Gündem

Ağca’yı kullananlar onu öldürebilirler

Gazeteci-yazar Abdi İpekçi'nin öldürüldüğü dönemin İstanbul Emniyet Müdürü Hayri Kozakçıoğlu, dönemin Askeri savcısı Ahmet Koç'un iddialar

27 Ocak 2010 02:00

T24 - Gazeteci-yazar Abdi İpekçi'nin öldürüldüğü dönemin İstanbul Emniyet Müdürü Hayri Kozakçıoğlu, dönemin Askeri savcısı Ahmet Koç'un iddialarını yanıtladı. Kozakçıoğlu "Ağca'nın suikastin perde arkasını açıklarsa, onu imha girişiminde bulunabilirler" dedi.


Can Dündar'ın Milliyet gazetesinde "Ağca'yı kullananlar onu öldürebilirler" başlıklı (27 Ocak 2010) yazısı şöyle:



Bu kez söz, emniyet cephesinde... Abdi İpekçi’nin öldürüldüğü dönemin İstanbul Emniyet Müdürü Hayri Kozakçıoğlu, dönemin Askeri Savcısı Ahmet Koç’un iddialarını yanıtladı. Ama bu, öyle karanlık bir dosya ki, her iddia yeni bir yanıtı doğurduğu gibi, her yanıt da yeni bir ipucunu gündeme getiriyor. Koç-Kozakçıoğlu polemiğinin ortaya çıkarttığı en önemli ipuçlarından biri, Ağca’nın kaçırılma girişimiyle ilgili... Öyküyü dinleyince okuduğunuz polisiyelerin, öykülerini gerçek hayattan aldıklarına emin olacaksınız.


Oral Çelik: ‘Kaçışı iptal edin, Mahir Çayan gibi vuracaklar!’

Ağca’yı sadece geçenlerde salıverilmiş bir terör suçlusu olarak tanıyan genç kuşaklar için kısa bir toparlama yapalım.

Ağca yakalandıktan sonraki ilk sorgusunda “Ben zaten cezaevinden kaçacağım. Kaçıp yüksek düzeyde birini vuracağım” diyor. Kaçırılacağından öyle emin yani...

Sonra askeri bir hapishaneden kaçırıldığı malum...

Askeri savcı, Ağca’nın “devlet içinde dal budak salmış, gizli bir örgüt” tarafından kaçırıldığına inanıyor.

Ancak o kaçıştan önce, pek üzerinde durulmayan bir başka kaçırma girişimi daha var:

7 Kasım 1979’da...

Askeri Savcı Koç’un anlattığına göre, Ağca için dava açıldıktan sonra ikinci duruşmada sanık avukatı, müvekkilinin Adli Tıp’a sevkini talep ediyor.

Savcı Koç diyor ki:

“Ben sorgu sırasında kendisine akli rahatsızlığı olup olmadığını sordum. O da bana üniversitede okuyan birinin akli dengesinin yerinde olacağını söyledi. ‘Herhangi bir rahatsızlığım yok’ dedi.”

Ama Ağca, fikir değiştirmişti. Mutlaka Adli Tıp’a gitmek istiyordu. Bunun nedeni, sonradan anlaşılacaktı.

Mahkeme Adli Tıp’a sevk kararı verdi. Dönemin Adli Tıp Başkanı Prof. Şemsi Gök’tü...

Savcı Ahmet Koç’un da hocasıydı. Ona telefon edip randevu aldı.

“Lütfen gereken tedbirleri alın. Gerekirse Ağca’nın geleceği gün, o bölümü boşalttırın” dedi.


Atilla Serpil

Şimdi kaçışın kilit ismine bakalım.

Bu isim, Atilla Serpil...

Serpil, 1 Mart 2006’da Cumhuriyet’ten Berivan Tapan’a şöyle diyordu:

“Devlet içinde özel bir organizasyon beni Ağca’nın bulunduğu koğuşa yerleştirmek istedi. Bu görev için cezaevine girmem gerekiyordu. Bunun için 1978 Ekim ayında 2 saat 45 dakika içinde 14 ayrı yerde soygun gerçekleştirdim. Soygun planı, bağlı olduğum organizasyonca yapıldı. Soygunlardan önce de kendimi ihbar ettim. Polis 15. işyerini soyarken beni yakaladı.”


“Organizasyon”

Atilla Serpil, içerde Ağca’ya yaklaşıyor.

Zonguldaklı olduğunu söylüyor. Ağca’nın babası, Zonguldak’ta bir grizu patlamasında hayatını kaybetmiş. Ayrıca Serpil, ilkokulun iki yılını Ağca’nın memleketi Malatya’da okuduğunu söylüyor. Güvenini kazanmaya çalışıyor.

Kendi ifadesine göre “Organizasyon”un ona verdiği görev, “Ağca’nın cezaevi sınırları içinde sağ kalmasını sağlamak ve gözden kaybolmasını önlemekti.”

Ağca’nın Adli Tıp Kurumu’nda müşahede altına alınması kararı çıkınca Maltepe Cezaevi’ne 2 silah getiriliyor. Silahları Atilla Serpil’e veren, Malatyalı bir er: adı Osman Alasu...


“Mahir gibi vuracaklar!”

Oral Çelik’in ifadesine göre bu silahları askeri cezaevine gönderen kendisi...

Çelik, 2006’da Bugün’den Şenol Gezer’e şöyle demişti:

“Kartal Cezaevi’ne elimizi kolumuzu sallayarak girip çıkıyorduk. Silahları bir havacı binbaşı içeri götürdü. Cezaevindeki Cengiz Ayhan’ın planlaması gereği 12 kişi kaçacaktı. Sonra durum değişti. MHP’den birisi bana gelerek, ‘Kaçışı iptal edin, Mahir Çayan gibi vuracaklar’ dedi. Vakit geçirmeden ‘Yahya Efe’ kimliğiyle cezaevine gittim. Geç kalmıştım. Sevk alıp ajan Atilla Serpil ile birlikte hastaneye gitmişler. Gerisi malum.”


“Yahya Efe”

Şimdi burada araştırılması gereken birkaç ayrıntı var:
Bir tanesi Oral Çelik’in kimliğini kullandığı “Yahya Efe”...

Bu isim, birkaç yerde daha geçiyor.


İkincisi ise Çelik’e gelen “Ağca’yı vuracaklar” istihbaratı...

Birazdan göreceğiz:

Bu sözler, Kozakçıoğlu’nun sözleriyle çakışıyor.


Kozakçıoğlu’nun iddiası

“Ağca’yı kaçırmak değil, kaçarken çatışmada öldürtmek istediler.”

Atilla Serpil, “Hemen kaçış planını organizasyondaki yetkililere bildirdim” diyor.

Muhtemelen plan, Ağca’nın nakil aracındayken kaçırılması...

5 Kasım 1979’da ikisi birlikte cezaevinden alınıp Adli Tıp’a götürülüyorlar. Ancak güzergâhtaki bir kaza yüzünden konvoy, Eminönü’ne araba vapuruyla geçiyor. O yüzden de kaçırma planı Adli Tıp’ta yürürlüğe konuyor.

Şimdi Hayri Kozakçıoğlu ile Ahmet Koç’un önceki gece NTV’deki Canlı Gaste programında söylediklerine kulak verelim.

Önce Kozakçıoğlu:

“Biz böyle bir kaçırılma teşebbüsü olacak diye biliyoruz; bu nedenle çevrede güvenlik önlemi aldık. Ancak olay içerde cereyan etti.”

Şimdi Ahmet Koç:

“Yaptığım soruşturmaya göre, Adli Tıp’ta Atilla Serpil, dosyası geldiği için kelepçesi çözülmek suretiyle üst kata çıkarılmış, ancak Ağca, dosyası gelmediği için aşağıda bekletilmiş.”

Tekrar Kozakçıoğlu:

“Şimdi düşünün: Adli Tıp’a müşahede için 2 sanık getiriyorsunuz. Bu sanıklardan bir tanesi gasp suçlusu; ama ne hikmetse sağ görüşlülerle birlikte kalıyor. Orada bir bakıyorlar ki Ağca’nın dosyası gelmemiş. Nasıl olur bu? Bunu saf bir unutma olarak yorumlayamazsınız. Kasten bırakılmış. Bir karışıklık yaratılmak isteniyor.”


“Organizasyon oradaydı”

Atilla Serpil’in üzerinde iki tabanca var. Adli Tıp’a getirilip ellerindeki kelepçeler çözülünce tabancaları çekiyor, bir gardiyanı rehin alıyor.

Dışarıda kalan erler, görevli astsubaya haber veriyorlar. Astsubay hemen yukarı çıkıyor, içeri giriyor, o da rehin alınıyor.

Bunun üzerine ikna için, Adli Tıp’ta görevli olan Prof. Dr. Ayhan Songar devreye giriyor.  
 
“Zaten silahları bırakmaya bahane arıyordum. Songar’ın hatırına bırakıyormuşum gibi yaptım” diyor Serpil...

“Kimseye zarar gelmemesi için, organizasyondaki adamların da orada bulunduklarını” söylüyor.

Yakalandıktan sonra çorabının içinden bir şiş, dış cebinden iki boğma zinciri, iç cebinden de 14 mermilik bir şarjör çıkıyor.


Savcı’ya saldırı

Hemen cezaevine geri yollanıyorlar.

Savcı Ahmet Koç, Serpil’i sorguya çekiyor. Sorguda Serpil:
“Silahları Adli Tıp’taki gardiyanlardan biri oraya koymuştu, bana da haber vermişti. O silahla birini rehin aldım. Kendim kaçmak istiyordum, Ağca’yla ilgisi yoktu” diyor.

Savcı, boğma zinciri, şiş ve şarjörü sorunca saldırganlaşıyor; savcıya saldırıyor, aralarında bir boğuşma yaşanıyor.

Bunun üzerine olay yerine gelen Başsavcı Refik Kara, Koç’a bir zarar gelebileceği düşüncesiyle soruşturmayı başka bir savcıya veriyor. O savcının açtığı soruşturma sonunda bir subay, 2 astsubay, 3 er, 2 sivil hakkında dava açılıyor. Atilla Serpil ile Nurettin Çiçek mahkûm oluyor. Diğer 7 sanık beraat ediyor.

Adli Tıp’ta olay çıkarıp kaçmaya çalışan Ağca ile Serpil, ifade vermeye götürülmüş ve o dönemde yaşananlar gazeteye böyle yansımıştı.
 

O ‘organizasyon’ Ergenekon mu?

“Böylece ben mahkûm oldum, ama Ağca firar edemedi” diyor Atilla Serpil...

Ancak Ağca daha sonra kaçırılınca organizasyondaki itibarının sona erdiğini, kendisini görevlendiren güçlerin kendisine sahip çıkmaması üzerine de gasp suçundan 13 yıl “boş yere” hapis yattığını söylüyor.

Cumhuriyet, “Kim bu organizasyon” diye sorunca da isim vermeden “Ergenekon”a gönderme yapıyor:

“Bu organizasyon ne MİT, ne emniyet ve 12 Eylül darbesiyle dağıtıldı. Şimdi de kamuoyunda adı ara sıra zikrediliyor.“
Ağca’nın avukatı Doğan Yıldırım’ın Habertürk’ten Kutlu Esendemir’e söylediğine göre ise “Atilla Serpil, Ergenekon davasının gizli tanıklarından biri...”

Böylece Ağca davası Ergenekon davasıyla ilişkilendirilmiş oluyor.

Ama acele etmeyelim:

Hayri Kozakçıoğlu’nun bambaşka bir senaryosu var. Bir de ona kulak verelim:

“Biz böyle bir kaçırılma teşebbüsü olacak diye biliyorduk. Bu nedenle çevrede güvenlik önlemi aldık. Olay içerde halledildi, polise bir iş düşmedi. Ama tersini düşünün:
Bunlar 2 silahla dışarı çıkıp kaçmaya teşebbüs etselerdi ne olacaktı?

Polis dışarıda müdahale edecekti. O zaman belki bu ikisi ortadan kaldırılmış olacaktı.  Belki de amaç buydu.”


Senaryolar savaşı

Olaydan sonra Serpil’in üzerindeki 2 silah hemen balistik kontrolden geçirilmiş. Ülkücülerin 4 ya da 5 öldürme olayında ve pek çok tarama ve ateş etme olayında kullanıldığı anlaşılmış.

Kozakçıoğlu diyor ki:

“Bu silahları bunlara kim verdi? Geriye doğru gidilse bir şeyler çıkarılabilirdi. Bunu çıkarabilmek için de sorgulamamız lazımdı. O günün sayın savcılarından ‘Bu adamı biz sorgulayalım’ diye rica ettik. ‘Hayır’ dediler. Vermediler. Sonra kendileri sorguladılar ve sadece o silahlarla ilgili bazı görevliler hakkında işlem yapmışlar. O önemli değil ki... Önemli olan o silahlardan gerilere giderek bugün ‘neden yakalanmadılar’ denilenlere doğru bir adım, bir mesafe alabilmekti.”

Bu da emniyet cephesinin karşı suçlaması...

Ahmet Koç, silahın daha önce bazı olaylarda kullanıldığı tespitini doğruluyor. “Biz de aynı sonuca ulaştık” diyor.
“Atilla Serpil’in polise verilmemesi?”

Onun cevabı Org. Üruğ’un açıklamasında var:

İdeolojik kavga içindeki polise güvensizlik... Ağca’nın avukatı Doğan Yıldırım’ın, Habertürk’te Kutlu Esendemir’e söyledikleriyle bağlayalım lafı:

“Tüm resmi kurum ve kuruluşlar, Çatlı’nın ta en başından beri MİT’in adamı olduğunu, Atilla Serpil’in deyimiyle ‘Ağca’yı kaçıran adam’ olduğunu söylüyorlar. Serpil, ‘Ağca’yı devlet öldürecekti. Ben karşı geldim, korudum, onun için gizleniyorum şimdi’ diyor. Devletin hiçbir istihbarat görevlisi de, ‘Gel bakayım güzel kardeşim, sen hangi örgüte çalıştın’ diye sormuyor.”

Sormayı bırakalım, Kozakçıoğlu daha karamsar bir tahminde bulunuyor:

“Ağca’nın konuşmasını istemeyenler, yine onu imha etmeye kalkışacaklardır.”