Ahmet Altan
(Taraf, 28 Temmuz 2012)
Hesap
Başbakan Erdoğan’ın “ne yaptığı, ne yapmak istediği” yavaş yavaş ortaya çıkıyor.
Görebildiğim kadarıyla yaptığı her şeyi belli bir plan dahilinde ve doğrudan “başkanlık” seçimlerini hedefleyerek yapıyor.
Biliyorsunuz, MHP’yi de içine katmanız halinde Türkiye’de “sağ” oylar yaklaşık yüzde yetmişe kadar çıkabiliyor.
Eğer bütün sağ oyları biraraya toplayabilir ve “orduyla anlaşırsanız” Türkiye’yi tek başınıza yönetebilirsiniz.
Kağıt üzerinde iyi hesap.
Başbakan Erdoğan da bu büyük “sağ” potansiyeli “başkanlık” seçimlerinde tek bir şemsiye altında toplamak için sürekli olarak sağa kayıyor.
“Sağ” dediğinizde iki temel özellikten söz ediyorsunuz.
Milliyetçilik ve muhafazakârlık.
O yüzde yetmişi yanınıza çekebilmeniz için “milliyetçi ve muhafazakâr” bir politika izleyeceksiniz.
Memleketteki bütün milliyetçilerle muhafazakârlara ihale dağıtamayacağınıza, hepsine teker teker para veremeyeceğinize göre “milliyetçiliği ve muhafazakârlığı” fevkalâde “görünür” işler yapacaksınız.
Çamlıca’ya cami projesi mesela...
Festivalde biranın yasaklanması mesela...
İdris Naim Şahin vasıtasıyla sürekli Kürtleri aşağılamak mesela...
Diyanet fetvasıyla Alevileri yok saymak mesela...
Ahmet Davutoğlu tarikiyle “Osmanlı İmparatorluğu” hayallerini gürbüzleştirmek mesela...
Orduyu yanınıza çekmek için de Uludere’yi örteceksiniz, Suriye faciasının üstüne gitmeyeceksiniz, “içerdeki” generallerin çıkacağına dair umut yaratacaksınız, paşalara hukuk karşısında “ayrıcalık” tanıyacaksınız, Sayıştay’ın orduyu denetlemesine kısıtlamalar getireceksiniz.
Başbakan Erdoğan bunların hepsini yapıyor...
Önümüzdeki iki yıl boyunca dahasını da yapacak anlayabildiğimiz kadarıyla.
“Özel hayata” müdahalenin daha koyulaşması, içki yasaklarının sistemleştirilmesi, televizyon dizilerine el konması, basının sansürlenmesi, devlet içinde hukukun denetleyemediği “asker sivil bir kast” yaratılması, “en büyük” camilerin yapılması, Kürtlere baskının artması, Alevilerin tümden dışlanması beklenmesi gereken işler.
Bütün bunlar “başkanlık” seçimleri için Erdoğan’ın “yapmak zorunda olduğuna” inandığı işler.
Onun için elinden geleni yapacaktır.
Oylarını arttıran bütün “sağcı” liderlerin aklı aslında bu “hesaba” takılmıştır.
Süleyman Demirel bunu defalarca denedi.
“Kâğıt üzerinde” çok parlak gözüken bu hesap daha önce niye tutmadı?
Şimdi niye tutmaz?
Geçmişte başka bir nedenle, bugün başka bir nedenle bu hesap amacına ulaşamıyor.
Demirel bu hesabı hiçbir zaman tutturamadı, çünkü “orduyla işbirliği” yapmaya kalkınca, ordu iktidarı onunla paylaşacağına kendisi ele aldı.
Bu hesap yüzünden darbeye giden yolu Demirel hep kendi eliyle açtı.
Bugün ise bu hesap, hiç beklenmeyen bir yerinden su alıyor.
“Milliyetçi ve muhafazakâr” bir politikayı koyulaştırdığınızda, Kürtlerle, Alevilerle, demokratlarla, solcularla, şehirli kadınlarla, modernistlerle, kısacası milyonlarca insanla çatışmanız gerekiyor.
Bu çatışma bütün ülkede olağanüstü bir gerginlik ve huzursuzluk yaratıyor.
Ancak ortak bir çabayla diri tutulabilen “toplumsal ümit” yok oluyor, karamsarlık ve endişe artıyor.
Bugün bundan en çok kim rahatsız oluyor?
“Muhafazakâr” kesim bundan çok rahatsız oluyor.
Eskiden “muhafazakâr” tabanın tipik temsilcisi “esnaftı” ama dünyanın ve Türkiye’nin değişen şartlarında esnaf zümresi hızla kayboluyor.
Onun yerini “Anadolu kaplanları” türünden kapitalistleşmiş muhafazakârlarla, onların sanayi ve hizmet ağı içinde yer alan, “geleceği” iş hayatının huzuruna bağlı muhafazakârlar alıyor.
Özal’ın ve Erdoğan’ın politikaları bu insanları “dünyayla iş yapan” işadamlarına dönüştürdü.
İçeride ve dışarıda “çatışmacılığa” abanan bir milliyetçilik, demokrasiden ayrılarak zaten kriz içinde olan dünyadan iyice kopuş, Türkiye’yi “büyük bir pazara” değil bir “savaş alanına” dönüştüren politika, muhafazakâr kesim için bugün eriştiği hayat düzeyinden taviz verme anlamına geliyor.
Suriye, Irak, İran ve Rusya’nın yavaş yavaş Türkiye’nin “ekonomik” gücünü kıracak manevralara ağırlık vermeye başlaması, onların endişesini daha da arttırıyor.
Doğu’da onların mallarını geçirebilecekleri sınır kalmayacakmış gibi görünüyor.
Muhafazakârlar, yirmi yıl öncenin muhafazakârları değil, onları öyle bira yasağıyla, Çamlıca’ya camiyle “çocuk kandırır” gibi kandırmak mümkün gözükmüyor.
Sağ, bu noktada parçalanıyor.
Bir de “kimlik bilinci” iyice keskinleşen diğer kesimlerin ayaklanmasını, muhafazakârların huzursuzluğuna eklerseniz, AKP’nin bu politikayı iki yıl boyunca sürdüremeyeceğini görürsünüz.
Erdoğan bu politikada inat ederse Türkiye çok gerginleşir ve AKP kendi içinde çatlar.
Güçlenmiş, zenginleşmiş, iktidara gelmiş, saygınlaşmış muhafazakâr kesim, elindekini bir adamın Çankaya hesabı için tehlikeye atmaz.
İnanmayan dener ve görür.