Nuray Mert Ahmet Hakan hakkında yazdığı ‘Bir Değişim Hikâyesi’ yazısının ikincisini kale aldı.
Bir 'değişim' hikâyesiİşte Mert’in Radikal’deki yazısı;
Hikâyenin özeti dahi oldukça uzun bir mevzu olduğu için geçen yazıda bitirdiğim yerden devam edeceğim. Geldiğimiz noktada soru şuydu; İslami kesimin kendi içindeki çeşitliliği, rengi, hareketliliği dışa neden yansımıyordu, yansıdığı durumda, Ahmet Hakan örneğinde olduğu gibi kıyamet neden kopuyor?
Öncelikle, işin başında, bu kesim ile diğerleri arasında daha ziyade diğerlerinin kurduğu duvarlar, engeller vardı. Dahası, bu kesimin kendine yönelik en ufak bir sorgulaması, diğerlerinin suçüstü duygusuyla parmaklarına sarılmasına yol açıyordu. O nedenle, kol kırılsa da yen içinde kalması tercih edilen bir şeydi. O dönemde ben bile, bu kesime yönelik itirazlarımı sadece bu kesim içinde dillendirmeye dikkat ediyordum. Objektiflik adına, bir kesime ölçüsüz yüklenilmesine vesile olmaktan sonuna kadar kaçınıyordum. Bu tavrımdan pişman değilim, o zaman için doğru olanın bu olduğunu düşünüyorum. Şimdi işler değişti mi? Tamamen değil. Ama hiçbir şey eskisi gibi de değil, o nedenle artık bazen bazı şeyleri açıklıkla konuşmakta fayda var.
‘AKP iktidara geldikten ve mücahitler müteahhit olduktan sonra İslami kesime ne oldu, iyi mi oldu, kötü mü oldu?’ soruları zaman zaman gündeme geliyor, tartışma konusu oluyor. Lehte ve aleyhte söylenen şeylerin hepsi doğal olarak, göreceli yaklaşımları yansıtıyor. Tüm bu kargaşa içinde, Ahmet Hakan gibi, 90’lı yılların başında laik kesimin nefret ettiği İslamcı bir kanalda ünlenmiş birinin, laik kesimin en büyük gazetesinde yazmaya başlaması, dahası yazdığı şeylerin dikkat çekmesi, tartışma konusu olması anlaşılır şeyler.
Ahmet Hakan ile her konuda anlaşamadığımı, zaman zaman üslubunu yadırgadığımı belirtmeme de gerek var mı bilmiyorum, ama tedbiri elden bırakmayıp, bir kez daha hatırlatmış olayım. Fakat her konuda veya birçok konuda anlaşıp anlaşmamak başka bir şey, yakından tanınığınız birinin sürekli ve haksız bir karalama kampanyasının baş hedefi olmasına kayıtsız kalmak başka bir şey. Kayıtsız kalmanın bu kampanyaya dolaylı destek vermek gibi algılanmasından rahatsızlık duyduğum için, yazmak ihtiyacını duydum.
Tabii ki, herkesin, her yazan, çizen, kamuoyu önüne çıkan insanı sonuna kadar eleştirme hakkı var. Buna sonuna kadar inanmama rağmen ‘sürekli ve haksız bir karalama kampanyası’ ifadesini özellikle kullanıyorum. Zira muhafazakâr kesimde, Ahmet Hakan göndermeli sataşma yazısı yazmak neredeyse bir rant haline gelmiş vaziyette.
Öyle olmasaydı, Ahmet Hakan gibi, şöyle veya böyle, şu veya bu ölçüde, İslami kesimden uzaklaşmış bir ismi, en çok, bu kesimin pragmatizmden, değişimden uzak durmuş, buna özen göstermiş isimlerinin eleştirmesi gerekirdi. Eminim, yazmasalar da, birçoğu Ahmet
Hakan ve yazdıklarına oldukça mesafelidir ve bunda sonuna kadar haklıdırlar. Ancak, onların Ahmet Hakan gibi bir meselesi yok. Buna karşın muhafazakâr basında, (Vakit denilen hastalıklı mecra bir yana), değişime Ahmet Hakan kadar yakın, onun kafa dengi olabilecek birçokları ikide bir, ismini vererek veya vermeyerek Ahmet Hakan’lı bir yazı döşeniyor, Ahmet Hakan’a sataşıyor. Sizce bunda garip bir taraf yok mu?
İşte beni en çok rahatsız eden bu samimiyetsiz tavır... Yazının başında bir yerde, İslami kesimin tümü Ahmet Hakan gibi değişsin bekleyişinde veya umudunda olan laiklerin ne kafada olduğundan ve bu kafadan ne kadar rahatsız olduğumdan bahsetmiştim. Ama İslami kesimde Ahmet Hakan’ın geldiği yere çok yakın olup, ondan neredeyse tek farkı muhafazakâr basında yazmak olanların, kendilerini açıkça ifade etmekten kaçınmalarının çok sorunlu bir durum olduğunu düşünüyorum. Dahası, bunlardan bazılarının, fazladan, kendi tribünlerine, patronlarına, liderlerine selam çakmak için habire Ahmet Hakan’ı parmaklarına dolamalarını ahlaki bir sorun olarak görüyorum.
Yıllarca, bu çeşitten arkadaşlarımızın iş, aş kaygısı ile neredeyse mecburi bir iki yüzlülük sarmalına girdiğini düşündüm, samimiyetlerinden kuşku duymadım. Ahmet Hakan’ın yüzüne ‘Aslında en iyisini sen yapıyorsun’ ya da ‘Ben senin dediğini 10 yıl önce diyordum’ diyenlerin, kendi mahallerine gittiklerinde neler söylediklerini, iki tarafı nasıl idare ettiklerini fark etmem, ironi zırhına gizlemeye çalıştıkları ikiyüzlülüklerini kabul etmem çok zaman aldı.
Bu yazıyı yazma gereği duymamda, hikâyesini en yakından benim bildiğim bir değişim hikâyesine karşın ortalıkla dolaşan bin bir tezvirata kayıtsız kalmaya devam edememek kadar, kabullenmekte çok zorlandığım iki yüzlülüklerin tahammül sınırımı zorlamasının çok payı var.
Son olarak, yine ayrıca belirtmeme gerek var mı bilmiyorum ama bu anlattıklarımın muhafazakâr kesimi, o çevrede yazanların çoğunluğunu kapsamadığını hatırlatmak isterim. Dahası, bu kesimdeki samimi, hakiki herkes, söylediklerimin doğru olduğunu biliyor. Ayrıca, eminin bu çevreden birçokları, Ahmet Hakan’ı sevsin, sevmesin, merkezinde onun olduğu ama aslında onu aşan tablodan en az benim kadar rahatsızlar.