Ahmet Altan
(Taraf, 17 Mart 2012)
KAŞ GÖZ
Kaşı yaparken gözü lobuyla beraber çıkartıp almışım.
Aferin bana.
Dün Alaattin Kaya’nın Fethullah Gülen’le ilgili anlattığı anekdotu aktarırken, “Ergenekon sanıklarından biri için üzüldüğünü söylemişti ama müdahale etmedi” diye yazmıştım.
Kaya aradı, dedi ki “Ben müdahale etmedi diye bir şey söylemedim ki, bunu söylemek Gülen’in müdahale edebileceğini söylemek olur, hiç öyle şey olur mu, nasıl müdahale edecek”.
İnsanın en kızdığı şey nedir biliyorsunuz?
Karşınızdakinin haklı olması.
Ve, Kaya haklıydı.
Şimdi şu çıkarttığım gözü yerine takayım.
Gerçekten de Kaya bana “Ergenekon sanıklarından biri için üzüldüğünü söylemişti” dedi ve cümleyi kesti, gerisini de yazarken ben aklımdan tamamladım.
Ben, Gülen’in sevdiği ve üzüldüğü insanlar için bile hukuksuz bir iş yapmayacağını söylediğini düşündüm, herhalde Kaya’nın amacı da bunu söylemekti ama ben cümleyi “müdahale etmedi” diye tamamlayınca Fethullah Gülen’i yargı sürecine müdahale edebilecek bir yere yerleştirmiş oluyordum.
Bu da haliyle Kaya’nın söylemek istediğinin tam tersi bir sonuç çıkartıyordu ortaya.
O, insani bir duygunun altını çizerken, tartışmaları alevlendirecek bir mana yaratılmış oluyordu.
Öyle günlerden geçiyoruz ki her kelime artık inanılmaz bir önem taşıyor.
Genellikle böyle durumlarda söylenen her lafı olduğu gibi yazarım ama bu sefer o “yarım cümle” kafamda eksik kalmış demek ki, sonunu da ben tamamlamışım.
Mahcup oldum.
Ki mahcubiyet de çok harika bir duygu değildir.
Netice-i kelam, gözü çıkarttık, şimdi yerine takıyoruz.
Ama bu hatadan dolayı onlara borçlandım, bu dünyada ödeyebileceğim kefaret özür dilemek oluyor ama ahrette ayrı ayrı bölümlerde ikamet edecek olsak da ben onları kabul ederlerse Sırat Köprüsü’nde sırtımda taşırım.
Umarım böylece ödeşiriz.
Aslında gazete sütunlarındaki kelimelerin bile böyle kuyumcu terazisiyle tartıldığı, böylesine büyük önemler kazandığı bir ortamda yaşamak biraz bunaltıcı.
İnsanda her şey fazlasıyla saçmalaşıyormuş duygusu uyanıyor.
Bu duyguyu kuvvetlendirecek tuhaflıklara da sık sık rastlıyoruz zaten.
Önceki akşam bir televizyon programında benden “liberallerin önderi” diye söz edildiğini duydum.
Bir gün benden herhangi bir şeyin “önderi” olarak söz edilebileceğini hayatımın hiç bir döneminde hayal edemezdim.
Başıma bu da geldi.
Eski İstanbul’un ünlü berduşlarından Bekri Mustafa ile ilgili çok fıkra vardır.
Bekri Mustafa nasıl olduysa Sultanahmet Camii’ne imam olmuş.
Bir cenaze getirmişler.
Bekri Mustafa, cenazenin kulağına eğilmiş, “Öbür tarafta dünyada işler nasıl diye sorarlarsa, Bekri Mustafa imam oldu dersin, onlar anlarlar” demiş.
“Türkiye’de işler nasıl” diye soran biri olursa, “Ahmet önder olmuş” deyin onlar anlarlar.
İnsanı utandıracak kadar sıradan şeyler yazıyorum, “demokrasi” diyorum, “adalet” diyorum, “eşitlik” diyorum, “özgürlük” diyorum, bu kelimelerin en tazesi iki bin yıllık.
İki bin yıllık kelimelerle “önemli adam” olunabilen bir yerde yaşıyoruz.
Artık kimsenin böylesine sıradan laflarla önemli olmayacağı bir ülke yaratsak, biri böyle şeyler söylediğinde komik duruma düşse.
Bu laflara hiç ihtiyacımız kalmasa.
İnsanlar rahatlasa, benim gibiler de “önemli” sanılmanın ağırlığından kurtulsa.
Bunu görebilecek miyim bilmiyorum.
Ama böyle giderse, bir gün bir apartmanın tepesine tırmanıp “önemli biri değilim ulan, önemli biri değilim” diye bas bas bağıracağım.
Sanırım delirmek, bir şeyin önderi diye bahsedilmekten daha çok memnun edecek beni.
Akıllılara uygun bir yer değil çünkü burası.
Altı yüz Osmanlı, seksen küsur da Cumhuriyet, bunca zamanda tek bir gün insanların özgür ve eşit olduğu bir huzuru yaşayamadık, istediğimiz şeyin nasıl bir şey olduğunu, nasıl bir duygu yarattığını bile bilmiyoruz.
Böyle söylenip duruyorum işte.
Gözü yerine taktık, şimdi kulağa geçtik diye de korktum bir an.
Yarın, “bu da kestiğim kulak, şimdi yerine takıyorum” diye de yazmak istemem.
Netice de bir gazete yazısıdır bu, mikro cerrahi değil.
Ama ben size daha acıklı bir şey söyleyeyim mi?
Fulyaların mevsimi geldi geçiyor, daha şöyle bir demet fulyayı kucaklayıp koklayamadım.
Büyük teyzemin dediği gibi, “varmış bir günahım ki taksiratını ödüyorum”.
Çok günahlarım var da taksiratı bu olmamalı.
Ben cehennemde yanmayı bekliyordum, Türkiye’de sıradan yazılar yazıp herhangi bir şeyin önderi olarak anılmayı değil.
Doğrusu ya Allah’ım, günahlarımın cezası biraz ağır kaçtı.