Gündem

Ahmet Nesin: Kusura bakma ama ben o kadar saf değilim Abdülkadir Selvi!

Selvi bu arada çok nazik olduğundan mı, yoksa yazacaklarımı kendisi de bildiği için bilemiyorum ama bilgisayar için çalındı sözcüğü yerine kayıp sözcüğünü kullanıyor.

27 Aralık 2017 16:52

Artıgerçek yazarı Ahmet Nesin,  Hürriyet yazarı Abdulkadir Selvi'nin "Meğer ne safmışım" başlıklı yazısına atıfta bulunarak, "Kusura bakma ama ben o kadar saf değilim Abdülkadir Selvi" dedi. Nesin, "Eğer bu darbenin tek sorumlusu Gülen ise, Recep Tayyip Erdoğan beraber yargılanmalı, çünkü bugün anlatılanlara göre hazırlıklar bu tarihlerde başlamış" diyerek Selvi'ye, "Neyse ya, sen safsın, bunları sana niye anlatıyorum ki?" tepkisini gösterdi.

Nesin'in "Kusura bakma ama ben o kadar saf değilim Abdülkadir Selvi!" başlığıyla (27 Aralık 2017) yayımlanan yazısı şöyle:

Selvi sana soruyorum, otel parasını Gülen ekibi ödedi diye hakim Berman Gülenci oluyorsa, içişleri bakanı Soylu neci oluyor? meclisteki 'FETÖ komisyonu başkanı Petek' neyin nesi oluyor?

Bu darbe çalışmamın gecikmesine neden olan kişi kesinlikle Abdülkadir Selvi'dir, kafamda bitirdiğim yazıları tam sonlandırmaya çalışıyorum, araya öyle bişey sokuyor ki, elimde değil yanıtlamak zorunda kalıyorum. Esasında saçmalamasa, ciddi ciddi yazılar yazsa kendisine yanıt neyim vermeyeceğim, ben de darbe yazılarımı kendi düşüncemde yazacağım ama biraz fazla saçmalayınca dayanamıyorum ve yanıtlıyorum. Eskiden iyiydi, saçmalıkları darbe üzerineydi ve ben de yazacağımdan yazımın içine 2-3 satır ekleyip geçiyordum ama şimdikiler Zarrab'la ilgili ve biliyorsunuz, o da benim ikinci konum.

Bana göre, olanaksızı başarırsak, yani ABD'de görülen Zarrab davasından tümüyle beraat edersek, Abdülkadir Selvi'ye ödüllerin ödülünü vermeliyiz. Vermeliyiz dedim, çünkü bu milli bir mesele, yani birilerinin üçkağıdı bu ülkenin milli meselesi oldu. İşin içinde rüşvet olayı da olduğundan yeni bir ödül olmalı ya da yaratılmalı. Benim bir önerim olacak, dedim ya işin içinde rüşvet de var, yani üçkağıtçılık, o zaman ödülün adı "D'honour D'Avarel Dalton" olsun. Bilmeyenler Avarel Dalton'a baksın, hem Selvi'yi yaz, hem Avarel'i açıkla, bu kadarı da fazla gelir.

Selvi geçenlerde bir yazısına "Meğer ne kadar safmışım" diye başladı, nasıl üzüldüm, nasıl üzüldüm, anlatamam. Yazının devamında "Bu köşeden ha bire belge yayınlıyorum. Hem de onların orijinalinin ABD'nin elinde olduğunu düşünmeden. Öyle ki, New York mahkemesi yasadışı dinlemeleri dahi para karşılığı satın alınmış tanıklara dinletip kayıtlara geçiriyor. Görünen o ki, 17-25 Aralık belgeleri birkaç kanaldan ABD'ye ulaştırılmış. Bunlardan biri de 17 Aralık'ın kayıp bilgisayarı. Amerikan Adalet Bakanlığı Uyuşturucuyla Mücadele Teşkilatı (DEA) ile İstanbul Emniyet Müdürlüğü arasında ortaklaşa bir program düzenleniyor. 17 Aralık operasyonunu yürüten İstanbul Mali İşler Şube Müdürü Yakup Saygılı da 20 Eylül-1 Ekim 2012 tarihleri arasındaki programa katılmak üzere ABD'ye gidiyor. Saygılı, Türkiye'ye dönüşünde yanında götürdüğü Emniyet'e ait olan görev bilgisayarını ABD'de kaybettiğini bildiriyor. Bunun üzerine bir soruşturma açılıyor. Yakup Saygılı'nın kaybolan laptop'ın yerine bir laptop alması sağlanarak dosya kapatılıyor." demiş.

Hangi birini yanıtlayacağımı şaşırdım. Öncelikle bir dinlemenin yasadışı olması onun sahte olduğu anlamına gelmiyor. Bunun en önemli örneklerini bu ülke vatandaşları AKP Fethullah Gülen'le beraber aynı yollarda ıslanıyorken gördük ve yaşadık. O yüzden bu dinlemelerle ilgili konuşacak kişinin para karşılığı olup olmaması da çok önemli değil, çünkü olay gerçek. İkincisi, ABD Zarrab-İran-Türkiye üçgenini hissettikten sonra gerek gördüğü kişileri kendisi de dinlemiş. Sadece dinlemekle de kalmamış, yanlış işler yapıldığı konusunda da uyarmış.

Gelelim diğer konuya, yani kayıp bilgisayara. Selvi bu arada çok nazik olduğundan mı, yoksa yazacaklarımı kendisi de bildiği için bilemiyorum ama bilgisayar için çalındı sözcüğü yerine kayıp sözcüğünü kullanıyor.

Bilgisayarda çok önemli bilgiler var ve bu bilgiler şimdi ABD'nin elinde. Bilgisayar İstanbul Mali İşler Şube Müdürü Yakup Saygılı'ya ait. Saygılı 20 Eylül-1 Ekim 2012 tarihleri arasında ABD'ye gidiyor ve döndüğünde bilgisayarının kaybolduğunu söylüyor, yerine yenisi alınıyor ve soruşturma açılmıyor.

Bu 11 gün boyunca Saygılı bilgisayarını vücuduna zincirlemediyse, CIA ya da FBI oradaki bilgilerin tümünü yarım saatte kaydeder. Yok, Selvi'nin dediği gibi anlaşmalıysa –ki bu konuda hemfikirim- Saygılı neden bilgisayarını bırakıp gelsin. Şüphe uyandırmamak için diye düşünebilirsiniz ama buna gerek yok ki, zamanı geldiğinde bunların açığa çıkacağı çok belli, çünkü bütün plan bunun üzerine kurulmuş.

Selvi bununla da kalmadı, daha sonraki bir yazısında Zarrab davasının hakimi Berman'ın Gülen grubuna dahil olduğunu yazdı. Bunu çok kolay bulmuş ve kanıtlamış. Selvi yazısında olayı "Aslında Zarrab davası hâkimi Berman'ın FETÖ'yle bağlantısının ortaya çıkması üzerine görevinden çekilmesi gerekiyordu.Çünkü hâkim Berman, FETÖ'cü YKK Avukatlık Ortaklığı'nın organizasyonu ile geldiği İstanbul'da "Adalet ve Hukuk paneli'ne katılıyor. Berman panelde, "Tek adam iktidarının tersi olan hukuk devletinin Türkiye'de tehdit altında olduğu bir sır değildir. Bana göre kesinlikle tek adam iktidarı hukuk devleti ilkesi ile değiştirilmiştir" diye konuşacak kadar tarafsız bir isim! Hâkim Richard Berman ile FETÖ ilişkisi sadece bununla sınırlı değil. Berman, sempozyumun düzenlendiği Four Seasons Hotel'de 2203 No'lu odada kalmış. Berman'ın 6 Mayıs'ta giriş yapıp 1 gecelik kalışı için otele 480 Euro ödenmiş. Kim tarafından? FETÖ'cü YKK Group tarafından." diye anlatıyor.

Okuduğumda "PEEEESSSSSS" dedim kendi kendime ve bu nasıl bir zekadır diye düşünmeden alamadım kendimi, Aşağıda size bir liste vereceğim ve sonra da açıklamasını yapacağım.

Süleyman Soylu, Zeynep Dağı, Reha Çamuroğlu, Mustafa Şentop, Bülent Arınç, Ali Babacan, İbrahim Kalın, Cemil Çiçek, Burhan Kuzu, Naci Bostancı, Yasin Aktay, Sadullah Ergin, Numan Kurtulmuş, Mehmet Metiner, Ahmet İyimaya, Reşat Petek...

Büyük olasılıkla daha da ekleyeceğim isimler vardır ama bence bu kadar isim yeter de artar bile. Bu isimlerin hepsi Fethullah Gülen ve arkadaşları tarafından düzenlenen "Abant Toplantıları"na katılan isimler ve bu kişilerin masrafları Gülen tarafından karşılanıyor. Bu isimlerin parası Gülen tarafından karşılanmıyorsa, bu daha da beter, çünkü vekiller, bakanlar ve meclis başkanları bu toplantılara halkın parasıyla gitmişler.

O zaman Abdülkadir Selvi, sana soruyorum, otel parasını Gülen ekibi ödedi diye hakim Berman Gülenci oluyorsa, şu an içişleri bakanı olan Süleyman Soylu neci oluyor? Daha da beteri var, meclisteki "FETÖ komisyonu başkanı Reşat Petek" neyin nesi oluyor?

Bu arada şunu da söylemek durumundayım, ben bütün yaşamım boyunca bu toplantılara karşı durdum, yine yapılsa karşı dururum, benim siyasi görüşlerime ters ve o grupta kimsenin kimseyi bu yaştan sonra ikna edemeyeceğini bildiğim için de boş çalışma olarak görürüm. Karşı dururum derken bu sadece kendimi ilgilendirir, uzak dururum yani. Ama giden kimseyi de kınamam, giden herkesi de olan yada olmayan bir örgüt yada grubun içine koymam, görüşlerimi yazarım ki onları da yıllarca yazdım.

Belki anımsarsın Selvi, Erdoğan Arınç'la bir ABD gezisinde Fethullah Gülen'i ziyarete gidecek olan Arınç'a "Benden bir emirleri varsa sor..." diyor. Eğer bu darbenin tek sorumlusu Gülen ise, Recep Tayyip Erdoğan beraber yargılanmalı, çünkü bugün anlatılanlara göre hazırlıklar bu tarihlerde başlamış bile... Neyse ya, sen safsın, bunları sana niye anlatıyorum ki?..