Gündem

Ahmet Altan: Erdoğan tehdit kokan demogojilerden vazgeçmeli

Ahmet Altan KCK operasyonları ve tutuklamalarıyla ilgili konuşan Başbakan Tayyip Erdoğan'ın sözlerini...

05 Kasım 2011 02:00

T24 - Ahmet Altan KCK operasyonları ve tutuklamalarıyla ilgili konuşan Başbakan Tayyip Erdoğan'ın sözlerini köşesinde eleştirdi. "Başbakan Erdoğan böyle tehdit kokulu demagojilerden vazgeçsin bence" diyen Altan, iktidarın tüm Kürtlere düşmanmış gibi davrandığını ve Kürt meselesinin çözümü için girişimde bulunmadığını yazdı.

Taraf Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Altan'ın bugünkü (5 Kasım 2011) yazısı şöyle:


Adamın biri kocaman pahalı arabasıyla giderken yanından son sürat bir motosiklet geçmiş.

Motosikletin üstündeki adam, yanından geçtiği arabanın sahibine bağırmış:

“Sen bu motosikleti biliyor musun?”

Sonra da vınn diye gitmiş.

Arabanın sahibi sinirlenip gaza basmış.

Biraz sonra motoru yakalayıp geçmiş.

Ama birkaç dakika sonra yeniden motosiklet yanında belirmiş, gene “Sen bu motosikleti biliyor musun” diye bağırıp, vınn...

Araba sahibi iyice öfkelenmiş, gazı köklemiş.

Bu sahne birkaç kere tekrarlandıktan sonra motosiklet gene arabayı geçip biraz ilerde bir moloz yığınına çarpıp devrilmiş.

Araba sahibi de arabasından inip yerde yatan motosikletlinin yanına gelmiş, “Öyle, sen bu motoru biliyor musun diye fiyakalanarak basıp gidersen, sonu bu olur,” demiş.

Motosikletin sürücüsü zor bela gözünü açmış, “Ne fiyakası be abi,” demiş, “ben, sen bu motoru biliyor musun, biliyorsan bunun frenini söyle, demeye uğraşıyordum”.

Başbakan Erdoğan’ın, son sürat giden KCK operasyonlarını eleştiren gazetecileri hedef alarak, “Gazeteciler bu KCK’nın ne olduğunu biliyor mu” diye sorduğunu okuyunca...

Acaba operasyonların frenini mi soracak diye merak ettim doğrusu.

Maşallah gaza basmasını biliyor da durmasını bilmiyor çünkü.

O tehditkâr havasıyla, PKK’nın akılsızlığından yararlanıp eski usul bir “takrir-i sükûn” kanunu devreye sokmayı arzuluyormuş izlenimi yaratıyor.

Temmuzda “asla yenilemez bir örgüt” olduğu kabul edilen muzaffer bir “efsane” olarak müzakere masasına oturan PKK, masayı devirdikten üç ay sonra “devletin istediği zaman bitirebileceğine” inandığı, büyük zayiatlar veren bir örgüte dönüştü.

Hem durduk yerde kendi efsanesini tarumar etti, hem onca insanın ölümüne neden oldu, hem de iktidara büyük bir baskı ortamı yaratma imkânı verdi.

PKK yönetiminin akılsızlığının bedelini şimdi hep birlikte ödüyoruz.

Başbakan Erdoğan da Kürt meselesindeki her türlü eleştiriyi, “siz KCK’yı biliyor musunuz” diye susturmaya çalışıyor.

Biz KCK’yı biliyoruz da, siz demokrasiyi biliyor musunuz?

Başbakan Erdoğan böyle tehdit kokulu demagojilerden vazgeçsin bence.

Kimse hükümete, “PKK saldırdığında ona cevap verme” ya da “şehirlerde terörü gerçekleştirecek KCK üyelerini bulduğunda, onları yakalama” demiyor.

Herkes, KCK’nın, silahlı bir örgütün lideri tarafından yönetilen “illegal” bir yapılanma olduğunun farkında.

Başbakan Erdoğan’a, bu konuda iki şey söyleniyor.

Birincisi, “KCK operasyonlarında gerçekten suça bulaşmış, şiddeti örgütlemiş ya da gerçekleştirmiş insanları yakalayın, bu harekete sempati duyan bütün insanları üye diye tutuklamayın” deniyor.

Ahmet Şık’la Nedim Şener’in tutuklanması nasıl bütün Ergenekon davasını şaibeli bir hale getirdiyse, Büşra Ersanlı’yla Ragıp Zarakolu’nun tutuklanması da KCK operasyonlarının tümünü iyice kuşkulu bir hale getirdi.

Bu iki gelişme, Ergenekon’u ve KCK’yı yok etmiyor ama bu soruşturmaların “tuttuğunu at sepete” türünden bir aldırmazlıkla gerçekleştirildiğine dair kuvvetli endişeler yaratıyor.

Bir de bu ülkede, “tutukladığım insana neden tutukladığımı söylemek zorunda değilim” diyen, hayatımda gördüğüm en korkunç yasa maddesinin bulunduğunu düşünürsek, ortam bir anda Kafka romanlarının dehşet verici atmosferine bürünüyor.

Ağır bir baskı hissediliyor.

Bunlara karşı çıkanlar, KCK’yı bilmediklerinden değil, faşizmi iyi bildiklerinden karşı çıkıyorlar.

İkincisi, “PKK’yı üç ayda yok ederim, bütün KCK’yı hapse atarım” diyerek şiddet dolu bir karşı saldırı başlatan iktidarın, bu askerî operasyonların yarattığı müthiş gücün ve “yenme” duygusunun şehvetine kapılarak “demokratik” adımları tümden unutması.

Gerçekten savaşan bir ordunun elindeki imkânlarla PKK’yı perişan edeceğini zaten biliyorduk, defalarca yazdık, sadece PKK’yı yönetenler bunu bilmiyordu, şimdi onlar da biliyor ama bu neyi değiştirir?

Kürt meselesi, PKK’yı yenmekle, yok etmekle çözümlenir mi?

İktidar, askerî operasyonlar için gösterdiği isteğin yüzde birini Kürt meselesini demokratik adımlarla çözmek için göstermiyor, Kürtlerin haklarını teslim edecek tek bir girişimde bulunmuyor, sanki sadece PKK’ya değil bütün Kürtlere düşmanmış gibi davranıyor.

PKK’yı yenip yok ederseniz Kürtlerin hiçbir hakkını vermeyecek misiniz?

Türklerin sahip olduğu haklara onlar sahip olmayacak mı?

Bunu yaparsanız, bu sorun hallolabilir mi?

Bu sorunu çözmek istiyorsanız demokratikleşmek zorundasınız, bir Türk, çocuğuna okulda anadilini öğretiyorsa, bir Kürt de öğretecek, her konuda eşit olacaklar, sorunu çözecek olan bu.

Yoksa, “sen bu KCK’yı biliyor musun” diye yanımızdan vınnn diye geçersiniz ama sonunda devrilmiş bir motorun yanında, “abi, bunun freni neredeydi” diye sorarak bitirirsiniz bu fazlasıyla süratli macerayı.