Söyleşi

Abdullah Gül'e Köşk'e 5 yıl için çıktığı söylendi

AKP kurucusu ve eski Başbakan yardımcısı Ertuğrul Yalçınbayır, T24 için AKP'ye ilişkin görüşlerini dile getirdi, sorularımızı yanıtladı.

02 Mart 2010 02:00

Selin ONGUN / [email protected]

T24 - Bu söyleşide okuyacağınız Adalet ve Kalkınma Partisi’ne (AKP) yönelik eleştiriler sade bir parti üyesine ait. Ama, işte orada şişman bir parantez açmak gerek. Nedeni belli; AKP’nin kurucuları arasında, parti tüzüğünü ve programını oluşturanlardan, Başbakan Yardımcılığı, parti genel sekreterliğinde bulunmuş bir isim Ertuğrul Yalçınbayır.

Siyasete 1970'li yıllarda CHP'de başlayan Yalçınbayır, 1995'te RP'li, 1999'da ANAP'lı, 2002'de de AKP'li olarak Meclis’e girdi. 22 Temmuz 2007’den bu yana kendi deyimiyle “sade bir parti üyesi” ve “her daim yaylacı.” Aslında Yalçınbayır’ın değişmez partisi, Meclis lisanına göre “sesi kısılamayan milletvekillerinin” oturduğu arka sıralar, yani “yayla” bölgesi. Yalçınbayır’a göre “yayla partisi”nin lideri “Anayasa, parti programı ve parti tüzüğü.”

Meslekten hukukçu olan Yalçınbayır ile 20, 21 ve 22. yasama dönemlerinde parlamentoda temsil ettiği Bursa’da görüştük. Söyleşi esnasında sesi kısık olan televizyonun ekranından “Çankaya’daki Balyoz Zirvesi”ne dair alt yazılar geçerken, Yalçınbayır Ankara’ya uzak ama bir o kadar yakın ve içeriden eleştirilerde bulundu. Yalçınbayır; yolsuzluk, yoksulluk ve yasaklara karşı kurulan AKP'den sonra “Y'lerin arttığını” belirtiyor ve bunları “yiyicilik, yalakalık, yobazlık” diye sıralıyor. Abdullah Gül'e Cumhurbaşkanlığı'na aday olurken beş yıl için seçileceğini söylediğini, Gül'ün bu durumu bilerek Köşk'e çıktığını söylüyor. Güncel tartışmaya da değinen Yalçınbayır, “AKP kurulurken askeri vesayeti hiç düşünmediklerini” belirtiyor.

Belirtmek gerek; Abdullah Gül’ün Başbakan olduğu 58’inci Hükümet'te Başbakan Yardımcılığı görevinde bulunan Ertuğrul Yalçınbayır, ne parti kurdu, ne de partisi AKP’den gürültü ile ayrıldı. Önce Yalçınbayır’ın gündeme dair hiç de kekeme olmayan eleştirilerini madde madde aktaracağız, ardından da sorular:

AKP kurulurken askeri vesayet tartışması yaşandı mı, kurucuların böyle bir gündemi var mıydı? Başbakan Tayyip Erdoğan, Yalçınbayır’ın ismini neden çizdi? AKP 367 krizine karşı neden önlem almadı? Erdoğan’ın Başbakanlık koltuğuna oturduğu 59’uncu Hükümet nasıl kuruldu? Erdoğan bakanlardan istifa için boş kâğıda imza isterken Abdullah Gül’den de aynı talepte bulundu mu? Cumhurbaşkanı’nın görev süresi tartışmasını Abdullah Gül ve Tayyip Erdoğan arasındaki hangi söz çözecek? Ahmet Necdet Sezer, Yalçınbayır'a Anayasa kitapçığını fırlatma krizinin perde arkasını nasıl anlattı?

Ertuğrul Yalçınbayır, www.t24.com.tr için AKP'ye ilişkin görüşlerini dile getirdi, sorularımızı yanıtladı.


'Partiyi kurarken ‘3Y’ye dikkat dedik, ama Y’ler arttı; yandaşlık, yobazlık, yalakalık, yiyicilik, yağcılık…’


Bu tabirleri kullandığım için bağışlayın fakat demokrasinin en büyük düşmanı yağcılık ve yalakalıktır. AK Parti’yi kurarken “Üç Y” demiştik; yolsuzluk, yoksulluk, yasaklar. Bu “Üç Y” ile yine “Üç Y” mücadele edecekti; yasama, yürütme, yargı. Ama Y’lerin sayısını arttırırsanız, yozlaşma, yağcılık, yalakalık, yobazlık, yiyicilik, yandaşlık gibi Y’ler eklerseniz, bu işin sonu gelir. İçinizde programı, tüzüğü hatırlatan, yanlış uygulamalar konusunda uyarı yapan kişiler bulunsun. AK Parti içinde bunu yapacak, apoletleri sökülmeyen “Abi” rolü oynayabilecek önemli insanlar mevcut. Örneğin Sayın Bülent Arınç. Ama kendisi bu rolü üstlenmesi gerekirken çok fazla konuşuyor, bazen faul yapıyor. Seçimi kazanmanız önemli değil. Karambol siyaseti yapmadan, kaliteli oynayarak, faul yapmadan oyunu oynamak gerek.


'Ortak akıl dedik, zümrenin aklına emanet olduk'


Biz bu partiyi ortak akıl ve ortak emek üzerine kurduk. Düşünceler korkusuzca, özgürce söylendiği takdirde ortak akıl teşekkül eder. Aksi takdirde tek akla, birkaç kişinin, bir zümrenin aklına emanet olursunuz. Milletvekilleri korktukları, sindirildikleri, azarlandıkları, disiplin tehdidi altına oldukları ortamda düşüncelerini özgürce söyleyemiyorlarsa ancak kalpleri ile buğz ederler. Bu da demokratik toplumlarda değil, antidemokratik toplumlar ve uygulamalarda olur. Sözünüzü söyleyip karar vericileri etkiliyorsanız, siz varsınızdır, demokrasi vardır, özgürlük vardır. Bunları yapmıyorsanız siyasetin büyük vesayetini görürsünüz. Parti içindeki azınlık görüş sahiplerinin hukukunun korunması AK Parti’nin programında mevcuttur. Bu program Tayyip Bey’i de bağlar diğer üyeleri de.


‘Tehlike, lider sultası altında parlamenter sistemin ortadan kalkmasıdır’


Biz lider sultasından kurtulmak üzere bir parti kurduysak bunun aksine yönelik davranışları işaret ederek partinin programının uygulanmasını isteme ve bunları söyleme hakkımız vardır. Eğer bunu ıskalarsanız bir rejim krizi de doğar. Tehlikeli olan da budur; parlamenter sistemin ortadan kalkması. En önemli demokratik açılım Ankara’ya gidenlerin demokrat olmalarını sağlamaktır.


‘Anayasa’ya aykırı kanunlar çıkarıldığı açıktır’


Bir dönemde çıkarılan 370 kanunun 70’e yakını Anayasa Mahkemesi’nde yürütmeyi durdurma ya da iptal kararıyla dönüyorsa burada bir kalitesizlik vardır. Meclis zaman zaman Anayasa’ya uygunluğu göz ardı etmiştir. Anayasa Mahkemesi’nin bazı kararları itibariyle eleştirilebilirliliğini kabul etmekle birlikte Anayasa’ya aykırı kanunlar çıkarıldığı açıktır.


‘HSYK kararı yerinde, doğru, hukuki ve idari bir karardır’


HSYK’nın Erzurum'daki savcılara verdiği özel yetkiyi geri alması idari ve doğru bir karardır. Bu, yargılamaya müdahale etmek veya yargılamayı etkilemek değildir. Yetkisiz kişinin tasarrufunun ortadan kaldırılması da değil, yetkilerinin elinden alınmasıdır. Tamamen hukuki nitelikte bir karardır. HSYK’nın özel yetki verdiği kişilerden, idare hukukundaki paralellik ilkesi gereğince, bu yetkileri geri alma yetkisi de vardır.


Hukukçu kurmayları Başbakan’ı yanıltıyor’


Hukukçu kurmayları Sayın Başbakan’a hukuka uygun mütalaalar vermiyor. Siyasi sonuçları olan mütalaalarda bulunuyorlar. Bu yanıltmalar geçmiş dönemde de olmuştur. Onlar hukukun yanında olmaları gerekirken, siyasi görüşlerinin emrinde olmuşlardır. Hukuk yoluyla demokrasi yapmakla ilgili hukukçu kurmaylarının belirlenmesi çok önemlidir. Hukuk kanunun üzerinde olan bir hadisedir. Başbakan’ın ya da diğer bakanların kendilerine mütalaa verecek hukuk danışmanlarına özgürlük tanımaları gerekir. Hukuk kurmayları, kendisinden mütalaa isteyen kişinin arzusunu dikkate alıp ona göre mütalaa veriyorsa, kişinin isteğine aykırı bir mütalaa verilmesi halinde kendisinin görevden alınacağı, tasfiye edileceği, bir daha milletvekili olamayacağı, apoletlerinin söküleceğini tahmin ediyorsa, özgürlükleri sınırlıdır.


‘Sadullah Ergin ABD'de Adalet Bakanlığı yapamazdı’


AK Parti Tüzüğü'nün 21’inci sayfasında “Demokrasinin hukuk yoluyla varlık kazandığı demokratik hukuk devleti” ibaresi mevcuttur. Hukukun üstün kurallarını ihmal ederek demokrasi olmaz. Bir denetim mekanizması, kurallar manzumesi olmalıdır. Sayın Sadullah Ergin’in HSYK kararına ilişkin “ yetki gaspı” sözleri kabul edilemez. Hükümetin hukuken ve siyaseten bunlara girmemesi daha doğruydu. Ne yapabilirdiler; “Anayasa’nın HSYK kararlarını yargı denetimine kapatan 159’uncu maddesinde değişikliğe gidelim ki bu kararlar yargı denetimine açılsın” diyebilirlerdi. Siyasi etik kuralları önemlidir. Sayın Sadullah Ergin Antakya Doğumevi ihalesinin kimlere verilmesi yönünde el yazısını taşıyan notun kendisine ait olduğunu yalanlamamıştır. Sadece bu ihalelerin o notta adı geçen kişilere verilmediğini söylemiştir. Bu konuda da iki mahkeme kararı mevcuttur. Bunlar milletvekilliği ile bağdaşmaz, etik değildir. Bir Adalet Bakanı böyle etik değerlerden yoksun olmamalıdır. ABD'de bir Adalet Bakanı adayı yanında kanunsuz işçi çalıştırdığı için bakanlığa gelememiştir. Sayın Ergin ABD'de olsa Adalet Bakanlığı yapamazdı.


'Sami Selçuk gibi biri Adalet Bakanı olmalı’


Hükümette bir değişiklik yapılmalı; Adalet Bakanlığı’na Sami Selçuk gibi siyasete girmeyen, toplumda güven uyandıran, tecrübeli bir isim getirilmeli. Buna şiddetle ihtiyaç var, AK Parti’nin programında dışarıdan bakan atama ile ilgili geniş hükümler bulunmaktadır. Sayın Ahmet Davutoğlu’nun dışarıdan hükümete dahil edilmesi gibi Sami Selçuk’un da Adalet Bakanı olmasını isterim.


'Hoşgörüsüzlük de parti kapatma sebebidir, konuşmalara dikkat’


Partiler kapatılırken devlet onları susturdu. Ama parti yönetimleri de antidemokratik uygulamalarla üyelerin ağızlarını kapattı. Parti içinde bu noktada bir muhasebe yapılması gündeme gelmiyor. Elbette kapatılma tehdidi altında bir partinin siyaset yapması mümkün değildir. Ancak Yargıtay Başsavcısı yetkiler dahilinde rutin görevini yapıyor. “Savcı gazete kâğıtlarını topladı, kapatma için düğmeye bastı” şeklinde bir anlayış etik ve doğru değildir. Bu noktada Fazilet Partisi’nin kapatılmasından önceki süreçte Meclis Uzlaşma Komisyonu’nda Sayın Mehmet Ali Şahin’in zabıtlara geçen şu sözünü hatırlatmak isterim. Sayın Şahin’in “Bir parti hakkında kapatma davasının açılması bile fevkalade önemli bir konudur” sözünü partililer dikkate almalıdır. Venedik Kriterleri’ne göre hoşgörüsüzlük de bir kapatma sebebidir. Son zamanlarda bazı bakan ve milletvekillerinin konuşmaları hoşgörüsüzlükle özdeşleşmektedir.


'Türkiye, Ergenekon'da adil yargılama açısından AİHM'de mahkûm olacak’



Meclis’te “torba kanun” denen bir olay vardır. Birçok kanunda değişiklik tek bir torba kanunla yapılmaktadır. Korkumuz, Ergenekon’un (hukuken bu ismi kullanmanın yanlış olduğuna dikkat çekiyor) bir torba davası olmasıdır. Hukuka aykırı birçok şey iddia edilebilir, ama bunların tek bir dava içinde yer alması bana “torba kanun” anlayışını hatırlatıyor. Usul hükümlerinin dikkate alınmaması, adil yargılanma hakkı bakımından bu dava neticesinde Türkiye AİHM’de epey mahkûm olacaktır.


‘Tayyibe kelime-i Tayyib gerekir’


Şu benzetmeyi zaman zaman yaparım, Tayyibe kelime-i Tayyib gerekir. Kelime-i Tayyib, güzel sözdür. Ama bu güzel sözler iyi davranışlarla taçlandırılmadıkça hüküm ifade etmez. Söz ve eylem, eylem ve işlem arasındaki uyum önemlidir. Bunu yapmıyorsanız orada bir zafiyet vardır.


‘Onlar için faullü görünen çok hareketim oldu ve…’


- Şimdi bu değerlendirmelerinizden sonra birçok akıldan benzer bir yorum geçebilir: “Başbakan, isminizi eleştirileriniz nedeniyle mi çizdi?”

Sayın Başbakan’ın kişisel tasarrufudur. Onlar bakımından benim faullü görünen çok hareketim olmuştur.

- Ne gibi?

Zannediyorum; 1 Mart Tezkeresi, Cargill Yasası, dokunulmazlıklar, mal bildirimlerinin açıklığı, harç-haraç meselesi, 1 Mayıs’ın tatil ilan edilmesi, (Bu kanun 23. dönemde çıktı). Meclis CHP tarafından olağanüstü toplantıya çağrıldığında orada bulunan tek AK Parti’li olmam, birçok kere aykırı oy kullanmam ve konuşmam... Bakın ben tüzük ve program çerçevesinde konuşuyorum. Benim bunları uygulanmasını isteme hakkım var. Ama siz bunu yaptığınız diye “fitne, fesat, bozgunculuk” yapan olarak görülüyorsanız orada sorun vardır. Ne söylediğine bakmak yerine “CHP’liler gibi konuşuyorsun” diyerek politika yapamazsınız.


'367’nin ciddi sorun olduğunu söyleyince CHP’liler gibi düşünüyorsun dediler’


- Erdoğan'a “Köşk'e çıkmayın” dediğiniz bir efsane midir?

Tarihe tanıklık itibarıyla bunların söylenmesinde beis görmüyorum. Evet, Sayın Başbakan’a 30 kişinin olduğu bir ortamda bunu söyledim. Cumhurbaşkanı’nın uzlaşmayla seçilmesi gerektiğini, Anayasa’nın da bu doğrultuda olduğunu, 367 konusunun ciddi bir konu olduğunu, 367’nin yeni olmadığını, Sayın Erdoğan Teziç’in “Anayasa Hukuku” kitabında da yer aldığını, bunu da Sayın Gül’e takdim ettiğimi ifade ettim. Ayrıca şunu da belirttim; “Sayın Özal’ın seçimine itiraz olmadığı söyleniyor, ama bu doğru bir yorum değil. Çünkü Meclis kararları, Çumhurbaşkanı seçimi dahil, Anayasa Mahkemesi’ne gitmez. Fakat 1996 yılında Meclis İçtüzüğü’nün 121’inci maddesinde değişiklik yapıldı. Cumhurbaşkanı seçimi eylemli olarak İçtüzük değişikliği niteliğinde değerlendirilerek Anayasa Mahkemesi’ne gidebilir. Ve bununla ilgili karar verilebilir. Bütün bu uğraşlardan sonuç alamıyorsanız İçtüzüğün 121’inçi maddesini değiştirin, Anayasa Mahkemesi’ne gitmenin önünü tıkayın. Anayasa’nın 96’ıncı maddesinde yazılı “Anayasa'da başkaca bir hüküm yoksa” ibaresini değiştirin ki, bu madde Cumhurbaşkanı seçimine işaret ediyor. Nitekim daha sonra Anayasa’daki bu ibare kaldırıldı.

- Bu konuşmalar ne zaman oldu?

Efendim ben bunları adaylık sürecinden önce Sayın Gül’e de ifade ettim. Ben 367’nin çok ciddi bir sorun olabileceğini 2006 yılının Aralık sonunda Bursa’daki bir bayramlaşmada ifade ettim. Bana “CHP’liler gibi düşünüyorsun” diyenler oldu. Oysa bir tehlikenin varlığından söz ediyorum. Bir risk varsa, siyaset kurumları o riski ortadan kaldırmalıdır.

- Tayyip Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı adaylığına neden karşıydınız?

İki nedeni vardı; kendisine ifade ettim. “Sizin adaylığınıza karşı olmamın iki nedeni var, dedim. Bir, siz teşkilatçısınız. Küçük yaştan itibaren teşkilatta her kademede görev aldınız. Cumhurbaşkanlığı makamı tarafsız ve bağımsızdır; teşkilatçılıkla bağdaşmaz.” Bu benim görüşüm, aksini düşünüp Demirel örneğini verenler çıkabilir.

- İkinci nedeniniz?

“İki; siz icraatçısınız. Siz projelerin hazırlanmasından itibaren her safhada yer alırsınız. Bir misyonuz var. Bu da Cumhurbaşkanlığı makamıyla bağdaşmaz” dedim.

- Söylediklerinize katıldı mı kendisi?

Fikir beyan etmedi, teşekkür ederek dinledi. Ama orada bulunan Bekir Bozdağ, özellikle hukuki tahminlerimin hukuka aykırı olduğunu, 367’nin olamayacağını, İçtüzük 121’in sadece Anayasa hükmünün tekrarından ibaret bir madde olduğunu, bu nedenle bunlara itibar edilmemesi gerektiğini söyledi.


‘Sezer Anayasa’yı fırlatmamış, eliyle masaya sürmüş’


- Ahmet Necdet Sezer'in ismini Cumhurbaşkanı adayı olarak ilk siz telaffuz etmiş, seçiminin ardından “İyi ki Sayın Sezer Cumhurbaşkanı ” demiştiniz. Milli Güvenlik Kurulu’ndaki “Anayasa kitapçığı fırlatma” hadisesinde ne düşündünüz?

Ben bu hadiseyi Sayın Sezer’le görüşmüştüm, Sayın Sezer bunun bir fırlatma olmadığını ifade etmişti. Bakınız yuvarlak bir masa, masada Başbakan Bülent Ecevit, Mesut Yılmaz, Devlet Bahçeli ve Hüsamettin Özkan var. Hüsamettin Özkan, “Denetimin denetimi olur mu?” diyor. Sayın Cumhurbaşkanı “Alın Anayasa’ya bakın” diyerek, doğal bir refleksle kitapçığı masanın üzerinden eliyle sürüyor. Bu bir fırlatma değil.

- Öyle ise o masada bulunanlar mı çarpıttı bunu?

“Bize Anayasa’yı masanın üzerinden kaydırarak uzattı” demek var, bir de “Anayasa’yı fırlattı” demek. En kabul gören şey “fırlattı” oldu. Sayın Sezer de kendine has üslubu olan bir kişi, bu konuda tartışmalara girmekten kaçındı.

- Sezer gibi Abdullah Gül’ün için de “İyi ki Cumhurbaşkanı oldu” fikrinde misiniz?

Ben Sayın Gül’ün AK Parti grubunda o görevi üstlenecek en uygun kişi olduğunu düşünüyorum. Ama bu demek değil ki, Sayın Gül’ün tutum ve davranışları eleştirilemez. Demokrasi seçilmişin seçilmişliğini tanımaktır. Bir kişi rektör seçildiyse onun seçilmişliğini tanımak gerekir. Geçmişte eleştiri konusu olan uygulamalar tekrar ederse orada bir sıkıntı vardır. Siz kendi seçilmişliğinize saygı ifade ederken başkasının seçilmişliğine saygı duymalısınız.


“Tayyip Bey bakanlardan istifa için boş kâğıda imza atmalarını istedi’


- Konu Abdullah Gül ve Tayyip Erdoğan, “Başbakanlık-Cumhurbaşkanlığı” olunca aslında hep aynı dönem merak ediliyor; Tayyip Erdoğan’ın Başbakanlık koltuğuna oturduğu 59’uncu Hükümet nasıl kuruldu?

Bakınız konuşmamız boyunca etik değerlere atıfta bulundum. Bu husus da Tayyip Bey ile özel bir konuşmamızdı. 59’uncu Hükümet kurulacak, Tayyip Bey bütün bakanları yanına çağırdı. Benim de önüme boş bir kâğıt sundu. “İmzala” dedi. “Nedir bu?” diye sordum. “Ben istifaları peşin alıyorum” dedi. “Bakanların istifalarını peşin alma, Özal mantığıdır. Bu hukuka uygun değil” dedim. “Ama sen milletvekillerini belirleyen komisyonda bulundun, insanların nasıl davrandığını gördün” dedi. Aslında Tayyip Bey’in dediği doğruydu; bunların hepsini gördüm. En üst düzeyde bürokratların, müsteşarların, valilerin milletvekili olabilmek için nasıl kulis yaptıklarını gördüm. Tayyip Bey bu tip durumlara atıfta bulundu. Dedim ki “Bu bakanlar sizin en yakın çalışma arkadaşlarınız, kime ayrılın derseniz, o kişi ayrılır. Diğer bakanların bu konudaki tutumu nedir bilemiyorum, ama benim fikrim budur efendim” dedim. “Senin tavrını koyan hiç olmadı, herkes imzaladı” dedi. “Müsaade edin, aranızda farklı düşünenler de bulunsun. Onlara da tahammül edin” dedim, konuşma bitti.

- Siz imzalamadınız yani?

Bu imzanın hiçbir hukuki boyutu olmadığını dile getirdim ve konuşmamız o şekilde bitti. Daha sonra Erkan Mumcu ile Abdüllatif’e (Şener) sordum. “İmzaladık” dediler. Nedenini de “Ne yapalım” diyerek ifade ettiler.

- Abdullah Gül de imzaladı mı acaba?

Zannetmiyorum. Abdullah Gül ve Tayyip Bey arasında nezaketen ve saygı olarak derin bağlar vardır.


'Gül, aday olurken 5 yıl için seçildiğini biliyordu’


- Gül Köşk'te “5+5” formülüne gönüllü olmazsa derin bağlar nasıl işler?

Bu konuda birbirlerine verdikleri sözleri yerine getireceklerini düşünüyorum.

- Gül, “Beş yılda anlaşmıştık. İniyorum, sıra Tayyip Bey’de” mi diyecek?

Sayın Gül’e ifade etmiştim; “5+5 yanlış, hele bu yetkilerle 7 yıl seçilmek fevkalade yanlış. Yetkilerle birlikte düşünmek zorundasınız. Bu yetkileri düzenlemeden sadece seçilmeye yönelik bir iş yaparsanız sistemi tıkarsınız. Tayyip Bey ile diyaloglarınız iyi olabilir. Ama kalıcı bir sistem kuruyorsunuz. Her zaman için Cumhurbaşkanı ile yasama ve yürütme arasında sürtüşmeler olur. Bu sistemin doğal soncudur. Bunlara fırsat vermeyin, Türkiye hukuki ihtilaflarla yaşayan bir ülke, açık ve net maddeler koyarak doğabilecek tartışmaları önleyin.” Yani Abdullah Bey beş yıllık süre için seçildiğini biliyordu. Bunları tartışanlardan biriyim. Abdullah Bey bunları bilerek aday oldu. Etik değerler Abdullah Bey’in şimdiden “Ben beş yılın sonunda ayrılacağım, aday olup olmamaya o zaman karar veririm” demesinden yanadır.

- Ya Gül beş yılın sonunda ayrılmaya gönüllü olmazsa?

Anayasa, “Cumhurbaşkanı seçiminin nasıl olacağı kanunla düzenlenir” diyor. Ama kanun yok. Bu kanunun çıkarılması lazım. Bu kanun çıkarıldığında da “Süre 7 yıldır, bundan sonraki süreçte 5 yıl” gibi bir hüküm olursa, o zaman da CHP Anayasa Mahkemesi’ne gidebilir.

- Diyelim ki beş yılın sonunda bunların hiçbiri olmadı, Gül çekilmedi, kanun da çıkarılmadı?

O zaman Yüksek Seçim Kurulu, genel hükümleri dikkate alıp seçim takvimini belirleyebilir.

- Böyle bir şeyi YSK yapar mı?

Eğer yaparsa şu var; YSK’nın yargı denetimi yok. Kararlar kesin.


'Gül, 5 yılda Köşk'ü bırakır, AK Parti’nin başına geçmez ama…’


- Hukuki kaostan bağımsız olarak Erdoğan ve Gül arasında kaos olursa?

Ben Sayın Gül’ün beş yılın sonunda, ama yasa gereği, ama kendi iradesiyle ayrılacağını düşünüyorum. Partinin başına geçeceğini de düşünmüyorum.

- Neden?

Sayın Gül ile yaptığımız bir konuşmada, “Türk siyaset adamlarının dünyadaki diğer kurumların başına geçmesi için çalışmalıyız” fikrinde mutabıktık. Bu kapsamda kendisinin uluslararası nitelikte Türkiye’nin propagandasını yapacağı bir konumda yer alacağını düşünüyorum. Kaldı ki şık olan da AK Parti’nin başına geçmek değildir. Zaten bir parti kendini yenilemiyorsa, Tayyip Bey’den sonra lider olarak bir başka kişi çıkmıyorsa, o parti iflas etmiştir. Bülent Arınç’ın diline dikkat etmesi gerekirdi, o fırsatı kaçırdı, Abdullatif (Şener)  o treni kaçırdı.


'Önce ‘abi’, sonra ‘bey’, ardından ‘siz’, sonra ‘sen’ ve şut!’


- Tayyip Erdoğan’ın AK Parti’nin devam etmesi için yeni bir isme el vermesi ihtimal dışı mıdır?

Şöyle, Türk siyasetinde liderler bu şıkkı benimsemiyor. Karizmalarının önüne geçecek yeniler istemiyorlar, bir de tabii benim gibileri! (Gülüyor) O zaman ne oluyor; önce “Abi”, sonra “Bey”, ardından “Siz”, en sonunda da “Sen” diyerek şut!

- Üç liderle de yakın mesai yaptınız. Necmettin Erbakan, Mesut Yılmaz, Tayyip Erdoğan... Hangisinde ses ayarınız daha çok kısıldı?

Erbakan belirli tarzının eşliğinde son derece nazik, aykırı olanı da dinleyen biridir. Mesut Bey’in donanımı gayet iyidir. Hatta kendisinin siyasetle uğraşmadığı 58’inci Hükümet döneminde “Avrupa Birliği yolunda bize yardım edebilecek en önemli kişilerden biridir” diyerek teklifimi sunmuşumdur. Tayyip Bey’in iş takipçiliği, bitiriciliği, demokratik niteliklerle taçlandırılmış olsa daha iyi sonuç alması bakımından önemlidir. Ama ANAP dönemi benim için demokratik olarak tavır koyabildiğim, daha demokrat bir süreçtir.

- CHP’de başladığınız siyaseti RP, ANAP, AKP’de sürdürmeniz nedeniyle “Neden bu kadar parti gezdiniz?” sorusunu nasıl cevaplarsınız?

Siz partileri saymakta zorlanıyorsunuz değil mi? (Gülüyor) Ben de liderle takışmaktan yoruldum. Bu da benim zaafım. Ancak ben bu “takışmayı” hiçbir zaman meslek haline getirmedim. Tayyip Bey ile parti kurulmadan önceki ilk görüşmemizde de dile getirmiştim. Kendisi de “Biz özgür düşünceden yanayız. Anayasa Komisyonu’ndaki görevlerinizi biliyorum” demişti.


'AK Parti kurulurken askeri vesayeti hiç düşünmemiştik’


- Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Ömer Dinçer, Başbakanlık Müsteşarlığı döneminde yoğunluk kazanan darbe planlarından haberdar olduklarını söyledi. Siz Başbakan Yardımcılığı yaptığınız, MGK toplantılarına katıldığınız dönem ve takibinde bu tip planlardan haberdar mıydınız?

Hayır efendim, bulunduğum hiçbir ortamda böyle bir bilgi ya da belgeyle karşılaşmadım.

- Bakan Dinçer’in sözleri Başbakan ya da hükümet tarafından yalanlanmadı ama?

Tekrar ediyorum, ben böyle bir şeye hiç tanık olmadım. Zaman zaman tedirginlikler ya da birtakım dedikodu ve senaryolar oluyordu. Fakat bu noktada şu sözümü hatırlatmak isterim; Ankara çoğunlukla siyaset değil, dedikodu ve senaryo üretme başkenti olur. Bu çerçevede benim tanıklıklarım bu mahiyette duyumlardan öteye geçmemiştir. Şu da var; Sayın Dinçer darbe planlarından haberdar olduklarını söyleyince şu soru da gündeme geliyor; o halde neden şuç ihbarında bulunulmadı? Demek ki ellerinde yeterli bir doküman yoktu.

- AKP kurulurken, kurucular arasındaki görüşmelerde 'askeri vesayet'e dair endişeler gündeme gelir miydi?

Biz partiyi kurarken askeri vesayeti hiç düşünmemiştik. Tayyip Bey de her zaman asker ile ilişkilerde diyalog ve uzlaşmadan yana bir tavır koymuştur. Üyelere her daim sürtüşmeden kaçınılması gerektiğini ifade etmiştir. Kapatılma konusundaki tutumu da ilk günden itibaren nettir; “Biz kapatılmak için kurulan bir parti değiliz.”