Gündem

9 gazeteden 15 köşe yazarı gündem için ne dedi?

Özgür Mumcu: İşler yolunda gitmediği için halk isyan edip de ordu halkın isyanını çalarak darbe yapınca yine Türkiye’den örnekler verilmeye başlandı

08 Temmuz 2013 10:34

Okay Gönensin - Vatan

Gaz terörü

 

Bu gösterilerle, hükümet devirecek kadar büyük bir kriz ortamı yaratmak için uğraşan darbe sever çevreler Mısır’la birlikte heyecanlandılar. Son gösteride bunun izlerini görmek zor değil.

Artık “yetti“ diyenler de seslerini duyurmaya başlamalı.

Yetti, Gezi-Taksim davası bitti. Taksim’den Tahrir çıkarmayı umanlar ise siyasi bir mesele olarak kalacaklar.

Biber gazı terörü de yetti. Gösterici olan olmayan herkesin gazdan etkilenmesini önemsemeyen, hatta evlere doğru gaz sıkılmasına göz yuman yetkililer de buna son vermenin çaresini bulsunlar.

Yazının tamamını okumak için tıklayınız

 

Yusuf Kaplan – Yeni Şafak
İslâm dünyasının sorunu, demokrasi sorunu değil, bağımsızlık sorunudur


Batı'da, entelektüel çevreler, çeyrek asırdır yoğun olarak demokrasi krizi'ni tartışırken, bizim demokrasiyi 'tanrılaştırmamız', her şeyi getirip demokrasiye kilitlememiz ne denli ayartıcı bir zihin körleşmesi ve kirlenmesi yaşadığımızın bir göstergesi.

İyi de, Müslüman toplumların sorunu, demokrasinin tesis edilememesi sorunu değil mi?

Hayır.

Zira Müslüman toplumların asıl sorunu, halkların iradelerinin gasbedilmiş olması, henüz bağımsızlıklarına tam olarak kavuşamamaları sorunudur.

Yani hem zihnen (epistemolojik olarak) hem de fiilen (ontolojik) olarak, yani kültürel, siyasî, ekonomik ve entelektüel olarak bağımsızlıklarını yitirmiş olmalarıdır.

Yazının tamamını okumak için tıklayınız

 

Yasin Aktay – Yeni Şafak
Mısır'da iflas eden Batılı demokrasi

 

İslam dünyasına şimdiye kadar reva görülen demokrasi, aslında bundan hiç bir zaman daha ilerisi olmamıştır. Tahrir ile Rabia Adeviyye meydanlarında toplanan insanlar arasında açık bir ayırım yapıyorlar. Tahrir'in sesine kulak verilerek yapılan askeri darbenin demokrasinin olağan sınırlarında görülmesi, buna karşılık diğerinin sesine kulak verilerek meşruiyet talebine bile kulak verilmemesi Müslüman dünyaya nasıl bir demokrasinin reva görüldüğünün en açık göstergesi.

Bu yaklaşıma rağmen yaşadığımız tartışmanın İslam'ın demokrasiyle bağdaşıp bağdaşmadığı bağlamına çekilmeye çalışılması tam bir pişkinlik örneği. Sanki demokrasinin normal süreçleri içinde seçilmiş olan bir cumhurbaşkanını askeri darbeyle devirenler İslamcılar sanırsınız. Demokrasinin en açık kuralını ihlal eden, ona karşı tam bir duyarsızlık sergileyen onlar, ama demokrasiyle imtihanı yapanlar da onlar. Bu nasıl bir ikiyüzlülük?

Yazının tamamını okumak için tıklayınız



Ali Bulaç – Zaman
Sandıksa sandık, sokaksa sokak!

 

Bir türlü Müslümanlar Batılılara “demokrasi beğendiremiyor!” Batı oyunun kurallarını kendisi koyuyor. Müslümanlar oyuna giriyor, uzantılarının oyunu kaybedeceğini anlayınca düdüğü çalıp oyuna son veriyor. Bu, maç yapan rakip iki takımdan birinin durmadan gol yerken maçın tam ortasında silahını çekip “Ben kural mural tanımam, topu alır boş kaleye gol atarım, yoksa sıkarım” demesi gibi bir şey. Batı bu zorbalığa, bu ahlaksızlığa çanak tutuyor; içerdeki cuntacıları, darbe heveslilerini durmadan teşvik edip ilginç yol ve yöntemlerle baskıcı rejimlerin önünü açıyor.

Taksim-Gezi Parkı’yla ortaya çıkan durum yeni bir siyaset yönteminin bundan sonra yürürlüğe konulacağını göstermektedir. 2003’ten bu yana yerel ve genel girdiği her seçimi, oyunu artırarak kazanan AK Parti’nin sandıkla iktidardan edilmeyeceği iyice anlaşılmış bulunuluyor. Sandıktan ümidini kesenler hiçbir somut örnek gösteremedikleri halde tamamen bir algı oluşturmak amacıyla “özgürlüklerimiz kısıtlanıyor, yaşama tarzımıza müdahale ediliyor” diye sokaklara dökülüyorlar. Gösterilerde giriştikleri çatışmalarda polisten gördükleri tepkiyi destanlaştırarak yaygın kent vukuatına dönüştürüyorlar. Her yeni gösteri ve polisle karşılaşma yeni bir şiddet ve karşılaşmanın sebebi oluyor. Böylelikle sokakta yürütülen gösteriler küçük ölçekli kalkışmalara dönüşüyor, arkasından Batılı çevreler bunu meşruiyet sorununa yol açan “hak ihlali” olarak propaganda ediyorlar.

Yazının tamamını okumak için tıklayınız



Ekrem Dumanlı – Zaman
Defolu demokrasinin çağrışımları


Mursi'nin onur kırıcı bir muamele ile iktidardan düşürülmesi sadece Mısır'ı etkilemez. İslam dünyasının bir bölümünde (özellikle siyasetle içli dışlı zümrelerde) büyük hayal kırıklıklarına yol açar. Bu inkıraz duygusunun siyaset yapanlar tarafından ta baştan hesap edilmesi, en kötü senaryoya göre hazırlık yapılması gerekiyordu. Mısır'ın halk tarafından seçilen ilk Cumhurbaşkanı'nın hiçbir B planının olmadığı anlaşıldı. Artık bu saatten sonra sadece iktidardan düşürülen parti meselesi değil; topyekûn Mısır demokrasisi defolu hale gelmiştir ve bu travma (bizdeki 27 Mayıs darbesinin sonuçları gibi) bir dizi yanlışı da yanında taşıyacaktır...

Mısır'ı Türkiye ile birebir mukayese yapanlar genelde yanlış analizlere imza atıyor. Bugün Mısır'ın yaşadığını biz 1960'ta tecrübe ettik. Daha sonraki darbelerden de acı dersler çıkardık. Bizdeki meşum darbelerden ders çıkarmayıp tehlikenin geçtiğini sananlar yanılıyor. Başta Ergenekon gibi davalar hukukun elini güçlendirmeseydi Türkiye'de de darbe riski hâlâ çok yüksek olurdu. Bugün darbe için can atan zümreler hâlâ var ve uyuyan hücreler öyle bir işaret bekliyor. Bizdeki risk, "Artık öyle bir tehlike yok" hipnozuyla gevşemekten kaynaklanıyor. Yoksa darbelerin ne korkunç bir yıkım olduğunu herkes bilir; hem asker hem sivil...

Yazının tamamını okumak için tıklayınız


Özgür Mumcu – Radikal
Mısır’ı kullanmak



Kimileri Ortadoğu’ya model olmak işini o kadar sevmiş ki Mısır’ın başarısına da başarısızlığına da Türkiye’den örnek bulma derdinde.

Müslüman Kardeşler iktidara geldiğinde “Bakın bizim model şahane, bunu uygulayın” dediler. İşler yolunda gitmediği için halk isyan edip de ordu halkın isyanını çalarak darbe yapınca yine Türkiye’den örnekler verilmeye başlandı.

- Mısır 27 Mayıs’ı yaşıyor.

- Hayır yahu, bu Mısır’ın 28 Şubat’ı.

- Efendim Mısır her ikisini aynı anda tecrübe etmekte.

Mısır’ın kendi iç ve dış dinamikleriyle özgün bir şekilde var olması imkânsızmış gibi davranılıyor. İlla Türkiye’ye benzetilecek.

Hadi üç Mısır şehri ve beş Mısırlı siyasetçi say deseniz cevap veremeyecek olanlar Mısır-Türkiye karşılaştırmaları üzerinden demokrasi avukatlığına savunmakta.

Amaç Tahrir ile Gezi’yi aynı gösterip Gezi sebebiyle sokaklara çıkanlara darbe çığırtkanı damgası vurmak. Mursi’nin başına gelen felaketten kendine siyasi rant devşirmek.

Yazının tamamını okumak için tıklayınız

 

Fehim Taştekin – Radikal
Aldatılmışlar!


Mursi’yle hayal kırıklığı yaşayanlar sadece Nubiler gibi özel nedenleri olanlar ya da İslamcı gündemden rahatsız olan liberal, sol, ılımlı, geleneksel, muhafazakâr ve milliyetçi kanatlar değil. Selefilere göre de Mursi şeriat getirme sözüne ihanet etti. Selefilerin suçlamasını hatırlattığımda İhvan üyesi Hasan el Şarkavi “Şeriatı biz de istiyoruz ama bu birden olamaz, adım adım” demişti. Kendisini seçimin ikinci turunda desteklemiş olan Tahrir’deki ‘devrimci’ bileşenlerin desteğini yitiren Mursi de genel seçimler öncesinde hiç olmazsa Selefileri yeniden kazanmak için 16 Haziran’da Suriye ile diplomatik ilişkileri kesip Kahire’deki elçiliği kapatma yoluna gitmişti. Halbuki Mursi, hem tabanından hem Katar-Türkiye ekseninden gelen baskılara rağmen Suriye konusunda daha itidalli bir yol izlemeye çalışıyordu. Sağlam bir argümana dayanmamakla birlikte Sina Yarımadası’nın giderek Afganlaşmasından sorumlu tutulan Filistinlilerle ilişkiler ve Suriye konusundaki kritik adımlar hem ordu içinde hem de bugün darbeyi destekleyen kesimlerde hassasiyet yaratmış gözüküyor. Hatta Mursi ile generaller arasındaki iplerin Suriye manevrasıyla kopmaya başladığı söyleniyor. 
 

Yazının tamamını okumak için tıklayınız


Semih İdiz – Taraf
AKP yanlış soruları soruyor

 

Türkiye’deki İslamcılar açısından bakıldığında, Mısır’daki askerî darbenin bütün hesapları altüst eden ve Müslüman Kardeşler’in son yıllardaki stratejik kazanımlarını tehlikeye sokan bir darbe olduğu aşikâr. Bu nedenle İslamcı çevrelerde “Türkiye’de de aynısı olur mu?” kaygısının depreşmediğini söylemek saflık olur. “Aşırı laikçi” kesimlerde de bu darbe sayesinde antidemokratik heveslerin ve temennilerin depreşmediğini söylemek de aynı ölçüde saflık olur.

Fakat bunlar boş endişeler ve temenniler, çünkü Türkiye’de darbeler dönemi kapandı. Ancak, ne yazık ki, işler böyle devam ederse daha da kötü bir dönemin eşiğindeyiz.

AKP’lilerin Mısır’daki olaylardan çıkarmaları gereken ders de zaten bu nedenle hayati önem taşıyor.

Yazının tamamını okumak için tıklayınız

 

Cafer Solgun – Taraf
Biraz Mısır, biraz Türkiye: Demokrasi dersi...

Mısır, yeniden ve belki de asıl şimdi sahici bir demokratikleşme şansı elde etmiştir. Maalesef demek gerekir, demokratikleşme, hâlâ bedel ödemeyi gerektiren bir süreç. Bir şey oluyor ve “demokrasi” olmuyorsunuz; olduğunu varsaydığınız durumu sağlamlaştırmak, pekiştirmek, geliştirmek sorumluluklarınız var. Mısır, bizim daha önce geçtiğimiz yollardan geçiyor şimdi; bu yol, demokrasiye varacak. Ne Mısır ne de bir başka yeryüzü ülkesi için öngörülebilir başka bir “gelecek” yok çünkü.

Tabii ki darbe “kaçınılmaz” değildi; keşke Mursi kendini örgütlemekten çok demokrasiyi oturtmanın daha “hayırlı” ve hayati bir önemi bulunduğunu devrilmeden önce kavrayabilseydi... Ama “keşke” diyerek hayıflanmanın yararı yok. Mesele, iktidar hastalığının çaresinin ancak demokrasiyi içselleştirmek olduğunu idrak etmekte...

Yazının tamamını okumak için tıklayınız


Şükrü Küçükşahin – Hürriyet
Gezi’nin öncü sesleriydiler

 

Gezi Parkı’nın çoğu konuda, bardağı taşıran son damla olduğuna kuşku yok. 
HES’lere, maden aramalarına, orman katliamlarına karşı yükselen eylemleri bastırma/söndürme girişimleri ise o bardağı dolduran büyük damlalar oldu.
Onlarca örnek yaşandı; köylülere dava açıldı, gözaltılar oldu, gösterilere karşı şiddet uygulandı, şirket çalışanları ile çevreciler çatıştı.
Devlet ise çoğunlukla vatandaşa karşı, arkadan dolanma yolunu seçti.
Sayısız örneklerden biri olan Erzurum Bağbaşı’nda da, çevre esasına dayalı politikalar belirlemek yerine, köylü ile çatışma yeğlendi.
Şunu unutmamak gerekli; bu tür yatırımlarda kimi yerde doğal güzellik, kimi yerde tarımsal yapı, kimi yerde turizm potansiyeli, kimi yerde sosyoloji, kimi yerde kültür, kimi yerde dinsel nedenler öne çıkabiliyor.
Kamunun doğru tavrı, böylesi tüm faktörler arasında denge gözetmesidir. 
Yemyeşil Tortum’un Bağbaşı’sı, Ödük Çayı sayesinde ciddi bir tarım arazisi. 
Siz buraya aniden, birden fazla HES lisansı verirseniz zararı kim çeker?
Hele de burası AB hibe kredisi ile kurulmuş seralarla doluysa.
Yetmedi, o kadar çok meyve ağacı var ki, yolda yürü başına elma düşer. 
Ama sen ÇED raporuna o meyve ağaçlarını yazmazsan, daha baştan yanlışsın. 

Yazının tamamını okumak için tıklayınız
 

Kadri Gürsel – Milliyet
Mısır’daki darbenin iktidara maliyeti

 

Bizim muktedir İslamcıların, Gezi’yle 2’nci Tahrir arasında hayali bir bağ kurduktan sonra Mısır’da darbeyle devrilen “Müslüman Kardeşler”in mağduriyetine sözde ortak olmak istedikleri belli. Bu “ortaklığı” Türkiye’de sivil toplumun muhalefetini daha fazla ezmenin meşruiyetine tahvil etmek niyetindeler. Ancak bunu başarmaları imkansızdır.

“Sivil toplumu ezmek imkansızdır” demiyorum; buna bir meşruiyet zemini icat etmek ve alemi buna inandırmak imkansızdır.

Ayrıca, 31 Mayıs’ta toplumsal patlamaya yol açarak istikrarsızlığa neden olmakla kendi yanlışlığını zaten kanıtlamış bulunan baskı politikalarında ısrar, daha fazla istikrarsızlıktan başka bir sonuç getirmeyecektir.

Bizim muktedirlerin durumu aklıma, Amerikalı büyük hiciv ustası ve aktör Will Rogers’ın vecizelerinden birini getiriyor: Kendini bir çukurun içinde bulursan kazmayı bırak!

Maalesef iktidarın bugün yaptığı tam da bu. İktidar kendisini, netameli politikalarını uygulayarak kazdığı çukurun içinde buldu; oradan nasıl çıkacağını düşüneceği yerde kazmaya devam ediyor.

Yazının tamamını okumak için tıklayınız

 

Müge İplikçi – Vatan
Kırk katır mı kırk satır mı?
 

Bu toplum yaşam damarlarını ne geçmişten ne de gelecekten koparmak istiyor. Derdi de bu değil zaten. Buna karşın bu toplumun insanları ne geçmişin ağırlığıyla ne de geleceğin kaygısıyla solumak değil, bugünü en sağlıklı biçimiyle yaşamak istiyor.

Şimdi köprüleri atmak denebilir mi buna?

Sanmıyorum. Bu toplum birlikte yaşamak istiyor. Kurtarılmış bölgeler fikriyle değil, birlikteliğin anlamını yeniden keşfederek, adı kimseyi yaralamayacak, binlerce ağacın ölmesine yol açmayacak, rant diyarına çil çil para akıtmayacak, ölçüsüz polis şiddetini solumaya gerek duymayacak, korkuyla denetlenmeyen, küfürsüz, hakaretsiz, efendisiz, görkemini sadeliğinden alan, ışıklı, yaşama saygılı, insani köprüler istiyor.

Yazının tamamını okumak için tıklayınız



Ruhat Mengi – Vatan
Orada ‘Baltacılar’, burada ‘Palacılar’!

 

Elinde palayla, satırla vatandaşı kovalayan, yaralayan, yüzünü saklamaya da gerek görmeyen ve göz boyama gibi sadece 4’ü yakalanan “Türk Baltacıları” tutuklama istemiyle mahkemeye sevk edilmişler ve mahkeme hepsini serbest bırakmış. Neymiş efendim “esnafmış, maddi zarara uğramış vs. vs..” Sorarsanız katillerin de kendine göre uygun bir mazereti vardır.

Yüzlerce insanı ve dahi milletvekillerini, gazetecileri, rektörleri, ünlü cerrahları, terörle mücadele etmiş onurlu askerleri hiçbir suçu yokken (ve yıllardır suç bulmaya uğraşmalarına rağmen bulunamazken) hapislerde çürüten, ölüm döşeğindeki annelerini-eşlerini görmelerine izin vermeyen mahkemeler demek ki satırla saldıran, yaralayanları serbest bırakıyor. Neden onları “özel yetkili mahkemelere” gönderip, evlerini didik didik ederek anında tutuklamıyorlar?

Bu kafayla ne Taksim eylemleri biter, ne de Gazdanadam Festivalleri.. Adaletin olmadığı yerde halkın en azından “ADALET ARAMA” hakkı vardır, bu olaydan sonra kimsenin de itiraz edecek hali kalmamıştır!

Mısır’daki gelişmeler hakkında konuşacak hali de...

Biz kim oluyoruz ki Mısır’a akıl vereceğiz!

Yazının tamamını okumak için tıklayınız

 

Hasan Bülent Kahraman – Sabah
Sütün üstü açık ama…

Maalesef böyle!

30 yıl Mübarek'e dayanan Mısır bir yıl Mursi'ye mi dayanamadı?

Demokrasiyi "yaşamış" bir ülke, diktatörleşen Mursi'yi mi alaşağı etmeyecekti?

Madem ki ABD yeni kararlar almıştır ve madem ki Türkiye'yi Ortadoğu'da ve Kuzey Afrika'da rol ortağı olarak görmektedir, bu imkânı da kullanarak Mursi'yi demokratik bir çizgiye, üstelik halkla birleşerek, çekemeyecek miydi?

Şimdi gelelim bizim açımızdan çok önemli bir noktaya. Suudi Arabistan ve Katar darbeyi açık açık destekliyor. Lamı, cimi yok. Bunun çeşitli sebepleri var. Ama sonuç değişmiyor. Hatta daha geniş bakarsak Körfez İşbirliği Konseyi neredeyse bütün kanatlarıyla darbeden memnun. Peki, böyle bir zorlayıcı koşul altında o bölgeyle bu derecede yakın ekonomik işbirliği içinde bulunan Türkiye ne yapacak? Doğru bir şekilde darbeye karşı tavır alan Türkiye uluslar arası ilişkilerde bu darboğazı bakalım nasıl aşacak?

Türkiye'nin benimsemesi gereken yol çok açıktır: Darbeye karşı olduğu ölçüde anti demokratik tutumların tamamına karşı da tavır almak zorundadır Türkiye. Darbeye karşı olmak demokrasi adına bir tutum takınmaktır. Buradaki özne darbe karşıtı olmak değildir. Özne demokrasi yandaşı olmaktır. O zaman nereden gelirse gelsin demokrasiyi boğmaya yönelik her türden girişim en geniş ve açık şekilde reddedilmelidir.

Bunu vurguladığı ve kendi davranışıyla kanıtladığı ölçüde Türkiye şimdi ilişkide olduğu ve ters düşmüş göründüğü ülkeleri de bulunduğu noktaya çekmeyi başarabilir.

Doğrusu da budur!

Yazının tamamını okumak için tıklayınız

 

Utku Çakırözer – Cumhuriyet
Mısır dersleri

Peki acaba Mısır’da su yüzüne çıkan bu yeni ve tehlikeli fay hattından Türkiye de etkilenir mi? Yaşananlardan almamız gereken dersler yok mudur?

Türkiye’de darbeler zamanı geçmişte kalmıştır. Ancak bahsettiğimiz fay hattında iç çatışma riski her zaman vardır. Bunun engellenmesinin tek yolu demokrasidir, toplumun özgürlük taleplerinin yerine getirilmesidir. O yüzden, evet. Türkiye’nin çıkarması gereken dersler vardır.

En temel ders de demokrasilerde yönetenlerin denetime tabi olması gereğidir. Sistemi asker ya da başka bazı demokrasi dışı güçlerin müdahalesine açık hale getirmemenin en önemli çarelerinden biri halkın, siyasi iktidarın denetlenebildiğine ikna olmasıdır. Bunu yapacak olan da işleyen parlamentodur, bağımsız yargıdır ve hür medyadır.

Ülkemizdeki duruma bir bakalım. Parlamentodan Başbakan’ın onay vermediği tek bir yasa dahi geçememektedir. AKP tarafından verilen anayasa değişikliği önerilerinde yargı tamamen başkana bağlı hale getirilmektedir. Medyanın durumu ise son Gezi Parkı eylemliliğinde iyice ortaya çıkmış durumda.

AKP hükümetinin kendisi ve bölgemizdeki benzer İslami hareketler için çıkarması gereken öncelikli ders, her aşamada denetlenebilen bir iktidar olabilmesini sağlayacak yapıyı kurmak olmalıdır...

Yazının tamamını okumak için tıklayınız