Ahmet Altan *
Tam yazıya oturacağım, Said Sefa aradı.
“Sabah beş polis Rotahaber sitesini basmış, tebligat getirmişler, sizi arıyorlamış.”
Beş polisle tebligat mı olur?
Dedim ki, “bir yanlışlık, bir abartma olmasın… Beş polisle tebligat yollanmaz. Sen bir iyice öğren.”
Ben telefon beklerken Said’den bir mesaj geldi.
“Şimdi buraya da iki polis geldi… Size tebligat getirmişler. Şu anda buradalar… Sabah Rotahaber’e gerçekten beş polis göndermişler.”
Tebligatları bana yolladı, ben de bizim çok genç ama çok tecrübeli avukatımız Veysel Ok’a yolladım… Davalar arasında boş vakit bulduğunda çok güzel yazılar da yazan Veysel aradı bu sefer beni.
“Ahmet Bey, tebligatlar Bakırköy savcılığından geliyor… Haberdar sitesi Çağlayan’da… Biz Çağlayan Adliyesine bağlıyız, Bakırköy dava açamaz. Ben yarın sabah gidip konuşacağım.”
Polisleri gönderdikleri yer yanlış… Yazı Rotahaber’de çıkmadı.
Polisleri gönderen savcı yanlış… Haberdar Sitesi, Bakırköy Adliye’sine bağlı değil.
Polisleri yollama biçimi yanlış… Tebligatı beş polis değil, bir polis getirir…
Her hususu ince eleyip sık dokuması gereken adliye sistemi bir seferde bu kadar çok hatayı nasıl yapar?
Çok telaşlı olmalılar.
Bakırköy Savcısına bir sormak isterim.
Ne bu telaş savcı bey?
Sizin bölgenizde olmayan, sizin yetkiniz bulunmayan bir soruşturmaya girişmek için sizi harekete geçiren bu büyük isteğin kaynağı ne?
Hangi “saikle” siz yetkinizi aşmayı göze alıyorsunuz?
Beş polis göndermek nereden çıktı?
Bir, iki, üç ya da dört polis gönderirseniz onlara bir şey yaparım diye mi korkuyorsunuz?
Benim “insanların kanında duş almak isteyen” bir mafya reisi olduğumu mu söylediler size, onun için mi böyle panik içinde beş polis yolluyorsunuz?
SAS komandolarını da yollayacak mısınız?
İhtiyar bir yazara tebligatı tek bir polisle göndermek çok tehlikelidir, bordo berelileri de yollayın, birkaç toma, bir iki tank, bir havan birliği de isterim.
Şöyle evi bir kuşatın, mahalleli pencerelere çıksın, aşağıdan makineli tüfekli birliklerin komutanı megafonla, “yazar bey teslim ol, sana tebligat getirdik” diye bağırsın.
Ben de tebligata bakayım, “yanlış adam göndermiş bunu, Bakırköy savcısı bana tebligat gönderemez, onun bölgesi değil bu,” diyeyim, gitsinler.
Böylece “prosedürü” yerine getirmiş olalım.
Nasıl fikir?
Nasıl olsa hukuk falan diye bir şey kalmadı, her şey yazarları, akademisyenleri, fikirlerini söyleyenleri, muhalefet edenleri korkutmak üzerine oynanan bir oyuna döndü, biz de oynar, eğleniriz hiç olmazsa.
Bence Bakırköy savcısı, burada hukuk diye, devlet diye bir şey kalmadığını kanıtlamak için bu kadar çok çabalamasın, ondan önce bir mafya reisi zaten burada devlet olmadığını ilan etti.
O işi bitirdi.
Biliyorsunuz bir mafya reisi, Güneydoğu’daki ölümlerin durdurulmasını isteyen 1128 akademisyene hitaben bir açıklama yayınlayarak, “oluk oluk kanlarını akıtacağını, kanlarında duş alacağını” açıkladı.
Şimdi bakın, en korkunç diktatörlükler de dahil yeryüzündeki hiçbir devlette böyle bir şey olamaz.
Kaddafi’nin Libya’sında, Saddam’ın Irak’ında, Esad’ın Suriye’sinde bir mafya reisi böyle bir açıklama yapabilir miydi?
O diktatörler buna izin verirler miydi?
Vermezlerdi.
Bugüne gelelim, Putin’in Rusya’sında, Kim’in Kuzey Kore’sinde, Suudi Arabistan’da bir mafya reisi böyle bir açıklama yapabilir mi?
Yapamaz.
Demokrasilerde, Amerika’da, İngiltere’de, İsveç’te, Fransa’da bir mafya reisi böyle bir açıklama yapabilir mi?
Yapamaz.
İster demokrasi olsun, ister diktatörlük olsun, ister krallık olsun, ister cumhuriyet olsun, ne olursa olsun, ortada “devlet” denilen herhangi bir müessese varsa bir mafya reisi öyle bir açıklama yapmayı aklından bile geçiremez.
Bizde nasıl yapıyor?
Çünkü burada devlet yok artık.
AKP iktidarı, devleti ve hukuku bitirdi, yok etti.
Ne anayasa, ne kanun, ne kural kaldı ortada.
Eğer ortada bir devlet olsaydı, bir mafya reisi öyle bir sözü aklından bile geçiremezdi, değil ki alenen söylemek.
Devletin varlığı, onun böyle konuşmasını önlerdi.
Bu açıklama, burada devlet olmadığının da kesin açıklaması oldu aynı zamanda.
Bazen minicik bir olay, çok büyük bir gerçeği ortaya çıkarır.
Bu mafya reisinin açıklaması da zaten bilinen bir gerçeği çok çarpıcı biçimde ortaya koydu.
O açıklamayı yapan, tam ne yaptığını biliyor mu bilmiyorum ama “kanlarında duş alacağız” sözleri bir dönemin bitişinin kesin tarihi olarak ortaya konacak ilerde.
Ne altı yüz yıllık Osmanlı döneminde, ne yüz yıla yaklaşana Cumhuriyet döneminde devletin böyle hokkabaz topu gibi ortadan kaybolduğunu gördük.
Tabii, devletin yok oluşu asıl “başkanlık” inadı ile başladı.
Tarihimizde hiç görülmemiş, padişahların bile sahip olmadığı yetkilere sahip olabilmek için, yedi yüz yıllık geçmişi olan bir devleti ve seksen milyonluk bir toplumu, “başkanlık” denen demirden bir kutuya sıkıştırmaya çalışıyorlar.
Sığmıyoruz.
Devleti de, toplumu da kan revan içinde kırarak, kanatarak, doğrayarak oraya sokmak için parçalıyorlar.
Kolunu bacağını kestiler, sığmadık, şimdi ciğerlerini sökmeye, kafasını koparmaya uğraşıyorlar.
Neden bu kadar çok kan akıyor sanıyorsunuz?
Neden Güneydoğu’daki savaş bu hale geldi birdenbire?
Neden savaş AKP’nin oyları düştükten sonra patladı?
Neden daha önce hiç görülmemiş biçimde mahallelere tankları sokuyorlar?
Neden her türlü yasayı çiğneyerek sokağa çıkma yasakları uyguluyorlar?
Neden “çocuklar” ölmesin” diyen akademisyenlerin evlerine sabahın köründe terör polisleri yolluyorlar?
Neden gazeteciler hapiste?
Neden bir twit atanın bile evini basıyorlar?
Neden bu dehşet havası, neden bu korkunç şiddet?
Yok edilmiş devleti, artık bir ortaklığı, bir davası kalmamış, millet vasfını yitirmiş seksen milyon insanı o daracık kutunun içine sokabilmek için.
Bir kasap gibi kan içinde devletin ve toplumun dalağını, ciğerini, beynini koparmaya uğraşıyorlar, parçalasınlar, unufak etsinler ki o daracık kutuya sığdırabilsinler.
O kutuya sokamayacaklar, sokmayı becerirlerse de ortada ne bir devlet, ne bir millet kalacak.
Kanlı bir et parçası olacak burası.
O kutuya ancak öyle sığarız.
O vahşi sona doğru Türkiye’yi itiyorlar.
Bölmek ve parçalamak bütün istekleri.
Onun için şiddeti artırdıkça artırıyorlar.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’a bakın.
Kendisi gibi düşünmeyenleri hiç çekinmeden “alçaklıkla” suçluyor.
Cumhurbaşkanları sadece “vatana ihanetten” yargılanıyor biliyorsunuz, başka suçlardan yargılanmıyor.
Bu madde, cumhurbaşkanları suç işleseler de hoşgörüleceği varsayımına değil, cumhurbaşkanlarının “suç işlemeyeceği” varsayımına dayanır.
“Alçak” demek bir suçsa cumhurbaşkanı “alçak” diyemez.
Eğer bir ülkede bir cumhurbaşkanı kendi vatandaşlarına “alçak” derse, “alçak” demek suç olmaktan çıkar.
Bu sıfat cumhurbaşkanı da dahil herkes için kullanılabilir.
Böyle olmazsa, cumhurbaşkanı için ayrı, vatandaşlar için ayrı yasalar var anlamına gelir.
Bu da anayasaya aykırıdır.
Geçen gün Mehmet Altan’ın Özgür Düşünce Gazetesi’ndeki yazısında Erdoğan’ın 2012’de yaptığı bir konuşmayı gördüm:
“Alenen cinayet işleyen, alenen katliam yapan saldırgan bir devletin pişmanlık dilemeden ve hesap vermeden insanlığa kendisini anlatması, uluslararası toplumun yüzüne bakması mümkün değildir.”
Dört yıl önce bunları söyleyen adam, bugün “çocuklar ölmesin” diyen akademisyenleri “devlet düşmanı” ilan ediyor.
Çok açık ki Erdoğan kendisi ne söylerse herkesin onu desteklenmesini, kendisi fikir değiştirdiğinden seksen milyon insanın da onunla birlikte fikir değiştirmesini istiyor.
Siz onunla birlikte fikir değiştirmezseniz, savcılar ve polisler kapıya dayanıyor, “fikrinizi değiştireceksiniz, çünkü cumhurbakanı fikrini değiştirdi” diyerek.
Cumhurbaşkanı da bu kadar sık fikir değiştirmese iyi olurdu.
Ama biz onun siyasi hesaplarına göre fikir değiştirecek değiliz.
İster beş polis yollayın, ister beş yüz polis yollayın.
İsterseniz binlerce insanı hapislere doldurun.
İsterseniz stadyumları hapishane yapın.
Korkunuz arttıkça daha fazla polis yollayacaksınız…
Ve bu ülkenin insanları korkmadıkça siz daha fazla korkacaksınız.
Devleti ve milleti öldürdünüz.
Şimdi öldürdüklerinizin parçalanmış bedenlerinden fışkıran kanlarda “duş alıyorsunuz.”
Onun için kan ve korku akıyor her yanınızdan.
* Bu yazı ilk olarak haberdar.com'da yayımlanmıştır