Gündem

Ahmet Altan: Operaya mescit meselemiz

Ahmet Altan, opera binalarına mescit yapılmasını eleştirdi

10 Haziran 2012 16:44

 

Ahmet Altan

(Taraf - 10 Haziran 2012)

 

Operaya mescit meselemiz

 

Söz verdik, sözümüzü tutacağız.

Ben, mealen, “operalara mescit yapma kararının dinî bir ihtiyaçtan kaynaklanmadığını, Başbakan Erdoğan’ın kendisine benzemeyenlere karşı iktidarının gücünü göstermek için böyle manasızlıklar yaptığını”, bunun Çevik Bir’in 28 Şubat’ta dindarlara “gücünü” göstermeye çalışmasına benzediğini söylemiştim.

Bir de iddialı laf etmiştim.

Demiştim ki, “eğer aklıbaşında tek bir Müslüman operaya mescit yapmanın önemli bir ihtiyaç olduğunu söylerse bütün laflarımı geri alacağım”.

Epeyce mail geldi bu konuda.

“Aklıbaşında” Müslümanlar “operaya mescit yapmanın önemli bir ihtiyaç” olduğunu yazdılar.

Ben sözümdeyim, söylediklerimi geri alıyorum.

Hata yapmışım.

“İnsan herkesi kendi gibi bilir” derler ya, ben de Türkiye’deki Müslüman dindarlarımızın bana benzediğini düşünmüşüm.

Hayatımda hiç operaya gitmedim, birisi başıma silah dayamazsa bundan sonra da gideceğimi sanmam.

Bazı uvertürleri, müzik dinleyen her sıradan dinleyicinin bildiği bazı aryaları, tenor ve sopranoları severim ama baştan sona bir operayı dinlemeye müsait bir müzik kültürüm ve zevkim yok.

Üç saat boyunca oturup,  arada sevdiğim birkaç aryanın hatırına o “resitatifleri” dinlemeye tahammülüm bulunmuyor.

Opera özellikle 18. yüzyılda Avrupa’da halkın sevdiği “popüler” bir müzik dalıydı ama bugün opera bilebildiğim kadarıyla bütün dünyada “özel” bir müzik zevkine sahip olanların izlediği bir sanat dalı.

Onlar o müziğin her mezüründen zevk alıyorlar.

Ben onlardan değilim.

Ama anlaşılan toplumumu da pek tanımıyorum.

Operada mescit yapmayı “önemli” bulduklarına göre dindarlarımız arasında opera merakı patlayıp gitmiş.

Yakında cami avlularında Tosca’nın, İl Trovatore’nin kasetleri satılmaya başlarsa hiç şaşırmamak gerek demek ki.

Epeydir iyi söylenmiş ilahiler bulmakta zorlanıyorum, bir bilene sorayım diyordum ama galiba bizim dindar kesimde danışacak adam bulmakta zorlanacağım, “operada mescidin önemini” vurgulamak için yazılmış maillerden anladığım kadarıyla onlar artık operayla ilgileniyorlar.

Peki.

İzninizle “operaya mescit yapmayı” mecburi kılanlara bir soru sorabilir miyim?

Pazar sabahları çocuk filmleri oynatıyor sinemalar.

Gayrımüslim anne babalar da çocuklarını götürüyorlardır.

Film saati, kilisedeki ayin saatiyle çatışabiliyordur.

İbadet bu kadar önemliyse neden “sinemalara şapel yapmayı” devlet kararıyla mecburi kılmıyorsunuz?

Operaya giden Müslüman dindar sayısı, pazar sabahı sinemaya çocuğunu götüren gayrımüslim sayısından fazladır diye düşündüğünüzden mi?

Yoksa “ibadet” deyince sadece kendi ibadetiniz aklınıza geldiği ve bu ülkedeki başka dinden“vatandaşların” ihtiyaçlarına hiç aldırmadığınız için mi?

Sadece Müslümanlar mı “vatandaş” sayılıyor ve sadece onların ibadetleri mi “devlet kararlarında” yer buluyor?

Attık mı gayrımüslimleri vatandaşlıktan?

Şimdi gene iddialı bir laf söyleme hatasına düşeceğim.

Eğer “aklıbaşında” bir Müslüman, “kardeşim bu ülkede operaya giden Müslüman dindar sayısı elbette pazar sabahları sinemaya giden gayrımüslim dindar sayısından kat be kat fazladır, onun için onları hesaba katmadık” derse ben gene bütün sözlerimi geri alacağım.

AKP’nin “operaya mescit” yapılmasını bir “devlet kararına” dönüştürmesinin bir gösteriş, kendileri kadar dindar olmayanlara da varlıklarını her yerde, her zaman hissettirme isteği olduğu görüşünde “hata etmişim” diyeceğim.

Hatta isterlerse operalarının mescit yapımında taş da taşırım, toplumumu, ülkemdeki Müslüman dindarların müzik zevkini böylesine az tanıyor olmanın kefaretini ödemek için.

Biliyorum, bu ülkede insanlar “kendileri gibi olmayanların” sözlerinde her zaman bir “kötü niyet” arar, sadece kendilerine benzeyenlerin “eleştiri” hakkı olduğunu düşünür.

O yüzden bazen bir Kürt, bazen de dinin bütün inceliklerine vâkıf bir “hoca” olabilmeyi çok istediğim oluyor.

Yaşım da geldi zaten, nasihat etmeye bayılan çağa ulaştım, “Ahmet Hoca’nın din ve ahlak sohbetleri” seansları düzenleyip, dindarları bir güzel sarsalardım.

Herhalde ilk söyleyeceğim şu olurdu, “samimiyet bir dindar için en kıymetli vasıftır, dininizi başkalarının yüzüne bir yelpaze gibi sallamanın gösterişçi keyfi için samimiyetten vazgeçmeyin, önemli olmayanı da önemli gibi anlatmayın, öldürülen, hapsedilen insanlara gösterdiğiniz ilginin sevabı da operadaki mescidin sevabı kadar ilginizi çeksin.”

Gerçeğin ne olduğunu görüyorum, dindarların bir kısmının ne yaptığını da görüyorum, samimiyetin azaldığını da fark ediyorum, din ve dindarlar için de üzülüyorum ama yapabileceğim bir şey yok.

Hoca değilim ne yazık ki.

Olsaydım, “operaya mescit çok önemlidir” diyen o Müslümanları “samimiyet” vaazlarımla helak ederdim.

Benim gibi cahil bir ihtiyarı kandırmak isteyenleri, gerçeği bilip de söylemeyenleri “her şeyi gören, bilen” Allah’a ve samimiyetin önemine inanan hocalarına havale ediyorum.

Babaannemin deyişiyle “Allah bildiği gibi yapsın”, ne diyeyim...