Gündem

Açılım özürle başlamalıydı

Mahmur sakinleri, 'Türk olamadıkları' için Türkiye'den kaçmışlar. Burada ise 'Türkiye Kürdü' yani neredeyse Türk sayılmaktalar.

07 Kasım 2010 02:00



Ertuğrul Mavioğlu - Radikal - T24 



Mahmur sakinleri, 'Türk olamadıkları' için Türkiye'den kaçmışlar. Burada ise 'Türkiye Kürdü' yani neredeyse Türk sayılmaktalar.



Kürdistan Özerk Bölgesi’nin en önemli kentlerinden Erbil’de bir taksiye binip “Mahmur garaj” dediğiniz zaman, 1998’de Birleşmiş Milletler mülteci kampları statüsüyle açıldığından bu yana medyada sık sık ‘terör kampı’ diye damgalanan 12 bin nüfuslu Mahmur Kampı’na gitmek için en kolay aşama geçilmiş olur. Ardından Mahmur garajdan bir taksiye bineceksiniz. Yaklaşık bir saatlik mesafeyi kat edince, yıllardır yüksek sesle telaffuz edilen; “Burası terörist yetiştiriyor, boşaltılsın”, ya da “Hayır ulusal haklarımız verilmeden asla gitmeyiz” cümlelerinin arasına hapsolmuş Mahmur Kampı işte karşınızda.

Mahmurluların kimliklerinin üzerinde ‘Türkiye Kürtlerinin kampı Mahmur’ yazılı. Oysa ne buralılar ne de oralı. İki arada bir derede bir hayat onlarınki; Araftalar.

Türkiye’de Türk olamamış, sürülmüşler. Topraklarını kaybetmişler, evlerini, işlerini. Kürdistan Özerk Bölgesi’nde ise ‘Türkiye Kürdü’ yani handiyse Türk sayılmaktalar. Geri dönmek istiyorlar Türkiye’ye; eğer Kürt kimliklerini, anadillerini, kültürlerini koruyabileceklerse. Henüz ‘dönüş şartları oluşmadı’ diyorlar. Her an dönebilme umudu ise orada yerleşmekten alıkoyuyor Mahmurluları.

Kampın kapısında tabela yok, sadece BM bayrağı. Bir gazeteci için Mahmur’un içine girmek eskisi kadar kolay değil; zira altı ay kadar önce alınmış ‘basınla görüşmeme’ kararı yürürlükte. Kapıda KDP’nin içeride ise PKK’nın sözü geçiyor. Şu beyaz suratla içeri girmek için birilerinin görmezden gelmesi gerek.

Kapıda yarım saat bekledikten sonra nihayet içerideyim. İlk izlenim: Fena halde 1970’li yılların gecekondu mahallelerini anımsatıyor. Olan biteni anlayabilmek için, tam da bu görüntü nedeniyle kapıldığım dejavu etkisinden sıyrılmak şart.

Çocuklar Mahmur’un her yerinde, sokakların parçası gibiler. 12 bin nüfusun 4 bini kadın. Çocuk sayısı 5 binin üzerinde. Onlar da bütün çocuklar gibi, gürültücü ve yaramazlar.

Dilan, Rojin, Berivan, Zilan, Berxedan, Rojda, Apo, Agit, Agir, Jiyan… Bir tuzluktan serpilmiş misali, Mahmur’un her yerindeler. Onlar kimseye düşman değil; çocuk düşman olmaz. Ve ama kimler onlara düşman, ufacık yaşlarına rağmen biliyorlar. Büyüklerin anlattıklarından öğrenmişler reva görüldükleri şartlara, kendilerini kimin mahkûm ettiğini?


Nüfus cüzdanı yok

Burada nüfus cüzdanı yok. Bölgesel Kürt yönetimi, her üç ayda bir yenilenen bir seyahat belgesi veriyor Mahmur sakinlerine. Bir de BM’nin verdiği mülteci kartları. Seyahat belgesinin üzerinde “Hewler’e (Erbil) giriş için kolaylık gösterilmesi rica olunur” yazılı. Bu belge sayesinde hiç değilse Kürdistan Özerk Bölgesi’nde rahatsız edilmeden dolaşabiliyorlar.


Sekiz kapı kapandı Mahmur son durak

Evler derme çatma, briket. Cadde ve sokaklarda asfalt yok, her taraf toz toprak içinde. Su ve lağım kanalları yer yer sokak aralarından akıyor. Burada yaşayan herkesin bir sürgün hikâyesi var, çoğunluk nüfus Kürtlerin ‘Botan’ diye adlandırdığı Hakkâri, Şırnak taraflarından gelme.

Ne BM’den destek var, ne de Kürt hükümetinden. 1998’de açılan kamptan ilk beş yıl hiç dışarı çıkamamışlar. 2003’ten bu yana ise çalışma izni verilmiş. Bir aileden iki üç kişi çalışıyorsa az da olsa ekonomik durum iyileşiyor ve hiç değilse kalınan evin çatısı aktarılıp bir oda daha ekleniyor. Belki bir de araba satın alınıyor. Mahmur’dan her sabah çalışmak üzere yaklaşık bin kişi Erbil’in yolunu tutuyor. Vergi yok, su bedava.


‘Koruculuk dayatıldı’

Polat Bozan Hakkârili. 1994’te koruculuk dayatmalarından bunalmış, ailesiyle birlikte sınırı geçivermiş bir gün. Yaşadıklarından ötürü öfkeli: “1990’lı yılların başında köyler yakılıyor, faili meçhul cinayetler hızla tırmanıyordu. Bunu birebir yaşayan sınır bölgesindeki insanlarımızın bir bölümü batı illerine, bir bölümü de Güney Kürdistan’a göçmek zorunda kaldı. Türkiye’deyken PTT’de memurdum. İki evim, arazilerim vardı. Devlet hepsine el koydu, içindeki malzemeleriyle birlikte koruculara verdi. Ata memleketim, binlerce yıllık ecdadımızın yaşadığı yerdi orası.”
Polat Bozan ve ailesi için sınırı geçmek de kurtuluş olmamış. Mahmur’a gelinceye kadar tam yedi ayrı kamptan kovulmuşlar. Türkiye’yi de sayarsak Mahmur onlar için dokuzuncu köy: “Mahmur’dan önce Bihere, Seraniş, Besive, Geliye Kıymete, Etruş, Ninova, Nehdare kamplarında kaldık, her birinde büyük azap. Sürgünlerde kadınlarımız, çocuklarımız götürüldü; bir kısmı faili meçhule kurban gitti. Hayvanlarımız kaçırıldı, çobanlarımız öldürüldü. Ekmek pişirmek için biraz kampın dışına çıkanların boğazları kesildi. 16 insanımız öldü. BM’nin güvencesindeydik görünüşte ama onlar çok etkisizdiler. KDP’nin denetimini kabul edenlere, bizlere kıyasla daha iyi koşullar sağlandı. O kamplar hâlâ var. Beş ya da altıdır o kampların sayısı. Mahmur’a geldiğimizde bir çöl gibiydi. Bir de ambargo konuldu. ‘Ölün’ dediler bize. Açlık yetmedi, bir yandan da akreplerle uğraştık. 12 çocuğumuzu akrep soktu, öldüler.”


Gayri resmi belediye

Gayri resmi olarak kurulan belediye binasının kapıları çok alçak, eğilmezseniz tecrübeyle sabittir, kafanızı vurursunuz. Belediye girişinde Abdullah Öcalan fotoğrafı asılı. Belediye Başkanı Ahmet Özer, Şırnak Uludere Taşdelen Köyü’nden gelme. Onun da hikâyesi benzer. Koruculuk dayatması olmuş, köylerine sürekli baskı yapılmış. Bir gün canına tak etmiş ve 1994’te Uludere’den sınırı geçivermiş. İmkânları kısıtlı yine de belediye hizmetlerini aksatmak istemiyor Özer: “Elektrik, su, temizlik bu kampta bize düşen görevler. Herhangi bir yerde sıkıntı olursa, ev yapanların bir derdi olursa bize başvuruluyor. Fakat belediyemiz, destek alan bir belediye değil. Altyapı için hükümetten yardım istesek de taleplerimiz genellikle yerine gelmiyor. Sorunlarımızı kolektif dayanışmayla çözmeye çalışıyoruz. Yüzlerce yıl yaşadığımız topraklara dönmek istiyoruz.


Kanser yaygın

Kanserin yaygın olduğu söyleniyor. Böbrek hastası olan da çok. Biri özel, derme çatma iki klinik var. Mahmur’un içme suyunun hasta ettiğine inanıyorlar. Pek çoğunda tozdan ötürü alerji var. Öyle zamanlar olurmuş ki, tozdan göz gözü görmezmiş.

Çalışmayanların günlük yaşamı ya evlerde televizyon karşısında ya da çay ocaklarında geçiyor. Hemen her evin televizyonu ve çamaşır makinesi var. Kampta en çok seyredilen kanal Roj TV. Türkiye’de olup bitenlere inanılmayacak kadar ilgililer. Haber kanalları revaçta.


Mahkeme yerine ‘respi’

Dört semt var Mahmur’da, ‘beşinci semt’ mezarlık, en sorunsuz semt burası. Mezarlık varsa, tarih de vardır. İki cami iki de imam var. Minaresiz camilerin hoparlörlerinden beş vakit ezan okunuyor. Sorunları komiteler çözüyor. Daha büyük sorunlarda da devreye ‘respiler’ (ak sakallı heyeti) giriyor. Mahkeme ya da hapishane yok. Yazılı kurallar ya da tabi oldukları bir yasa yok. Asıl olan genel ahlak kuralları. Hırsızlık çok nadir görülüyor; “yeterli terbiye görmemiş çocukların işi.” Cinayet hiç işlenmemiş. Kapılar kilitsiz.


Kampta Kurmanci eğitim

Mahmur’daki okullarda Kurmanci ders kitapları okutuluyor. Üzerinde BM’nin de mührü olan diplomalar dünyada muteber, Türkiye’de geçersiz.

Mahmur Kampın’ın içindeki en temiz ve yeni binalar okullar. Kapısını çaldığım okulun girişinde şu tabela asılı: “Dıbıstana Navîn Ya Şehid Jiyan” (Şehid Jiyan Ortaokulu)

İçeri giriyorum, odanın kapısında bir adam karşılayıp elini uzatıp kendini tanıtıyor: “Mamustsa Hawar” (Hawar öğretmen). Dünyada Kurmanci lehçesinde eğitim verilen tek yer Mahmur Kampı’nın okulları. Fotokopiyle çoğaltılmış, Kurmançi ders kitapları hazırlamışlar. Sınıflarda, kara tahtanın üzerinde Abdullah Öcalan’ın çerçevelenmiş fotoğrafı asılı. “Bu okulları yoktan var ettik” diyor Şırnaklı Hawar Güngen; kurdukları eğitim sistemini anlatıyor:

“Mahmur’da üç tane ilkokul, bir tane ortaokul, bir tane lise, üç tane de ana okulu var. Öğrenci sayımız 3 bini bulur. Türkiye’den 1994’te çıktım. Lise öğrenimimi tamamlamış, üniversite sınavlarına girmiştim. Fakat sonuçlar açıklanmadan kaçıp Irak sınırını aştık. Şırnaklıyım. İlk olarak eğitime Haftanin bölgesindeki kamplarda başladık. Yoktan var etme düşüncesiyle, liseyi bitirmiş birkaç arkadaş, mülteci çocuklara bir şeyler öğretmek için arayış içine girdik. Biz o dönemde kendi dilimizi bilmiyorduk. Araştırmalar ve tartışmalar sonucunda önce biz Kürtçe öğrendik, ardından öğrendiklerimizi çocuklara öğretmeye başladık. Celalettin Bedirhan’ın hazırladığı Latin Alfabesi ile Kurmanci eğitimlerini sürdürdük. Şu anda dünyada Latin harflerle anaokulundan lise düzeyine kadar Kurmançi eğitim verilen tek yer Mahmur’dur. Şimdi okullarımızdan mezun olan öğrencilere verdiğimiz diplomaların üzerine üç mühür vuruluyor. Birinci mühür bize ait. İkincisi Federal Kürt hükümetinin mührü ve üçüncüsü Birleşmiş Milletler’in. Uluslararası alanda bizim verdiğimiz diplomalar geçerli. Mezun olan çocuklar, Kürdistan’ın her bölgesinde üniversite eğitimi alabiliyor. Üniversiteyi kazanan öğrencilerimiz Kürdistan üniversitelerinde Arap alfabesiyle Soranice lehçesinde eğitim alıyorlar. Selahaddin Üniversitesi’nde birinciler hep Mahmur’dan çıktı.


Fiyatlara denetim

Belediye başkanı ve meclis üyeleri verdikleri hizmet karşılığında maaş almıyorlar. Temizlik işçileri için ayda 250 – 300 dolar gibi bir maaş belirlenmiş. Kampta internet kafe, sayıları on civarında bakkal, tamirci, berber, terzi gibi dükkânlar göze çarpıyor. Dükkânlarda fahiş fiyatla mal satmak yasak. Dükkânlar tüm evler gibi derme çatma. Yarın gitseler, arkalarında üzülecekleri bina olmayacak.


Evlilikler kamp içinden

Evlilikler genellikle kamp içinden. Başlık parası meclis kararıyla yasaklanmış. Zaten kadın meclisi de karşıymış. Ama ‘düğün parası’ adı altında erkek tarafından belli bir para isteniyormuş el altından. Resmi nikâh yok. Boşanmalarda da belediyeler aracılık yapıyor. Eğer evde şiddetle karşılaşan bir kadın varsa derhal korumaya alınıyor.


Ortak çığlık: ‘Yeter artık, 17 yıl sürgünde geçti’

 Sacide Sezek, Mahmur sakinlerinden. 45 yıllık hayatının 17 yılının sürgünde geçtiğini söylüyor. Ortada bir beşik var: İkinci torun. Birincisi dikkatle babaannesini dinliyor. Şırnak’ın Silopi ilçesi Bılga Köyü’nde ailesiyle birlikte yaşamını sürdürürken, bir gün gitmek zorunda kalmışlar. Niye? Sacide Sezek’in hikâyesi, Mahmur’un ortak tarihi gibi:

“1993 yılında evimize baskın oldu. Toprağımız çok fazlaydı. Yeterdi bütün ihtiyaçlarımızı karşılamaya. Çok sık ev baskını oluyordu. Uçaklar köyümüzü vurdu, ardından askerler geldi. Köyün bütün erzaklarını bir yere toplayıp kasaturalarla parçaladılar. Hayvanlara verdiğimiz zehirli ilaçları erzakların üzerine attılar. Köyün erkeklerinin birçoğunu yakaladılar, hayvanlarımız telef oldu. Köyü bıraktık, her birimiz bir yerlere dağıldık; Adana, Şırnak, Silopi… Biz Silopi’ye gittik. Burada da baskılar artarak devam etti.

Sonra sınırı geçtik. İlk olarak Şeraniş’e geldik. Beş kişiydik. Çocuklarım yanımdaydı. Üç gün yürüdük. Dördüncü gün Şeraniş’e vardık. Buradan itibaren Mahmur’a gelinceye kadar yedi kamp değiştirdik. Bize yapılan saldırılarda pek çok komşumuz öldü. İki küçük çocuğum açlıktan ölecekti. Meşe palamudunu dövüp çocuklara yedirmeye çalışıyorduk ölmesinler diye. Artık onu da yiyemez oldular. Kampın içine sürekli ateş ediyorlardı. Bir yıl sonra Etruş’a getirildik. Oradan da Ninova’ya.

Günlerden 13 Şubat’tı. Tampon bölgedeki Ninova akrep doluydu. Komşu köylerden silah sıkıyorlardı. Saldırılarda kampın erkeklerinden dördü öldü, çok yaralı verdik. Bir yıl sonra yine 13 şubat günü artık burada kalamayacağımızı söylediler. Hayvanlarımızı dahi alamadık. Küçük kızım, ‘keçilerimi aldılar’ diye sürekli ağlıyordu. Haziran ayının başında da Mahmur’a geldik. Çok sıcaktı. Tatlı su yoktu. Her taraf akrep. Suyu içenler hemen hastalanıyordu. Sayımız on bindi. Tankerlerle su geliyordu ama iki bidon bile alamıyorduk. Elektrik, çadır da yoktu. Derme çatma bir şeyler yapıp altına girdik. Her an dönebileceğimizi düşündüğümüz için yerleşmedik. Sonra su ve elektrik geldi. 2003’ten sonra çalışma imkânı verdiler. O dönemde çok rezalet yaşadık, çok hastalıklarla boğuştuk. Şimdi durum biraz daha iyi. İnsan gibi yaşamak istiyoruz; kimliğimizi, dilimizi bilmek, ona uygun yaşamak. Bütün insanlığın bir önderi var. Önderimizi yakalamışlar, dört duvar içine tıkmışlar. Önderimiz özgür olsun. Bütün herkes Kürtlere destek versin ki, haklarımızı alalım. Yeter artık. 45 yaşıma geldim. Hayatımın 17 yılı sürgünle geçti.