Cumhuriyet yazarı Ahmet Tan, son dönemde gündeme gelen Osmanlıca tartışmalarına ilişkin bir yazı kaleme aldı. "Sırada 'kindar- dindar nesil' den 'Osmanlıca öğrenilecek'e kadar yığınla 'ferman' var" diyen Tan, Binali Yıldırım'ın, "Vatandaşa itaat et, rahat et" sözlerini hatırlatarak, "En iyisi, 'düremeyeceğin fermana' uymak! 'Adam, 10 milyondan fazla oy almış! Bu yüzden, 'kindar – dindar nesil' meselesini okul sahibi yeni Eğitim Bakanımıza bırakmak ve şahsen Osmanlıcaya yönelmek gerek!" dedi.
Ahmet Tan'ın, "Asiyab-ı devlet" başlığıyla (22 Temmuz 2018) yayımlanan yazısı şöyle:
Tahmin etmek zor değil. KHK’ler sürecek..
Sırada “kindar- dindar nesil” den “Osmanlıca öğrenilecek”e kadar yığınla “ferman” var.
En iyisi, “düremeyeceğin fermana” uymak! “Adam, 10 milyondan fazla oy almış!”
Tarihimizin ve talihimizin son başbakanının şakaya getirerek TV’lerde verdiği öğüt, hâlâ kulaklarda:
“İtaat et.. Biat et.. Rahat et!”
Bu yüzden, “kindar – dindar nesil” meselesini okul sahibi yeni Eğitim Bakanımıza bırakmak ve şahsen Osmanlıcaya yönelmek gerek!
Zamane gazeteciliğinin bihakkın icrası ile zamanın ruhu ile buluşmak için bu keyfiyet zaten elzem hale gelmiştir.
***
Haydi Bismillah..
Mezar taşları dolayısıyla gündeme gelen Osmanlıca diye bir lisan yoktur aslında.
Konuştuğumuz Türkçenin Arapça- Farsça kökenli sözcüklerle harmanlanması ve Arap harfleri ile yazılıp konuşulmasından ibarettir.
Tam 90 yıl önce (1928) bugünkü alfabeye geçtik.
Her yurttaşın en koyu istibdat dönemlerinde bile Osmanlı’da nelerin yazılıp - çizilebildiğini bilmesi bugünkü hal-i pür melalimizi daha iyi idrak etmek için çok elzemdir.
Hatta bu keyfiyet mezar taşlarını okumaktan daha ziyade bir ehemmiyet arz eder.
***
Bizim gazetenin ilk 5 yılının sayılarını okumak için bile biraz Osmanlıca şarttır.
Daha gerilere gitmek daha da heyecan vericidir.
Faraza, ülkemizde Türkçe ilk özel gazetenin (Ceride-i Havadis) çıkış macerası bile akıllara ziyan bir hadisedir.
William Churhill (O değil!) adlı İngiliz uyruklu bir muhabir Amerikan sefaretinde de memuriyet yapmaktadır.
Kadıköy taraflarında koyun otlatmakta olan bir çoban çocuğu avlanırken tüfeğinden çıkan saçmalarla kör ediyor. Zaptiyeler de kendisini derdest ederek nezarete atıyorlar. Birkaç günlük gözaltı nedeniyle İngilizler kıyameti kopartıyor. Hariciye Nazırı Akif Paşa hastalığı bahane gösterilerek görevden alınıyor. Yetmiyor.
William Efendi’ye pırlanta bir devlet nişanı ve büyük miktarda da zeytinyağı ihracına izin veriliyor.
Özel bir “ricası” daha oluyor: “Osmanlı topraklarında gazete neşretme müsaadesi” anında bahşediliyor.
Böylece ülkemizdeki Türkçe ilk gazeteyi yayımlama onuru “kör nişancılığı sayesinde” bu İngiliz’e nasip oluyor. (31 Temmuz 1840)
Gazete ile Sultan Abülmecid özel olarak ilgileniyor. Çünkü devletin daha önce yayımlamaya başladığı bir tür resmi gazete olan Takvim-i Vekayi yeterli okura sahip olamamıştır.
Osmanlıcanızı mezar taşları ile sınırlamak yerine gerilere Ceride-i Havadis’e kadar sündürmek isterseniz biraz daha da uzmanlaşmanız gerekiyor.
Bunun için de herhalde emeklilik dönemini beklemek gerek ki Alzeimer bir daha semtinize uğramasın.
***
Osmanlıcanız için en ideal başlangıç noktası Ziya Paşa’dır (1825- 1880). Bugün bile hâlâ kullandığımız bazı özdeyişlerin babasıdır.
Ziya Paşa, aslında paşa değil. Maşa hiç değildir. Kitaplar, şiirler, taşlamalar yazmıştır.. Muhalefet yapmış. Padişaha kafa tutmuş, laf sokuşturmuş. Ama hapse düşmemiş. Namık Kemal ile birlikte Londra’ya gitmişlerdir. Kaçmış da denebilir. Ama amacı William Efendi’den aldığı ilham ile Londra’da gazete çıkartmaktır. Ama çok geçtir. İngilizler 1622’den beri gazete çıkartmaktadırlar. Ama yine de Türkçe ilk gazete çıkartma onuru Ziya Paşa ile Namık Kemal’in olacaktır.
“Hürriyet” adlı gazeteyi kimsenin burnunu kanatmadan, işin içine pırlantalı nişan ve yağ mağ karıştırmadan uzunca süre çıkarmışlardır.
Tanzimatın ilanı ve 1876 Teşkilat-ı Esasiye Kanunu (anayasa) hazırlanırken ülkeye dönmüş. Geçim sıkıntısı çekmiş. Siroza yakalanıp 55 yaşında da ölmüştür.
***
Ziya Paşa’nın özdeyiş haline gelmiş bir çok mısra ve beyiti vardır.. Çoğu da halk veya devlet katında hâlâ geçerli olan zihniyet ve hayat tarzımız üzerinedir.
Bu topraklarda nedense en çok ihanetten korkulur. Bu yüzden devlet katında hep sadakat öne çıkar.
Muhalefet bile ehliyet, marifet, liyakat yerine önce sadakat arar durur.
Neden? Ziya Paşa’nın buna yanıtı çok açıktır:
“Asiyab-ı devlet’i bir har da olsa çevirir!”
Asiyab-ı devlet, devlet çarkı demek.
“Har” ne?
Farsça, bildiğimiz, bindiğimiz eşek.
150 yıl önce Ziya Paşa korkmadan “devlet çarkını” bir eşek bile çevirebilir demiş ve başı belaya girmemiş.
Bundan cesaret alan Şair Eşref ise cevabı yapıştırmakta gecikmemiş:
“Çevirir ama anasının örekesine çevirir.”
(Kabul etmek gerekir ki, “öreke”yi Osmanlıca okumakta herkes zorlanır.)
Ama Neyzen Tevfik için hayatta zorluk yoktur:
“O kadar har (eşek) koştular ki asiyab-ı devlete
Çiğnemekten birbirin dolab-ı devlet dönmüyor!”
Yaşasın Osmanlı demokrasisi ..Yaşasın Osmanlı’nın fikir özgürlüğü.