Aksu Bora*
Fotoğrafa bakıp duruyorum. Günün herhangi bir saatinde, açıyorum, bakıyorum, sonra hayatıma geri dönüyorum. Gidiyorum, geliyorum, konuşuyorum, çalışıyorum, gülüyorum. Sonra yine bakıyorum.
Yaşlı bir adam, kurşun delikleriyle dolu bir duvarın önünde oturmuş, ağlıyor. Elinde kocaman bez mendil, bastonunu tutmuş. Ayakkabıyla girilmeyen bir evdir bu, yerde halı var. Ama adam ayakkabılarını çıkarmamış. Belli ki artık içerisi/dışarısı pek fark etmiyor. Zaten içerde kimse kalmamış. Nerede herkes? Eşyalar toplanmış -prizlerin olduğu yerde bir büfe vardı muhtemelen- halıda izi duruyor. O kurşunlar büfedeki her şeyi parçalamıştır, fotoğrafları kurtarabilmişler midir? Üzerlik tütsüsünü bırakmışlar. Bir vakit işe yaramışsa bile, artık yaramadığı için belki.
Fotoğrafı çok genç bir muhabir çekmiş. DİHA’dan, Nuri Akman. Sonra onu tutukladılar. Bilmiyorum çok “heyecanlı” mıydı, ondan mı “terörist” olduğuna kanaat getirdiler? Twitter’da paylaşmış bu fotoğrafı, altına birisi “partizancılık oynayıp sonra ağlamayacaklar” diye yazmış. Bu yaşlı adamın partizancılık oynadığını düşünmek ne tuhaf.
Fotoğraf çekilirken konuşmuşlardır herhalde Nuri ile. Ne demiştir ki ona? Oğlundan, kızından, gelininden, torunundan mı bahsetmiştir? Komşularından? Aileden kimlerin kayıp olduğundan, kimlerin öldüğünden. Ömrünün nasıl parçalandığından?
Parçalanmadan öncesi de vardır. Gittiği, geldiği, konuştuğu, güldüğü… Daha önceleri de ağladığı oluyordur herhalde. Neye ağlıyordur? Belki bir hatıraya, belki dinlediği bir hikâyeye. Camiye gidiyordur. Kahveye. Torunlarına bir şeyler anlatıyordur. Gelini ona kahve yapıyordur. Büfedeki fotoğraflara bakıyordur.
Duvarlarını delik deşik eden, ömrünü parçalayan, onu böyle yalnız başına bırakan “operasyon”dan konuşmuşlar mıdır? Bunu düşünüyorum, hayal edemiyorum. Öfke fotoğrafı değil bu, keder fotoğrafı. Karşında kendinle aynı türden, aynı dünyadan birileri varken öfke duyulabilir sanki; bir felaket karşısında değil. Savaş, düşmanlar, bizimkiler, onlar… Bu yaşlı adamı öyle bir hikâyenin içine yerleştiremiyorum. Beni en korkunç savaş fotoğraflarından daha fazla etkilemesi muhtemelen bundan. Açıp açıp bakmaya ihtiyaç duymam. Benim ömrümle onun parçalanmış ömrü arasında derin bir bağ varmış, yeterince uzun, yeterince derin bakarsam bu bağın ne olduğunu anlayabilecekmişim.
“Savaşta sivillere ne olur” fotoğrafı değil bu. Bir savaş var, evet. Bu yaşlı adam bir sivil, evet. O gözyaşları, o mendil, o baston, o ayakkabılar… bir kurbana ait değil ama. O bir tanık. Kederli bir tanık. Dünyanın yırtıldığı anı görmüş. Dünyayı bütün tutan şeylerin dağıldığını. “Amca”nın, “nasılsın”ın, “havalar bir türlü ısınmadı”nın, “senin torun bu sene kaça gidiyor”un.
“Omuzumda bir kesik el
Ki hâlâ durmadan kanar.”
Bu yazı Birikim Dergisi'nde yayımlanmıştır.