Star yazarı Ahmet Kekeç, 1 Mayıs İşçi Bayramı kutlamalarının Taksim'de yasaklanmasını savunarak, "Hayır, rezillik zamanımız geldi, ille de Taksim’e çıkacağız. Siz bilirsiniz. Gazı yiyip oturursunuz" dedi.
Kekeç'in Star'da "Rezillik zamanınız geldi" başlığıyla yayımlanan (2 Mayıs 2015) yazısı şöyle:
Maksadınız 1 Mayıs’ı kutlamak, emekçinin hakkını savunmak, şöyle bayram havasında hoş bir gün yaşamak ve yaşatmak değil... Bunu biliyorsunuz. Bunu dünya âlem biliyor.
Birinci dereceden göreviniz “hır” çıkarmak.
Bunu da biliyorsunuz...
İçinde “barış, kardeşlik, emek” geçen sözlerin hiçbir karşılık oluşturmadığını da biliyorsunuz...
Efendim 1 Mayıs Komitesi karar almış, 1 Mayıs kutlamaları ille de Taksim alanında yapılacakmış. Taksim, işçi açısından kutsal bir mekânmış... Devlet güçlük çıkarırsa, bölgeyi zapt etmek zorunda kalacaklarmış. Böyle olsun istemezlermiş ama başka da çareleri yokmuş...
Bir dakika yahu... Sizin “1 Mayıs Komitesi” adını verdiğiniz bu komite, Gezi olayları sırasında “Taksim Komitesi” etiketiyle kafa çıkarmamış mıydı? Olmayan Topçu Kışlası’nı gerekçe göstererek İstanbul’un yakılıp yıkılmasına cevaz vermemiş miydi? Sonra da, Başbakan Vekili Bülent Arınç’ın kapısını çalıp, “Köprü yapmayacaksın, havaalanı açmayacaksın, enerji üretmeyeceksin, Kanal İstanbul projesinden vazgeçeceksin, HES’leri kapatacaksın... Bunlar da yetmez, derhal istifa edip gideceksin?” diye ültimatom vermemiş miydi? Bir anlamda Merkel’e tercümanlık yapmamış mıydı?
Daha önce de yazdığımı hatırlıyorum:
Ben, “1 Mayıs ruhu” denilen ruhun, gerçekten “emek”ten yana olduğuna inanmıyorum.
Kendilerine “sendika” süsü vermiş birtakım “sarı oluşumlar”ın yaptığı her gövde gösterisi, sonucunda emekçilerin kaybedeceği bir vasatı, “siyasetin geri çekilmesi” olarak özetlenebilecek bir vasatı egemen kılmıştır. Hep böyle olmuştur...
Şimdi geçmişe gitmeyelim; zahmet olmazsa şu sendikacılık tarihini bir kurcalayıverin.
Bakın bakalım, kendilerine sendika süsü vermiş birtakım tahsisli oluşumlar, hangi siyasal kırılma noktalarında ne tür işlevler görmüş! Sonra klavyeye sarılıp, “Sermayeye satılmış yazar, hükümet yalakası, burjuva bilmem nesi” diye mailler döşenin.
Şu soruları yanıtlamayı da ihmal etmeyin tabii:
Türkiye’de gerçek anlamda kapitalizme işaret eden ciddi bir sermaye birikimi var mı? Sağlıklı bir burjuvazi oluşabilmiş mi ki, onun “satılık kalemleri” türeyebilsin? Siz herkesi Doğan Medya Grubu’nun memuru mu sanıyorsunuz?
En kazık soru da şu:
Emekçi kitleler, neden “emek” temelinde örgütlenmiş (örgütlendiğini öne süren) siyasal yapılara yüz vermiyor da, gidip “emek düşmanı”, “dinci”, düpedüz “gerici” oluşumlara meylediyor?
Buradaki “sosyoloji” nedir, neye işaret etmektedir?
Şimdi gelelim Taksim bahsine...
Hükümet, Taksim inadına “inatla” karşılık vererek yok yere gerginlik çıkarıyormuş. Çünkü Taksim’in işçi sınıfı için (Türkiye’de bir işçi sınıfı bulunduğunu zannediyorlar) özel ve tarihsel bir anlamı varmış. Orada kıyıma uğramışlar, arkadaşlarını kaybetmişler. Şimdi aradan bunca yıl geçtikten sonra, Taksim’de barışçıl bir gösteri yapılsa ve bu emek şehitleri anılsa fena mı olurmuş...
Fena olmaz da, Taksim alanı 1 Mayıs gibi ağır sıklette törenleri kaldıracak ferahlıkta bir alan değil.
İkincisi, konumu itibariyle “güvenli” değil.
Üçüncüsü, orası işçi sınıfı açısından “kutsal bir mekân” değil.
Dördüncüsü, Taksim hem turizmin, hem ticaretin, hem eğlencenin merkezi... Bir tür doğal sit alanı... Bu tür mekânlar korunurlar. Gösterilere kapatılırlar. Dünyanın her yerinde böyledir bu. (Gezi dönemindeki rezilliklerinizi hatırlayın. Hangi devlet izin verir böyle bir “hor” kullanıma?)
İlle de 1 Mayıs’ın ruhuna uygun bir iş yapmak istiyorsanız, 1977’deki katliamla ödeşin.
Bakın bakalım, darbe hazırlığındaki bir generalin bu olayla bir ilişkisi var mıymış? O generalin “Kontrgerilla” olarak adlandırılan yapıyla bağlantısı neymiş? Niçin terfi-tayin dönemi beklenmeden o general apar topar emekliye sevk edilmiş?
Bunları dert edinin...
Hayır, rezillik zamanımız geldi, ille de Taksim’e çıkacağız.
Siz bilirsiniz.
Gazı yiyip oturursunuz.
Başka da bir şey yapmış olmazsınız!