ABD ve Çin arasında yeni bir 'Soğuk Savaş' mı başlıyor?
17 Mart 2021 14:52
ABD'nin yeni başkanı Joe Biden yönetiminden üst düzey yetkililerin Çinli mevkidaşları ile yarınki görüşmesi, dünyanın en önemli iki küresel gücü arasındaki ilişkilerin dinamiklerini tartma fırsatı sunacak.
ABD Dışişleri Bakanı Anthony Blinken ve Ulusal Güvenlik Danışmanı Jake Sullivan, Perşembe günü Çin'in en üst düzey diplomatı Yang Jiechi ve Dışişleri Bakanı Wang Yi ile Alaska'da görüşecek.
Toplantı öncesinde Blinken, bu görüşmenin "stratejik bir diyalog olmadığını" ve "şu aşamada temasların devamına dair bir niyet olmadığını" söyledi.
Blinken, "Bu temasların devamının gelmesi, Çin'e dair kaygı verici konularla ilgili somut ilerleme ve somut sonuçlar görmemize bağlı" dedi.
ABD ile Çin arasındaki ilişkiler son yıllarda giderek bozuldu ve daha da kötüleşeceğe benziyor. Sulliavan daha danışmanlık görevine atanmadan önce, Biden'ın Asya danışmanı Kurt Campbell ile birlikte Foreign Affairs dergisine bir yazı yazmış ve "Çin ile diyalog dönemi sona ermiştir" ifadesini kullanmıştı.
ABD-Çin ilişkilerinin yeni "Soğuk Savaş" şeklinde tanımlanması giderek yaygınlaştı. Bu niteleme, 20. yüzyılın ikinci yarısına damga vuracak şekilde ABD ile Sovyetler Birliği arasındaki uzun süreli rekabete yönelik kullanılıyordu.
Washington ile Pekin arasındaki ilişkinin nasıl tanımlanacağı, ne tür sorular soracağımızı ve hangi yanıtları alacağımızı belirlemek bakımından önemli. Bu tanım, politika seçeneklerinin parametrelerini belirler.
Tarihsel mukayeselere baş vurmak, seçenekleri, bağlamı ve açmazları netleştirmek açısından genellikle yararlıdır. Ancak bunun zararlı olabileceğini söyleyenler de var. Tarih bu şekilde tekerrür etmediği gibi, farklılıklar da benzerliklerden fazla olabilir.
Eğer "Soğuk Savaş" ifadesiyle birbiriyle uyuşmayan iki siyasi sistem arasındaki rekabeti tüm yönleriyle kapsayan büyük bir mücadele kastediliyorsa, ABD-Çin rekabetinin de ABD-Sovyet çekişmesinin yansımalarını taşıdığı söylenebilir.
Biden yönetiminin Mart ayı başında açıkladığı dış politika strateji belgesinde, daha "iddialı" bir Çin'in "ekonomik, diplomatik, askeri ve teknolojik gücünü birleştirerek istikrarlı ve açık bir uluslararası sisteme uzun süreli meydan okuma potansiyeline sahip tek rakip" olduğu ifade ediliyordu.
Biden yönetiminin Çin politikası, gerektiğinde Çin'e karşı koymaya, mümkün olduğunda da işbirliği yapmaya dayanıyor.
Çin de benzer bir yaklaşım sergiliyor; bir yandan ABD ile yapıcı ilişkiler kurmak istediği sinyalini verirken, kendi çıkarlarını geliştirmeye yönelik adımları sürdürürken - Hong-Kong'da demokrasi yanlılarını bastırmak, Sincan Özerk Bölgesi'ndeki Uygur Türklerine karşı (Blinken'in "soykırım" olarak nitelediği) tutumu utanmadan devam ettirmek istiyor.
Pekin de ABD sistemindeki bozuklukları gündeme getirme fırsatını pek kaçırmıyor. Eski başkan Donald Trump döneminde Covid-19 salgınının kötü bir şekilde ele alınması ve Kongre'ye baskın, Çin için kendi ekonomik ve sosyal modelinin daha üstün olduğunu ilan etme fırsatı sunmuştu.
"Soğuk Savaş" nitelemesi yüzeysel olarak uygun görünebilir, ama bu tanım ne kadar işe yarıyor? Orijinal Soğuk Savaş'ta Sovyetler Birliği ve müttefikleri dünya ekonomisinden yalıtık durumdaydı ve katı ihracat kontrollerine tabiydi. Çin ise tersine küresel ekonominin temel taşı ve ekonomisi ABD ekonomisi ile iç içe geçmiş durumda.
Orijinal Soğuk Savaş'ın, özellikle silah ve uzay yarışı bakımından önemli bir teknolojik boyutu olsa da, ABD-Çin arasındaki bugünkü rekabet, yapay zeka ve 5G gibi, toplumlarımızın bugün ve gelecekte işleyişi bakımından temel teknolojileri içeriyor.
Bugünkü küresel bağlam da farklı. Soğuk Savaş'ta dünya iki durağan kampa bölünmüştü ve önemli bir bağlantısızlar bloku da vardı (Batı bunu daha çok Sovyet yanlısı olarak görmüş olsa da). Bugün ise çok kutuplu bir dünyadayız, ama liberal dünya düzeninin kurumları hiç olmadığı kadar tehdit altında. Bu da Çin'in kendi dünya görüşünü empoze etmek istemesinde kaldıraç rolü oynuyor.
Ancak Soğuk Savaş modeli temel bir açıdan büyük tehlike de oluşturuyor.
Soğuk Savaş, iki tarafın da birbirinin meşruiyetini kabul etmediği, sıfır toplamlı bir siyasi mücadeleydi. ABD ve Sovyetler Birliği doğrudan çatışmaya girmemiş olsa da, dünyanın birçok yerinde vekalet çatışmalarında pek çok insan öldü. Son tahlilde, bir taraf yenilgiye uğramış oldu: Sovyet sistemi tarihin dalgasında savrulup gitti.
ABD-Çin rekabetinin de bu katı ideolojik çerçevede değerlendirilmesinin iki tarafta da yanlış hesaplara yol açacağına ve özellikle Pekin'e olası bir yenilgiden kaçınmak için yıkıcı potansiyeli olabilecek yollara başvurma nedeni sunabileceğine dair endişeler de dile getiriliyor.
Ayrıca Çin, Sovyetler Birliği de değil. Ondan çok daha güçlü. Sovyetler Birliği dorukta iken GSYH'si ABD'ninkinin yüzde 40'ı düzeyindeydi. Çin ise 10 yıl içinde ABD'nin düzeyine ulaşmış olacak. Çin, ABD'nin 19. yüzyıldan beri karşılaştığı en güçlü rakip. Ayrıca önümüzdeki uzun yıllar boyunca da yürütülmesi gereken bir ilişki olacak.
Günümüzde rekabetin özü böyle. Klişeler ve yanlış tarihsel kıyaslamalar bir kenara bırakılmalı. Bu "İkinci Soğuk Savaş" değil, ondan çok daha tehlikeli.
Çin birçok bakımdan ABD'nin düzeyinde bir rakip. Henüz küresel bir süper güç olmasa da, Çin'in kendi güvenliği bakımından en önemli gördüğü alanlarda ABD'nin askeri rakibi konumunda.
Stratejik rekabet yönetimi
Başkan Biden'ın Çin sorunu karmaşık bir sorun. Biden'ın dış politika hedefleri, Pekin'e birbiriyle çelişkili farklı yaklaşımları gerektiriyor. Bir yandan iklim değişikliği ve Asya-Pasifik bölgesinde istikrar sağlama konusunda işbirliği yapmayı umarken, daha adil ticaret uygulamaları, demokrasi ve insan hakları gibi konularda Çin'e nasıl baskı yaparsınız? Bu tümüyle stratejik rekabet yönetimi ile ilgili olacak.
Rekabetin özelliği ne göz ardı edilmeli ne de olduğundan büyük gösterilmeli. Yükselen Çin ve düşüşe geçmiş bir ABD klişesinde de tüm klişeler gibi belli bir doğruluk payı var. Ama olayın tümü bundan ibaret değil.
ABD, Trump dönemi kaosundan kurtulup kendi demokrasisini yeniden canlandırabilecek mi? ABD dünya sahnesinde güvenilir bir aktör olarak geri döndüğü konusunda müttefiklerini ikna edebilecek mi? Kendi eğitim ve teknoloji tabanını hızla genişletebilecek mi?
Pekin ise birçok bakımdan erken davranıp Washington'ın önüne geçti. Ama otoriterliğe kayması ekonomik gelişimini köstekleyecek mi? Çin yavaşlayan bir ekonomik büyüme ve yaşlanan nüfus ile baş edebilir mi? Komünist Parti, Çin toplumunun sadakat ve desteğini uzun vadede koruyabilecek mi?
Çin'in birçok güçlü yanı olduğu gibi zayıflıkları da var. ABD'nin ise zayıflıkları büyük ama aynı zamanda dinamizme ve kendisini yeniden keşfetme kapasitesine sahip. Ama Covid-19 salgınının gösterdiği gibi, Çin'de olan bir şey sadece Çin'i etkilemiyor. Çin, hepimizin yaşamını etkileyen bir dünya aktörü.
Kemerlerinizi bağlayın! Zorlu bir yol var önümüzde ve daha yeni başlıyor.