Cumhuriyet yazarı Ataol Behramoğlu, Cumhuriyet davasının 5 gün boyunca sürdüğü Çağlayan'daki "İstanbul Adalet Sarayı" hakkında bir yazı kaleme aldı. Behramoğlu, "Adalet sarayı sözü bize Batı’dan gelmiş olmalı" tespitinde bulundu. "Adaletin saray sözcüğüyle anılmayı hak etmesi için gerçekten adalet olması, herhangi bir saraydan buyruk almaması gerekir" diyen Behramoğlu "Öyle değilse, adalet sarayı isim tamlamasını sarayın adaleti olarak değiştirmek gerekir" ifadesini kullandı.
Cumhuriyet'te Ataol Behramoğlu'nun "Adalet ve Saray" başlığıyla (29 Temmuz 2017) yayımlanan yazısı şöyle:
Adalet sarayı sözü bize Batı’dan gelmiş olmalı. Ne zamandan beri kullanıldığını anımsamıyorum. Sanırım Çağlayan’daki binadan önce bizde adliyelere böyle denmiyordu. Resmi adıyla “İstanbul Anadolu Adalet Sarayı”nın dünyanın en büyük adalet sarayı olduğu söyleniyor. Doğru mu, bilmem. Doğruysa da övünülecek bir şey mi? Gerçekten adalet dağıtılıyorsa, evet. Dava sayısının saray gerektirecek kadar çokluğundansa, ayrı konu… Sonuçta, saray denilebilecek büyüklükte, hizmete Ocak 2013’te açılan bir adliye binamız var gerçekten de… Bir de, Ankara Söğütözü’nde bir başka sarayımız, Ak Saray var… Ona artık kısaca Saray ya da külliye deniyor. Yapımında bazı hukuk usulsüzlükleri bulunduğu iddia edildiğinden kaçak saray denildiği de oluyor.
***
İstanbul Anadolu Adalet Sarayı’na bir kez sanık, birkaç kez de izleyici olarak yolum düştü. Sanıklığımın konusu cumhurbaşkanı hakkında kötü söz söylediğim iddiasıydı. Yargıç, söz konusu köşe yazımdaki sözlerimin kötü niyet taşımadığını görmüş olmalı ki ilk celsede beraatıma karar verdi. Çıkarken kendisine “Kolay gelsin” diye seslendim. Duyup duymadığını bilmiyorum. Fakat sabahın erken sayılabilecek bir saatinde, belli yaşta, belli eğitimden geçmiş bir insanın böylesine ipe sapa gelmez konularla zaman ve enerji harcamak zorunda kalması beni gerçekten üzmüştü…
***
Birkaç gün önce, bu kez Cumhuriyet yazarı ve çalışanı arkadaşlarımızın sanık olduğu davanın ilk günkü duruşmasını izlerken benzer şeyleri çok daha kuvvetle hissettim… Kürsüde belli eğitimden geçmiş, bir meslek sahibi olmak için nice emek harcamış insanlar; sanık konumunda her biri ayrı ayrı değerli, gazeteci, yazar arkadaşlarım; avukat sıraları tıklım tıklım; salon ise aralarında davayı izlemeye gelmiş milletvekillerinin de bulunduğu tutuklu yakınları ve başka izleyicilerle dolup taşıyor. Neden buradayız? Konu ne? Bunca sıkıntı, telaş, kargaşa, öfke, üzüntü ve zaman kaybı neden? Şu anda bu salonda, benim de içinde bulunduğum bu olay gerçek mi, yoksa çok acemice kurgulanmış saçma sapan bir gösteri mi? Gerçek olduğu, yüzlerini dokuz aydır görmediğim, göremediğim arkadaşlarımın her biri salona tek tek alınırlarken, onlar ne kadar dimdik, pırıl pırıl olsalar da içimden yükselen ağlamak duygusu… Musa, Turhan, Güray, Hakan, tüm ötekiler, hepsi… 1982’de Barış Derneği tutuklamasındaki bizleri görüyorum… Aradaki fark, biz hepimiz aynı koğuştaydık… Bilek hakkıyla almış da olsak içeride yazıp çizme şansımız da olmuştu… Kitap gelmemesi diye bir sorunumuz yoktu… Havalandırmada gökyüzünü görüyor, koşuyor, basketbol da oynuyorduk… Bu bir askeri diktatörlüktü… O dönemde yaşanan acıları, yapılan kıyımları, zulümleri bilmez değilim… Ama o, kendisiyle savaşta olduğumuz bir askeri diktatörlüktü… Bugün ise, kimilerince emperyalizme karşı milletçe verdiğimiz savaşın başkomutanı olduğu iddia edilen biri var iktidarda, Ankara’daki sarayında… Yanlış anımsamıyorsam, biz üç ay sonra yargıç karşısındaydık ve bu üç ay yüzyıl kadar uzun gelmişti. Bugünkü davada tutuklu arkadaşlarımıza ilişkin iddianame ise 6 ayda hazırlandı ve ancak 9 ay sonra yargıç karşısındalar. Cezaevinde yargılamayı beklerken geçen dokuz ay bir ömür demektir. Kötülüğün her türlüsü, adı üstünde, kötülüktür. Ama ikiyüzlüsü, sinsi ve sinik olanı, sanki değilmiş gibi olanı, en kötüsü, en alçakçasıdır… Bugün yaşanmakta olan budur…
***
Adaletin saray sözcüğüyle anılmayı hak etmesi için gerçekten adalet olması, herhangi bir saraydan buyruk almaması gerekir.
Öyle değilse, adalet sarayı isim tamlamasını sarayın adaleti olarak değiştirmek gerekir.
Bu satırları, gözüm ve kulağım duruşma salonundan gelecek haberlerde, cuma günü saat 16.40’ta yazıyorum.
Ülkeme, adalete her şeye rağmen güvenle…