Gündem

Adalet Zemini'nden haksız ihraçlara karşı açıklama: Adalet ve barış istemek suç değildir!

"Hukuk dışı isnatlara dayanılarak oluşturulan haksız ve hukuksuz mağduriyetlere yol açmakla sonuçlanan uygulamalardan bir an önce vazgeçilmeli"

Fotoğraf: Arşiv

10 Ocak 2017 21:50

Adalet Zemini, OHAL KHK’ları ile haksız yere işten çıkarmalara dikkat çekmek amacıyla bir basın açıklaması yaptı. Yaşanan haksızlıklara vurgu yapılan açıklamada “henüz bu yaralar çok derinleşmeden, hukuk dışı isnatlara dayanılarak oluşturulan haksız ve hukuksuz mağduriyetlere yol açmakla sonuçlanan uygulamalardan bir an önce  vazgeçilmeli ve mağdurlara hakları iade edilmelidir” denildi. Adalet Zemini açıklamasında “Bu konuda atılacak ilk adım, OHAL uygulamasının sona erdirilmesi ve “terör örgütleri”ne yönelik hukuki mücadelenin bir an önce aslî mercii olan yargıya bırakılmasıdır” ifadeleri yer aldı.  “Adalet  ve barış  istemek suç değildir” başlığını taşıyan açıklama metni şöyle:

“Darbe girişimi sonrası ilan edilen OHAL mevzuatı içerisinde çıkarılan kararnamelerle, darbecilere yönelik yürütülen haklı mücadelenin yanında, farklı kesimlerden birçok kurum ve kişi de haksız biçimde cezalandırılmaktadır. “Yeni” siyasal konsept olarak belirlenen “milliyetçi” perspektife dayanan bir strateji doğrultusunda iktidarın dizaynını amaçlayan ve çoğu yerde ihbarcılıklara dayanılarak veya fırsat ele geçmişken muhalifleri de “temizleme” gayretkeşliğiyle, darbecilerle veya “terör örgütler”iyle hiçbir ilgisi bulunmayan birçok kişi işinden atılmakta veya itibarsızlaştırılmaya yönelik linç kampanyalarına maruz bırakılmaktadır. Fatma Bostan Ünsal gibi Ak Parti’nin kurucularından, Ömer Faruk Gergerlioğlu gibi Mazlumder eski başkanlarından, Halil İbrahim Yenigün gibi İDE’nin kurucularından, Cuma Çiçek gibi Barış Vakfı kurucularından, Selim Temo gibi bir edebiyat insanı olan isimler ve bunlara eklenebilecek daha pek çok kişi de, son dönemde haksız bir biçimde işlerinden ihraç edilmişlerdir.

Bu kişilerin işten uzaklaştırılmalarında, somut ve hukuki dayanaklardan ziyade, haklarında yürütülen dedikodular, kampanyalar, ihbarlar veya “algı operasyonlarından” hareket edilmektedir. Sonuçta hukukilikten ziyade siyasi olan bu kararların geriye döndürülmelerinde de, yine hukuki karinelere, soruşturmalara, dayanaklara ve savunma haklarına değil, yasallıktan uzak şekilde araya tanıdık koymalara, muteber kişilere başvurulara, iktidar çevrelerinde aklanma çabalarına itibar edilmektedir. 

Açıktır ki somut suça dayanmayan bir ceza olamaz. Ve yine savunma hakkı elinden alınmış olan bir kişinin cezalandırılması ne demokratik değerlere uygundur, ne de İslamî teamüllerle bağdaşır. Öte yandan günümüzde bir kişinin lisans haklarının iptaline kadar varan bir şekilde çalışma hakkının elinden alınması, onun en ağır biçimde cezalandırılmasından, çevresiyle birlikte açlığa mahkûm edilmesinden başka bir anlam ifade etmez. Bu çok açık bir zulümdür ve hiçbir inanç ya da anlayış açısından kabul edilebilir değildir. 

Tıpkı geçmişte Fethullahçılığa verilen aşırı primle birçok mağdurun yaratılması ve sonuçta travmatik bir biçimde bu yanlışlıklardan rücu etmek zorunda kalınması gibi, günümüzdeki süreç de farklı bir biçimde de olsa aynı minvalde sürmektedir ve er geç bu yanlışlıktan, ifrata karşı tefritten de dönülecek ama toplumsal vicdanda açılan yaraların telafisi mümkün olamayacaktır.

O nedenle, henüz bu yaralar çok derinleşmeden, hukuk dışı isnatlara dayanılarak oluşturulan haksız ve hukuksuz mağduriyetlere yol açmakla sonuçlanan uygulamalardan bir an önce  vazgeçilmeli ve mağdurlara hakları iade edilmelidir. Bu konuda atılacak ilk adım, OHAL uygulamasının sona erdirilmesi ve “terör örgütleri”ne yönelik hukuki mücadelenin bir an önce aslî mercii olan yargıya bırakılmasıdır. Ama bunun için yargının da siyasal baskılarla hareket eden, kendi temel işlevlerinin icrası için iktidar çevrelerinin (veya geçmişte olduğu gibi başka çevrelerin) işaretlerine dikkat kesilen bir bağımlılıktan kurtarılması, yani kelimenin tam anlamıyla bağımsızlaştırılması gerekmektedir. Bu ise hiç de ağır olmayan bir maliyeti; yani sadece hakkaniyete, adalete, liyakate ve objektif bir kamu siyasetine riayeti gerektirmektedir.

Tüm bunların yapılabilmesinin ne kadar güç olduğunu bilmekteyiz elbette. Ama  kendi halkına olduğu kadar çevresine de ışık tutacak bir ülkenin “yeniden” kurulabilmesinin yolu adalet ve barışın yeniden inşasından geçmektedir.”