaman Akdeniz'in de dikkat çektiği gibi, son yıllarda 18. Madde'ye yönelik ihlâllere yönelik kararlar geçmişe nazaran daha sıklıkla çıkabiliyor: Özellikle, Gürcistan'a karşı verilen (ülkenin eski başbakanlarından) Ivane Merabashvili'nin davasında verilen karardan sonra, 18. Madde konusunda AİHM, daha “az cimri” davranıyor.  Gene de, “cömert” davranıyor da diyemeyiz ve 18. Madde ihlâl kararlarının AİHM'in en nadir ve çekinceli olarak verdikleri hükümlerden olduğunu söyleyebiliriz.
 
Demirtaş'ın başvuru dosyasının avukatlarından Benan Molu'nun da ilk dikkat çektiği noktalardan olduğu gibi, Türkiye'ye karşı, 18. Madde'den ilk kez ihlâl kararı verilmesi son derece önemli.
 
Şunu da not düşelim: AİHM, şimdiye kadar 18. Madde ihlâlini siyasetçiler ve hatta insan hakları savunucuları için kullandı ancak, gazeteciler/yazar-çizerlere yönelik bu madde çerçevesinde karar vermekten kaçındı. Mehmet Altan ve Şahin Alpay'ın AİHM davalarında da, 18. Madde ihlâli kararı çıkmadı.
 
Rusya ile Türkiye aynı kefede mi?
 
Tabii, bir de Demirtaş'a yönelik kararı, AİHM'in geçen haftaki “Navalny kararı” ile beraber okumak gerek.  
 
Alexey Navalny, Rusya'nın başlıca muhalif ismi...
 
Sosyal medyayı etkin biçimde kullanan, sokağa kalabalıkları çekebilen, genç ve sözünü sakınmayan bir lider.
 
Navalny, oy potansiyelinden ve sandıktan iktidar olarak çıkma ziyade Rusya'da Kremlin'e ses getiren biçimde muhalefet edebilen, eden tek isim olması nedeniyle “tehlikeli” addediliyor.
 
Kremlin'de kimse, mecbur olmadıkça Navalny'nin adını ağzına almıyor; adeta “yok sayılıyor.” Fakat, bir yandan da yakından izleniyor olmalı ki, ne zaman ses getirecek bir eylem yapacak olsa, tutuklanıyor.
 
Türkiye'de tutuklu siyasetçiler, seçilmişler ve bir de milletvekiliyken tutuklanan parti lideri olduğu düşünülürse, Navalny'nin durumu tanıdık gelmiş olabilir. Gerçi, Navalny'nin durumu “bizim siyasi tutuklama vakalarından” biraz farklı: en fazla hapiste kaldığı süre 5-6 ayı buluyor, çoğu zaman da birkaç haftayı geçmiyor. Nalvany, son olarak Eylül 2018'de tutuklandıktan sonra 50 gün hapiste kalıp Ekim ortası serbest bırakıldı.
 
Navalny, söz konusu tutuklamalarından 2012-2014'te gerçekleşenleri dava konusu yaparak Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne götürdü. Ve 15 Kasım 2018 günü AİHM'in Büyük Dairesi, Navalny'nin haklarının ihlâl edildiğine hükmetti.
 
AİHM kararunda Rusya devleti tarafından Navalny'nin, hukuksuzca tutuklandığına hükmetti ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin şu maddelerinin ihlâl edildiğine karar verdi:
 
-5. Madde 1. Fıkra (Herkes özgürlük ve güvenlik hakkına sahiptir)
-6. Madde 1. Fıkra (Herkes davasının, medeni hak ve yükümlülükleriyle ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamaların esası konusunda karar verecek olan, yasayla kurulmuş, bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından, kamuya açık olarak ve makul bir süre içinde görülmesini isteme hakkına sahiptir)
-11. Madde (Toplantı ve dernek kurma özgürlüğü)
-18. Madde (Haklara getirilecek kısıtlamaların sınırlanması: Anılan hak ve özgürlüklere, bu Sözleşme hükümleri ile izin verilen kısıtlamalar öngörüldükleri amaçlar dışında kullanılamaz).
 
Görüldüğü gibi, Navalny'nin davası ile Demirtaş'ın davası kararları, AİHM tarafından çok benzer; neredeyse “ikiz” biçimde görülmüş.
 
AİHM tarafından 18. Madde'nin, yaklaşık bir haftalık bir zaman diliminde gerek Rusya gerekse de Türkiye aleyhine verilen kararlarda temel olarak kullanılması da, bu iki ülkeye “siyasi muhalefeti politik motiflerle, hukuk dışı yöntemlerle, keyfi biçimde bastıramayacakları” mesajını veriyor. Bu iki karar, AİHM'in son dönemde aldığı “en sert” kararlar ve hukukî perspektif olarak şunun altını çiziyor: Muhalefet siyasetçileri, seçilmiş veya seçilmemiş, politik nedenlerle hapse atılamaz. Sözleri, konuşmaları, açıklamaları, siyasi faaliyetleri, cezai yaptırıma tabi olamaz; ifade ve toplantı özgürlüğü çerçevesinde koruma altındadır. Ancak, hukuken 'gerçek' manada suç olarak tanımlanabilecek bir fiil nedeniyle hapse atılabilirler. O zaman da, adil biçimde, hukuka uygun şekilde yargılanma hakları ihlâl edilemez.
 
Burada can alıcı nokta, ilk kez hukuken aynı kefeye konan Rusya ve Türkiye'nin arasından Türkiye'nin tavrının ne olacağı. Rusya, 2015'te getirdiği bir yasal düzenleme ile, “Anayasası'na aykırı olursa, AİHM'in verdiği kararları tanımamak” gibi bir hukuki yöntem uydurdu. Ancak, Rusya ve Türkiye'nin Avrupa ilişkilerinin boyutu birbirinden çok farklı...Türkiye'nin Avrupa Birliği üyelik süreci her ne kadar sekteye uğramış olsa da, durumu Rusya'dan çok farklı. Avrupa ile kurmuş olduğu, kurduğu ilişki, Rusya'nınkinden çok daha sıkı kurumsal, hukuki, siyasi ve sosyal bağlarla örülü. Her şeyden önce, Avrupa ve Rusya'nın arasında Çarlık Rusyası'nda ayrı Sovyetler Birliği'nde ayrı biçimde “rekabet”, “zıtlaşma” ve hatta “düşmanlık” niteliğinde kutuplaşmalar yaşanagelmiş vaziyette. Bugün de, Rusya'nın Batı İttifakı'nın başlıca askeri rakibi ve hatta “düşman namzeti” olması gibi konumlanma söz konusu. 
 
Hâl böyleyken ve hatta bu durumda bile, Rusya'nın AİHM kararlarına yönelik “bizi bağlamaz” tutumu ülke için “baş ağrısı” konusu iken, Türkiye'nin de aynı yolun yolcusu olması “bedelli” olur.
 
Muhakkak, Avrupa ve AB kurumları ile yolların nihai biçimde ayrılmasını savunan siyasi çizgiler var Türkiye'de. MHP lideri Devlet Bahçeli'nin de, Demirtaş Kararı açıklanmadan saatler önce Meclis grup konuşmasının önemli bir kısmını, “Türkiye'nin Batı kurumlarıyla ilişkisini feshetmesini” telkin eden tonlamada yapması dikkat çekiciydi.
 
AİHM'in Demirtaş Kararı için, benim şahsen dikkat çekmek istediğim ise tüm yorumlar ötesinde, Türkiye'deki nitelikli hukukçularını tebrik etmek gerektiği. Davanın avukatları Mahsuni Karaman, Benan Molu, Reyhan Yalçındağ Baydemir, Aygül Demirtaş Gökalp, Deniz Gedik, Ramazan Demir, Kerem Altıparmak, bizlere “hukuk yoluyla mücadelenin” önemini anımsattı. Türkiye'de hukukun şirazesi iyice kaysa da, iyice “yalanlaşan dünyamızda” adalet için hukuk yoluyla mücadele diye bir “gerçeklik” var.
 
Eğer ki, hayatta olabilseydi, bu davanın avukatlarından biri de muhakkak ki, Tahir Elçi olacaktı. Onun ve hukuk yolunda adalet için mücadele edenlerin, “AİHM'i bir iç hukuk yolu” haline getirenlerin emeğini anmadan da olmaz.
 
Evet; ne siyaseten, ne hukuken, ne insanî olarak “dikensiz gül bahçesinde” değiliz. Ama hakkaniyetli olan için de mücadeleye değer... 

* Bu yazı ilk olarak P24'te yayımlanmıştır.