Gündem

Ahmet Altan: Cesur bir dâhi

Ahmet Altan 56 yaşında kansere yenilen Apple'ın kurucusu Steve Jobs'u ve hayatını yazdı.

07 Ekim 2011 03:00

T24 - Ahmet Altan 56 yaşında kansere yenilen Apple'ın kurucusu Steve Jobs'u ve hayatını yazdı.

Taraf Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ahmet Altan'ın bugünkü yazısı (7 Ekim 2011) şöyle:

Bazı insanların varlıkları, “insanların tanrının bir yansıması, bir parçası” olduğu inancını kanıtlıyor sanki.

Onlarda tanrıdan bir şeyler var.

Bunu görüyor, seziyor, anlıyorsunuz.

Ve, Steve Jobs gibi insanlar öldüğünde, onların geldikleri yere, parçası oldukları bütüne döndüklerini düşünüyorsunuz.

Jobs, bütün insanlığı, tanrının bütün parçalarını, hepsi farklı olan ama aynı zamanda bu farklılığa rağmen çok da benzeşen bütün insanları, birbirinden haberdar olan büyük bir aile haline getiren dâhilerden biri.

O ve onun gibiler, bütün düşmanlıklarımıza, parçalanmışlıklarımıza, ayrışmalarımıza, değişik kimlikler taşımamıza rağmen bize altı milyarlık bir aile olduğumuzu hatırlatıyorlar, hepimiz birbirimizi tanıyoruz, birbirimizi görüyoruz, birbirimizi öğreniyor, farklılığımız kadar benzerliğimiz olduğunu kavrıyoruz.

Onun neler icat ettiğini artık bütün dünya biliyor.

İnsanın cennetten kovulmasına yol açan o “ısırılmış elma”, insanın cenneti yeryüzünde bulabilmesi için atacağı adımların en önemlilerinden biri oldu.

İnsanlığın o müthiş “mükemmelleşme” macerasının en önemli merhalelerinden birini onun “elmasıyla” geçtik.

Yeryüzünde, kendi kendini değiştirebilen, geliştirebilen tek canlı türü olduğumuzu bir daha onun sayesinde anladık.

Bir köpekbalığına iki yüz elli milyon yıldır hiç değişmeyen “mükemmeliyetini” veren tanrı, insanı “eksikliğiyle” köpekbalığından daha üstün kılarak, ona kendi başına “mükemmelleşebilme” gücünü bağışladı.

O gücümüzü biz Steve Jobs gibi insanlar sayesinde kullanabiliyoruz.

Öldüğünü duyduğumda onun o unutulmaz Stanford konuşmasını bir daha okudum.

“Size üç hikâye anlatacağım” diyen konuşmasını.

Talihsizlikler ve başarısızlıklarla dolu bir hayatın nasıl müthiş bir talihe ve başarıya dönüşebileceğini büyük bir zekâyla anlatıyordu.

Doğuşuyla başlıyordu talihsizliği.

“İstenmeyen” bir çocuktu o.

Annesinin yanında büyümedi.

Başka bir ailesi oldu.

Sonra o “yeni” ailesine yük olmamak için üniversiteyi bıraktı.

Ve, herhalde görülebilecek en zarif meydan okuyuşlardan biri olarak Stanford Üniversitesi’nin mezuniyet töreninde “üniversiteyi terk etmenin” ne kadar akıllıca bir hareket olduğunu anlattı.

Okulu bıraktığı için “mecburi dersleri” okumak zorunda kalmamıştı ama bıraktığı okulu da terk etmemiş ve sadece canının çektiği dersleri izlemişti.

Odası olmadığı için yerlerde yatarak, boş Coca-Cola şişeleri satarak, haftada bir kere yedi kilometre ötedeki kiliseye doğru dürüst bir yemek yemeye giderek...

İzlediği derslerden biri “kaligrafi” dersiydi.

Bugün kullanılan bilgisayarlardaki yazı karakterlerini “o derste öğrendiklerine” borçlu olduğunu anlatmıştı konuşmasında.

Genç mezunlara “içlerinden geleni” yapmalarını öğütlerken, yaptıklarının ne kadar önemli olduğunu ancak onları yaptıktan sonra anlayabileceklerini söylemişti.

Kaligrafi dersi alırken bunun hem kendisi, hem de insanlık için ne kadar önemli olduğunu bilmiyordu, o dersi almak gelmişti içinden ama yıllar sonra dönüp baktığında tercihinin önemini görüyordu.

Okulu terk etmiş “başarısız” bir öğrenciydi ve en büyük başarılarından birini bu başarısızlığa borçluydu.

Sonra kendi kurduğu şirketten kovulmuştu.

Anlattığına göre çok acı çekmiş, başarısızlığı iliklerine kadar hissetmiş ama vazgeçmeyip yeni bir şirket kurmuş, bilgisayar animasyonunu geliştirmiş ve yeniden Apple şirketine döndüğünde, daha sonra kurduğu şirkette geliştirdiği teknolojiler sayesinde büyük buluşlar gerçekleştirebilmişti.

Başarısızlıktan büyük bir başarı çıkarmıştı.

Konuşmasının sonunda, aslında çok yakınında olan ölümden söz etmişti, “her sabah kalktığımda bugün son günüm olsa şimdi yaptığımı mı yapardım” diye sorduğunu ve insanın hayatı nasıl yaşaması gerektiğini bu sorunun cevabının belirlediğini söylemişti.

Konuşmasının sonunda gençlere öğüdü bir dergide okuduğu dört kelimeydi.

“Aç kalın, aptal kalın.”

Aç ve aptal kalmayı göze aldığında, çok başarılı ve çok akıllı olabiliyordun, sır “göze alabilmekte” yatıyordu.

Jobs konuşmasında söylemiyordu ama onun hayatına baktığınızda görüyordunuz ki sadece “yapabilecek olanlar” göze alıyordu, yapamayacak olanlar “göze almamak” gerektiğini öğütlüyorlardı.

Tek başına insanlığı “daha mükemmel” yapabilen biri ayrıldı dünyadan.

Parçası olduğu bütüne, arkasında asla unutulmayacak izler ve “ısırılmış bir elma” bırakarak geri döndü.