Söyleşi

Büşra Ersanlı: Ahmet Davutoğlu’nun neden açık bir şekilde beni desteklemediğini anlamıyorum

128 gündür Bakırköy Kadın ve Çocuk Tutukevi’nde tutuklu bulunan Prof. Dr. Büşra Ersanlı ile mektup söyleşi:

07 Mart 2012 22:12

 

Hazal Özvarış-T24

[email protected]

 

Bugün, 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü.

Sadece geçtiğimiz Şubat ayında 24 kadın daha öldürülürken, ismindeki “kadın” ibaresi kaldırılan Aile Bakanlığı da törpülenen “Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun Tasarısı”nı TBMM’ye sundu. 

Meclis’te tasarıya dair tartışmalar devam ederken Prof. Dr. Büşra Ersanlı’dan, 19 Şubat’ta gönderdiğimiz mektuba yanıt geldi.

Tutuklanmadan önce Marmara Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde öğretim görevlisi olan Ersanlı, 128 gündür Bakırköy Kadın ve Çocuk Tutukevi’nde.

İddianame hâlâ yazılmadı.

Dolayısıyla, tutuklamaya gerekçe yapılacak dayanaklar bilinmiyor.

Gerekçe, BDP Siyaset Akademisi’nde verdiği dersler mi, özerkliğe dair defterine aldığı notlar mı, İdris Naim Şahin’in ‘’İçişleri Bakanı’’ olarak söyleyebildiği “1980 öncesi komünizan faaliyetleri” mi, yoksa eniştesi mi!

Delil ne, suçlama ne, henüz bilinmiyor… Yeri yurdu belli, şiddet karşıtı bir öğretim üyesi nasıl “terör suçlusu” olabilir, bu da bilinmiyor.

İddianameyi beklerken 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’ne “Artık 5 koğuşa sığmıyoruz” dediği cezaevinde giren Prof. Ersanlı’nın t24.com.tr’ye verdiği cevapları birlikte okuyalım:    

 

‘Canlı ve neşeliyim. Sebebi çok basit…’

 

- Sizinle görüşenler, “canlı ve neşeli” olduğunuzu dile getiriyor. Nasılsınız? Cezaevi günleriniz nasıl geçiyor?

Evet, canlı ve neşeliyim. Sebebi çok basit: Mağduriyet pozisyonunu sevmem. Düşünceli ve üzgün görüntü bazılarını üzer, bazılarını sevindirir. Beni sevenleri üzmek istemem, bana haksızlık yapanları da sevindirmek istemem. Çaresizlik hissi insanın çalışmasını ve eğlenmesini, hayattan zevk almasını önler. Benim direniş üslubum sürekli çaresizlikten uzak durmaktır.

Cezaevinde okuyorum, yazıyorum. Dışarıda okuma fırsatı bulamadıklarımı öncelikle okuyorum. Burada 28 kişiyiz. Haftada 2 gün siyaset bilimi dersleri veriyorum: Türkiye’de Siyasal Kültür, Siyasal Sistem ve Kadın, Siyasal İdeolojiLER.

 

‘Keceke’nin ne demek olduğunu bugün de bilmiyorum’

 

- “KCK ne demek, bilmiyorum” demiştiniz. Bulunduğunuz Bakırköy Kadın ve Kız Çocuk Cezaevi’nde 125 siyasi tutukludan, 104’ü KCK’dan tutuklu. KCK, bugün sizin ne demek?

Keceke’nin ne olduğunu bugün de bilmiyorum. Gazetelerde farklı farklı açıklamalar var. Burada da öğrenemedim. Galiba cezaevinde bildiğim, tanıdığım kişilerin de somut bir bilgisi yok, tatminkâr bir açıklama duymadım. Zaten yakalama emri PKK/Kongra-gel diye çıkmış benim için. Gözlerimle gördüm inanamadım. Silahlı herhangi bir gizli örgütle bağım olmadığını ben çok iyi biliyorum çünkü böyle bir şey olamaz. Haklı ve haksız hiçbir savaşı kabul edemiyorum. İnanç dünyam budur. Ayrıca, Bakırköy’de 104 olan sayı bugün 140’a yaklaştı, 5 koğuşa sığmıyoruz.    

- 2 yılı aşkın süredir devam eden KCK operasyonlarında, sizin tutuklanmanızla hedeflenen nedir?

Hep “Keceke” diye soru soruyorsunuz. Benim tutuklanmam anlayabildiğim kadarıyla BDP ile ilgili. Herkes biliyor PKK’li olmadığımı, silaha şiddete karşı olduğumu… Hedeflenen, BDP üzerinden “ön ve arka bahçelere” geçiş kolaylığı olabilir belki de…

- İdris Naim Şahin, sizin tutuklanmanızın ardından gelen eleştiriler üzerine önce “Otuz bin profesör var, bini tutuklansa haydi neyse ama bir kişi için koparılan kıyamet de ne?” dedi. Şahin, daha sonra “Büşra Ersanlı Profesör Hanımefendi’nin ’80 öncesi gençlik yıllarına bir yolculuk yapmanızı tavsiye ederim değerli arkadaşlar. Hangi suçtan, hangi komünizan faaliyetten mahkûm olduğunu, cezaevinde yattığını, akrabalarının kim olduğunu, eniştesinin bu ülkede bir başka faaliyetten tutuklu olduğunu, bir başka sevdanın yolcusu olduğunu araştırırsanız görürsünüz” diyerek geçmişinizi, bugün suçlu olabileceğinize dair bir kanıt olarak öne sürdü. Bu yaklaşım için siz, ne düşünüyorsunuz?

Ben tutuklanırken yani tutuklanmama 40 saat kadar kala medyanın bir kanadının üstlendiği, başlattığı itibarsızlaştırma görevini bakanlık devralmış ya da kolaylaştırmaya çalışmış olabilir.

 

‘Başbakan belki benim yargılanmamı dahi arzu etmiyor olabilir …’

 

- Başbakan Erdoğan, tutuklanan eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ için “Tutuksuz yargılanmasını arzu ederim” dedi. Sizce, neden hükümet sizin için de benzer bir dilek dile getirmiyor?

Emniyette yani Vatan Caddesi’ndeki binada bana oturmam için koltuk gösterilirken sık sık “Bu koltuklarda paşalar oturdu” deniliyordu. Bu karşılaştırmayı hiç doğru bulmadım. Hele bağımsız bir medyacılık için hiç uygun değil. Ordu tepeden tırnağa devlet için çalışan, hükümet kararlarıyla görev yapan bir kurumdur, personeliyle birlikte. Akademia ise devlet adına çalışmaz. Devlet üniversiteleri de olsa, vakıf üniversiteleri de olsa tamamen özerk bir alan olması beklenir. Araştırmacılar ve öğretim üyelerinin de bu özgürlüğü yaşatıyor olması doğrusudur. Üniversite zaten evrensellik içerir, etimolojik olarak da, bu nedenle özerkliği esas olmalıdır. Ne yazık ki Türkiye siyasi tarihinde tersine bir gelenek yaşatılmış. Asker, ordu özerk, akademia bağımlı. Ordu özerk alanı kaybetti. Ancak akademia kendini özerk alana tam çekemedi herhalde. Başbakan’ın eski Genelkurmay Başkanı Başbuğ için dediklerine gelince… Sayın Başbakan belki benim yargılanmamı dahi arzu etmiyor olabilir, kim bilir…

 

‘Rektör Gül, en azından ‘iyi seneler’ kartı gönderebilirdi’

 

- Şiddet karşıtı bir akademisyen olarak KCK’dan tutuklanmanız kamuoyu tarafından da fikir ve şiddet arasında sınır koyulmaması nedeniyle eleştirildi. Ancak, Koray Çalışkan’ın yazısından Marmara Üniversitesi rektörünün sizi aramadığını öğrendik. Akademi tarafından yalnız mı bırakıldınız? Bunun nedeni, akademinin yaşananları kanıksaması mı yoksa Kürt meselesine temas etmekten korkması mı? 

Ben BDP’li olduğum için olduğum için tutuklandım ancak sürekli farklı örgüt adlarıyla anılıyorum. Bu da konuyu farklı noktalara çekiyor. Marmara Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Zafer Gül rektör olmadan önce destek istemek üzere bizim bölümümüzü de (Siyaset Bilimi Uluslararası İlişkiler) ziyaret etmişti. Projelerini anlattı, sonra Akademik Özgürlük üzerine de konuştuk. O da akademik özgürlük sözü verdi. Ben tutuklanınca benim siyasi görüşlerimi desteklemese bile beni akademisyen olarak arayıp sormalıydı bence. En azından “iyi seneler” dileyen bir kart gönderebilirdi. Hele hele odam boşaldıktan sonra… Şimdi odanın önünde güvenlik görevlileri varmış. Benim halimi hatırımı sormadan bu ne anlama geliyor, bilemedim. Ama sabırla üniversite idaresinden bir yaklaşım, bir irtibat arıyorum. Ben şahsen desteğimi vermiştim.

Tabii, yakın meslektaşlarım da dâhil, birçok akademisyenden destek alıyorum; mektup, kart, kitap. Ocak ayı itibariyle Avrupa ve ABD’den de destek mektupları gelmeye başladı.      

 

‘Davutoğlu’nun neden açık seçik beni desteklemediğini anlamıyorum’

 

- Beykent Üniversitesi’nde “misafir” öğretim görevlisi olarak bulunmanız için size referans olan akademisyen Ahmet Davutoğlu, siyasetçi olarak sizi hayal kırıklığına uğrattı mı?

Ahmet Hoca, referans olmadı. Beykent’te çalışmamı kendi arzu etti, çünkü yeni kurulan bir bölümdü, destek gerekiyordu. O da bana güvendiği için benden istedi. Yoksa ben iş aramıyordum. Üstelik Beykent evimden çok uzaktı. 2 yarıyıl ders verdim orada ve bunu esas olarak Ahmet Hoca’ya saygı ve sevgi duyduğum için yaptım. Sayın Davutoğlu’nun ağırlıklı emeği akademisyenliktir. Beni de akademik özgürlük açısından desteklemek istemiştir mutlaka. Ama bunu neden açık seçik yapmadığını anlamıyorum, çünkü akademik özgürlüğün ne demek olduğunu bilir Ahmet Hoca. Tez hocamız bile aynı: Prof. Dr. Şerif Mardin. Ben beklerim, çok da beklerim, bekliyorum.

 

‘Normal koşullarda olsak, BDP’den gençlik kotası talep ederdim’

 

- Kürt siyasal hareketinde, süreç içinde eksik ya da kusurlu gördüğünüz bir tutum gözlüyor musunuz? Kürt hareketine yönelik bir eleştiriniz var mı?

Tabii ki eksikler, kusurlar olur, oluyor, oldu. Ama zamanla daha az olacağına inanıyorum. Çünkü kadın kotası, kadın temsili, kadın özgürlüğü konusunda Türkiye’de en ileri noktada, Kürt sorununun çözümü için ufuk ve umut yaratan bir parti BDP. Ayrıca, emek ve emeğin yaratıcılığı, ekoloji konularında özenle çalışıyor. Türkiye’de sosyal, siyasal, ekonomik, eğitsel, kültürel her konu altında en kapsayıcı soru önergelerini BDP verdi. Normal koşullarda olsak parti yönetimine gençlik kotası konmasını da talep edebilirdim, konu bazında farklı partilerle geçici işbirlikleri geliştirilmesini önerirdim. En son yapılan Dersim konferansının çok nitelikli olduğunu duydum, sevindim.

Bütün siyasetçiler, her düzeyde, farklı görüşlerine rağmen birlikte çalışma alanlarını yaratmak zorunda, buna hevesli olmak yetmiyor. Diyalog ve birlikte çalışma becerisi her adım için önkoşul.