Ahmet Kekeç / Star
Haberi, neredeyse bütün ideolojik hastalıkları bünyesinde barındıran bağımsız internet gazetesi “t24” servise koyuyor, Erdoğan düşmanlığından başka bir vasfı bulunmayan arkadaşlar da üzerine atlıyor:
Erdoğan “lan” dedi...
Erdoğan’ın “lan” demediğini bilen, hem de çok iyi bilen bağımsız haber sitesi t24, bir süre sonra, “Yanılmışız... Erdoğan öyle bir şey dememiş...” şeklinde güya zevahiri kurtarmaya çalışan bir açıklama yapıyor ama bunun bir önemi yok.
Maksat hâsıl olmuş, söz Erdoğan’ın üzerine yapışıp kalmıştır.
Başta, bizim bağımsız gazeteci-akademisyen Koray Çalışkan olmak üzere, bilumum “mülaaneci” efradı, önümüzdeki dönemde Erdoğan’ın dememiş bulunduğu bu lafı evirip çevirecek, geyiğin dibini bulacaktır.
Doğan Akın tanıdığım ve fikrine güvenmek istediğim bir arkadaştır.
Eskiden arada sırada karşılaşırdık... Galiba anlaşırdık da... En azından iyi izlenimlerle ayrılırdık.
Bir daha karşılaşırsak, “Niçin böyle yapıyorsun?” diye soracağım...
Nedir derdin?
Muhalif olmak, bir fikrin karşısında bulunmak, insanı adaletsizliğe ve hastalıklı tepkilere sevk eder mi? Sevk etmeli mi?
Bununla birlikte, sitesinde bakıma aldığı liberal yazarların hakkaniyetsizliği bile aratacak “çirkin-hastalıklı” tutumlarından memnun olup olmadığını soracağım.
Diyebilir ki, “Düzeltme yaptık işte... Daha ne?”
Erdoğan’ın “lan” dememiş bulunduğunu fark edip anında düzeltme yapan Doğan Akın, o halde, bu örnek tutumunu sair alanlarda niye göstermiyor?
Erdoğan, “Afedersin Ermeni” de dememişti. Bilakis “Çok daha çirkin benzetmelerle” ifadesini kullanarak, Ermenilere yönelik aşağılayıcı tutumu eleştirmişti.
Doğan Akın’ın “rehabilitasyona” tabi tuttuğu liberallere ve Marksist arkadaşlara bakıyoruz, hâlâ eski türküyü çığırıyorlar... Hâlâ, “Erdoğan Ermenilere hakaret etti” plağını döndürüp duruyorlar.
Bu durumda, bağımsız gazeteci Doğan Akın’ın, “Öyle değil arkadaşlar... Erdoğan’a vuracaksanız, doğru yerden vurun... Ayıp oluyor!” demesi ve arkadaşlarını hakkaniyetli tutum almaya davet etmesi gerekmez mi?
Bunu demeyen, diyemeyen Doğan Akın, “yeter ki Erdoğan’a vursun” düşüncesiyle, bulduğu her malzemenin üzerine balıklama atlıyor...
Mesela, haberlerde ve yorumlarda, özellikle, “fotoşop” marifetiyle karartılmış çirkin Erdoğan fotoğrafları kullanıyor. (Bkz. Hasan Cemal’in yazılarında kullanılan bütün Erdoğan görselleri...)
Bunun, “editoryal bir seçim” olduğunu söylemek isterdim ama değil...
Doğan Akın da çok iyi bilir ki (yılların kurt gazetecisidir, bilmez mi?) bu daha ziyade, psikolojik bir seçimdir... “Nefret objesi” olarak seçtiğiniz bir kişinin iyi hallerini göstermek istemezsiniz. O anki duygu durumunuzu anlatacak görseller arayıp bulursunuz. Bulamazsanız da, mevcut görüntülerin üzerinde oynayarak, yenisini oluşturursunuz.
Doğan Akın (ve becerikli editörleri) bunu çok iyi yapıyor
Erdoğan ATO’da mı konuşuyor?
Hemen fotoşopla karartılmış ve üzerinde oynanmış çirkin Erdoğan görüntüsünü çerçeveye yerleştiriliyor.
Erdoğan konuk devlet başkanıyla basın toplantısı mı düzenliyor?
Hemen aynı fotoğraf...
Erdoğan muhtarlara nutuk mu atıyor? Aynı fotoğraf...
Erdoğan uçakta gazetecilerle sohbet mi ediyor? Aynı fotoğraf...
Hasan Aksay isimli zat, “Siz ne anlarsınız Tolstoy’dan, Dostoyevski’den! Ne anlarsınız Anna Karenina’dan! Galeano’yu nerden bilirsiniz!” diye atıp tutup, sözü bir şekilde Erdoğan’a mı getiriyor? Aynı fotoğraf...
Mehmet Altan “iç savaş”ın bereketine dair laflar mı ediyor? Aynı fotoğraf...
Murat Belge, bir darbenin kaçınılmaz olacağını mı müjdeliyor? Aynı fotoğraf...
Uzatılabilir ama burada kesiyorum.
Karşılaşırsak, Doğan Akın’a şunları da söyleyeceğim:
Nefret, “patolojik” bir haldir. Zehirli bir duygudur.
Bir siyasetçiyle değil, yarattığınız bir heyulayla boğuşuyorsunuz.
Siz nefret ettikçe yarattığınız heyula daha da büyüyor ve bir sosyolojiye dönüşüyor.
Dahası, bir sosyolojiyle savaşıyorsunuz ve “kaybedenlerden” olduğunuzun farkında bile değilsiniz.