Gündem

8 gazeteden 17 köşe yazarı gündem için ne dedi?

Mehmet Y. Yılmaz: Başbakan’dan Türkiye’de yaşayan insanların tümünün beklentisi budur: Benim kim olduğumun önemi yok, eşit bireyler olarak eşit davranış görmek isteriz

19 Temmuz 2013 10:36

Hürriyet’ten Mehmet Y. Yılmaz, Sedat Ergin; Milliyet’ten Fikret Bila, Melih Aşık; Taraf’tan Amberin Zaman, Cafer Solgun; Yeni Şafak’tan Ali Bayramoğlu, İbrahim Karagül; Radikal’ten Cengiz Çandar, Ali Topuz, Uğur Gürses; Zaman’dan Mustafa Ünal, Mümtaz’er Türköne; Vatan’dan Ruhat Mengi, Ruşen Çakır; Star’dan Beril Dedeoğlu, Yalçın Akdoğan gündem hakkında yazdı, önemli tespitlerde bulundu.

 

İşte o yazılardan hazırladığımız derleme:

Mehmet Y. Yılmaz – Hürriyet
Hoşgörü lütuf değildir

Başbakan, Hazreti Ali’yi şu ya da bu nedenle sevmiyor olsaydı, Alevilerden hoşlanmayacak mıydı?
Demokrasilerde seçilmiş yöneticilerin kişileri ya da toplumsal grupları sevip, sevmemesinin bir önemi olmamalıdır.
Sevebilir ya da sevmeyebilir, bu kişisel duygularıyla ilgilidir. Kişisel duygularını seçilmiş bulunduğu görevi yerine getirirken işin içine karıştırmadığı sürece bu kimseyi ilgilendirmez. Zaten kişisel duygularını işin içine karıştırmıyorsa, onun ne hissettiğinden haberimiz bile olmaz.
Demokrasilerde seçilmiş yöneticiler, sevmeseler de, sevseler de kendilerine oy vermeyen kişilere ya da gruplara “empati” ile yaklaşırlar.
Onları anlamaya çalışırlar, onların sıkıntılarını, dertlerini çözmeyi kendilerine görev bilirler.
Vatandaşların homoseksüel olmasının da önemi yoktur, farklı etnik ya da dini gruplara mensup olmaları da fark etmez.
Başbakan’dan Türkiye’de yaşayan insanların tümünün beklentisi budur: Benim kim olduğumun önemi yok, eşit bireyler olarak eşit davranış görmek isteriz.
Varlığımıza saygı gösterilmesini bekleriz. Varlığımızın kabul edilmesini isteriz.
“Hoşgörü” bir lütuf değildir

Yazının tamamını okumak için tıklayınız

Sedat Ergin – Hürriyet
Dış politikada revizyon ihtiyacı


“Komşularla sıfır sorun” politikasının artık boşlukta hoş bir sedadan ibaret olduğunu görebilmek için dış politika uzmanı olmak gerekmiyor. Keza, Türkiye bölgedeki anlaşmazlıklarda arabuluculuk rolü oynayan ülke olmaktan çıkmış, bazı komşularıyla ilişkilerinde üçüncü tarafların arabuluculuğundan yararlanan ülke durumuna geçmiştir. 
Irak cephesinde, Bağdat’taki Şii kökenli Başbakan Nuri El Maliki ile AK Parti hükümeti arasındaki ilişkilerin kamuoyu önünde karşılıklı atışmalara da yansıyarak kötü bir şekilde seyrettiği dünyanın malumudur. Türkiye’nin kuzeydeki Kürt özerk yönetimi ile giriştiği enerji alanındaki işbirliği projeleri, Bağdat’taki merkezi hükümet ile ilişkilerdeki gerilimi daha da artırmıştır. Bugün Ankara ile Bağdat’ın arasını bulmaya çalışan, ilişkilerin daha fazla kötüleşmesini önlemek için çaba sarf eden aktör, Obama yönetimidir. 
Suriye cephesine gelince, Türkiye bu ülkede çok uzun yıllara yayılabileceği anlaşılan kanlı bir içsavaşta bugün açıkça taraf ve müdahil durumdadır. Özgür Suriye Ordusu ve ayrıca bu oluşumun dışındaki El Kaide çizgisindeki radikal savaşçı unsurlar, Türkiye’nin sağladığı muhtelif lojistik destek imkânlarından geniş bir şekilde yararlanmıştır. Savaşa bu şekilde doğrudan karışması, Türkiye’yi, Reyhanlı patlamalarında görüldüğü gibi Beşar Esad rejiminin misillemelerine açık hale getirmiştir. İçsavaşın başında Esad rejiminin kısa zamanda çökeceği yolunda yapılan varsayım vahim derecede hatalı çıkmıştır. Esad’ın durumunu kısmen toparlamakta olduğuna ilişkin işaretler artarken, Suriye sınırının önemli bir bölümü PKK çizgisindeki PYD’nin kontrolüne geçmiş, daha doğrusu Türkiye PKK ile artık komşu hale gelmiştir. 

Yazının tamamını okumak için tıklayınız

Fikret Bila – Milliyet
Kuzey Suriye sorunu


Kandil, bir yandan Türkiye ile müzakere sürecini Öcalan’la birlikte kendileri açısından yönetirken bir yandan da Kuzey Suriye’de PKK yönetimi kurmaya çalışıyor. Bu yolda mesafe aldığı da ortada...
Kandil’in amacı “dört parça” tezine uygun olarak Kuzey Suriye’de kendi kontrolünde bir Kürt yönetimi kurmak. Böylece ortaya çıkacak Kuzey Suriye Yönetimi’nin Kuzey Irak Bölgesel Kürt Yönetimi’nden farkı, Barzani yerine doğrudan PKK’nın kontrolüne girecek olması ve -şimdilik- Suriye anayasasında bir yerinin bulunmaması olacak.
Kandil’in öncelikli amacı Kuzey Suriye’de özerklik adı altında da olsa, Büyük Kürdistan projesinin, Kuzey Irak’tan sonra bir ayağını daha oluşturmak.
KCK/PKK’nın benzeri amacı Türkiye’de müzakere yoluyla Güneydoğu'da özerklik elde ederek ulaşmaya çalıştığı da sır değil.

Yazının tamamını okumak için tıklayınız

Melih Aşık – Milliyet
Torbadan çıkan

AKP’nin Meclis kapanmadan önce yangından mal kaçırırcasına çıkardığı Torba Yasa’da Bilgi Edinme Hakkı Yasası’nın ikinci maddesine kaşla göz arasında şu fıkra eklenmiş:
“Ölçme, Seçme ve Yerleştirme Merkezi Başkanlığı tarafından uygulanan sınavlara ait soru ve cevaplar bu Kanun kapsamı dışındadır.”
Yani... Bundan böyle artık hiç kimse ÖSYM’nin yaptığı sınavlarda.. YDS, LYS, KPSS, ALES, TUS ve diğerlerinde sorulan sorular ile bu soruların yanıtlarının açıklanmasını Bilgi Edinme Yasası’na dayanarak isteyemeyecek. İsteyemeyince ne mi olacak? Yanlış ve hatalı sorular, sınava girenler tarafından tespit edilemeyeceği için itiraz da edilemeyecek. (Hemen hatırlatalım; son TUS sınavında adayların itirazı sonucu 6 soru iptal edilmiş, 2 sorunun yanıtı değişmiş... 2013 LYS’de 2, YGS’de bir soru iptal edilmişti.) Yanlış ve hatalı sorular zaten bilinmediği için yargı yolunu kullanmak imkânsız hale gelecek...
Başka ne olacak? Yaptığı hemen her sınavda bir skandala imza atan ÖSYM ve onun Başkanı Ali Demer’nin artık başı ağrımayacak... Yaptığı her sınav temiz, açıkladığı her sonuç doğru kabul edilecek.
Sınavlarda kimin hakkı yendi, kime torpil yapıldı hiç belli olmayacak...
Her türlü hile-hurda, kayırmacılık rahatça yapılabilecek.
Çalışan, zeki, başarıyı hak eden öğrenci için yoğun bir güvensizlik ortamı oluşacak...

Yazının tamamını okumak için tıklayınız


Amberin Zaman – Taraf
Suriyeli Kürtler cepheyi genişletiyor


PYD ile El Nusra’ya bağlı gruplar arasında yoğun çatışmalar Kamışlı kentine yakın, önemli petrol kaynaklarının bulunduğu Tel Koçer bölgesinde sürüyor. Galip geleceklerini savunan PYD kaynakları bu vesileyle Irak’ın Maliki denetimindeki bölgelerine artık rahatça ulaşabileceklerini ekliyorlar. (Barzani denetimindeki sınır geçişi PYD’nin 70 küsur KDP yanlısı Suriyeliyi gözaltına aldığı mayıstan beri kapalı.)

Son yazımda belirttiğim gibi Esad’ın son aylarda sahadaki kazanımları Suriye’deki dengeleri yeniden değiştirdi. PKK/ PYD de bu dengelere göre pozisyon alıyor. Bir diğer altını çizdiğim nokta ise İmralı sürecinin Suriye’deki Kürtleri de doğrudan etkilediği yönündeydi. Sürecinin tıkanma noktasına gelmesiyle PYD’nin son hamleleri arasındaki diyalektik ilişkiyi doğru okumakta fayda var.

İşin en garip tarafı belki de PYD asıl maksadı bu olmasa da El Nusra’yla savaşarak hem Esad hem de El Nusra ile ilgili kaygılarını sürekli dillendiren ABD’nin çıkarlarına da hizmet ediyor olması. Rojava’yı izlemeye devam edin.

Yazının tamamını okumak için tıklayınız

Cafer Solgun – Taraf
Ebuzer Gıffari ya da Müslüman vicdanı


AKP’li dönemlerde “Müslüman vicdanı” önemli kavramlardan biri olarak girdi dilimize. Barış içinde birarada yaşama istek ve çabamızın en büyük güvencesi neden bu vicdan olmasındı?

Ebuzer, bu vicdanın şaşmaz ölçülerinden biridir. Aleviler, Hak- Muhammed- Ali adına zorda, darda olanlara yardım ve sabır, güç ve iktidar sahiplerine vicdan ve adalet dilerken, Kerbela’yı anar, Ebuzer’i de yâd ederler.

Ramazan’dır. Nefsini terbiye ve muhasebe zamanı. Yoklayın vicdanlarınızı; inancınız Ebuzer’e mi yakın ve yatkındır, vicdanlarını güç ve iktidar olmanın dayanılmaz çekiminde karartanlara mı?

Bu muhasebenin zamanıdır. Çünkü iktidar, Türkiye’nin demokratikleşme çabasının geldiği noktada bir “yüzleşme” konusu hâline gelmiştir ve bu yüzleşme, “Alevilik Hz. Ali’yi sevmekse ben dört dörtlük Aleviyim” sözlerindeki büyük demagoji ile yürümez, yürütülemez...

Yazının tamamını okumak için tıklayınız

Ali Bayramoğlu – Yeni Şafak
Özgürlük, açık toplum ve Ak Parti


AK Parti'nin üçüncü döneminde en önemli meselenin özgürlükler ve özgürlüklerin kurumsallaşması meselesi olduğunu söyledik hep.

Dedik ki, AK Parti'nin üçüncü dönemi bir 'kurma' dönemidir, değişim sürecinin kurumlaşması aşamasıdır. Değişim sürecinin kurumlaşması ise yeni bir anayasa hazırlanmasını, Kürt sorununu da kuşatacak toplumsal ve siyasal yeni mutabakatların ve bunlara ilişkin kodlar üretilmesini içermektedir.

Ve bu dönemin bu açıdan önceki iki dönemden farklı gerekleri bulunmaktadır. Mutabakat, uzlaşı, siyasi talep-siyasi karar etkileşimine kapı açma, katılım çıtasını yükseltme gibi daha derin demokratik bir iklimi icap ettirmektedir. Yeni dönemde doğru hedeflere doğru araçlarla yol alabilmek için AK Parti'nin siyasi irade ve siyasi cesarete dayanan 'tek taraflı hareket etme ve takdir ederek verme' üzerine kurulu, 'demokratik hal' ile 'ataerkil tutum'u iç içe geçiren siyaseti, bu siyasetin yarattığı atmosfer yeterli değildir.

Bu iklime geçişin zorluğu ortadadır.

Yazının tamamını okumak için tıklayınız

İbrahim Karagül – Yeni Şafak
PKK-El Kaide savaşı

PYD (PKK) ile en Nusra (El Kaide) arasındaki çatışma, Suriye'nin kuzey bölgesinin, sınır kapılarının ve bölgedeki petrol alanlarının denetimi için yapılıyor. Burada ne PYD etnik bir çatışma yürütüyor ne Nusra İslami önceliklerinin savaşını. İkisi de, Mısır'dan Suriye'ye uzanan o büyük oyunun figüranlarından ve rollerini oynuyorlar.

Her şeyin ötesinde, Kuzey Irak'tan İskenderun Körfezi'ne uzanan hattın bu coğrafyadaki en tehlikeli gelişmelere sahne olabileceğini söylemeliyim. Bunu on yıl önce de söylerdim.

Yine bu vesile ile; Suriye meselesinin bütün önyargılardan ve ön şartlardan arınmış bir şekilde bir kez daha ve ciddiyetle ele alınmasının zorunlu olduğunu söylemeliyim.

Yazının tamamını okumak için tıklayınız

Cengiz Çandar – Radikal
‘Süreç’ ve ‘Rojava Devrimi’


Bugün 19 Temmuz. KCK’nın (yani PKK’nın ifadesiyle ‘Rojava Devrimi’nin birinci yıldönümü. Rojava, Kürtçe ‘Batı’ demek. Rojava dendiğinde, Suriye Kürdistanı anlaşılıyor. Yani, Türkiye’nin Suriye ile sınır boylarının büyük bölümü.

KCK, son ‘Eşbaşkanlık’ açıklamasına göre ‘Rojava Devrimi’ni sahipleniyor. Yani, Suriye’de Kürtlerin (daha somut ifadesiyle PKK’nın Suriye yansıması olan PYD’nin) Kürt bölgelerinde iktidar kurmaya başlamasının birinci yıldönümünü kutluyor.

Ve ‘Rojava Devrimi’nin birinci yıldönümünde Serekaniye’de (Resulayn) yani bizim sınırlarımızın içindeki Ceylanpınar’ın hemen dibinde Kürtler ile Türkiye’deki iktidarın desteğinde olduğu ve Serekaniye’ye Türkiye topraklarından geçerek girdikleri anlaşılan ‘İslamcı’ güçler şiddetle çarpışıyorlar. Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, o olaydan yola çıkarak ‘BM Güvenlik Konseyi’nin toplanması’ndan söz edebiliyor.

Tayyip Erdoğan ile Abdullah Öcalan değil ama ‘Rojava Devrimi’yle ilgili gelişmeler Türkiye’deki ‘Süreç’i zora sokabilir.

Yazının tamamını okumak için tıklayınız

Ali Topuz – Radikal
Neoliberalizmin beden eğitimi

Neo-liberal anlayış, “hızlı kar, pürüzsüz yönetim” idealiyle egemenliğini daim kılabilmek için, yüzyılların mücadelesiyle oluşmuş sınırlayıcı kavramları çöpe atma anlayışıdır.

Neo liberal iktidar, hak ve adalet mücadelelerinde kendisini sınırlayacak kavram ve kurumları çöpe atarken, o mücadelelerle geriletilmiş zalimce, yıkıcı, kıyıcı kavram ve kurumları da ihyayla meşguldür. En çok da kışlaları sever.

Neo-liberal yöneticilerin en büyük hayali, ekonomik tekellerinin selameti uğruna, tanrıyla temas ve tanrı buyruklarını yorumlama konusunda tekel yetkisini yeniden kendilerinin/devletin tekeline alma hayalidir.

Neo-liberal toplum tasarımı bir savaş tasarımı olduğu için tüm mevzilerde saldırı pozisyonu alır: Hukuku, adalete saldırıdır. Mimarisi, mekana saldırıdır. Estetiği ruha saldırıdır. Söylemleri zihne saldırıdır.

Onlar için güneş, gölgeleri belli olsun diye var sadece. Bedenlerimiz onlara hizmet, ruhlarımız onlara hürmet için var. İster vurur, ister soyar, ister domaltır, ister oyuklarını arar.

Neo-liberalizme karşı mücadele, bedenlere sahip çıkma mücadelesidir de bu yüzden.

Yazının tamamını okumak için tıklayınız

Uğur Gürses – Radikal
Başbakan’ı endişelendiren döngüler


Başbakan Erdoğan, küresel gelişmelerin içerideki piyasalara yansımasını ‘kendi iktidarını düşürmeye yönelik’ hareket olduğu zannına kapılırken bunu besleyen başka bir faktör vardı. O da ekonominin yavaşlamasıyla iktidarın çizdiği ‘çöpsüz üzüm’ tablosuna inanan ve yüklü finansal borçları olan şirketlerden kendisine ulaşan yakınmalar olsa gerek. Bu arka planda, Başbakan hem yüksek bulduğu faizden şikâyetçi hem de kredi kullanımı yaratan enstrümanlardan yani kredi kartlarından şikâyetçi. Kredi kartlarının ücretlerinden (bankaların elde ettiği faiz dışı kazançları işaret ediyor) şikâyet ederken, bir yandan da kredi kartı alarak yapılan borçlanmalardan da şikâyetçi. Başbakan Erdoğan’ın bankalara karşı yükselttiği söylemi, sadece bugüne özgü bir durum değil. 2007’deki ekonomik yavaşlamadan sonra 2008’de küresel kriz yüzünü gösterdiğinde, yine benzer bir söylemle kamuoyu önüne çıkmıştı.

Yazının tamamını okumak için tıklayınız

Mustafa Ünal – Zaman
Seçim hesapları

İstanbul, en büyük seçim çevresi. Türkiye ortalamasını yükseltmesinin yanı sıra sembolik önemi de var. Erdoğan’ın iktidar yürüyüşü İstanbul’dan başladı. Özellikle Sarıgül’ün İstanbul adaylığının, İstanbul’la sınırlı olmayacağının herkes farkında. Ne AK Parti’de, ne CHP’de ne de diğer partilerde öne çıkmış aday var.   

Muhalefet partilerinin bazı arayışlara girmesi normal. Çünkü karşılarında güçlü bir AK Parti var. Aynı isimler olmasa bile birçok yerde aynı siyasi gelenek üst üste seçim kazandı. Muhalefetin bazı şehirlerde adı konmamış ‘seçim işbirliği’ yapması sürpriz olmaz. Bir önceki yerel seçimlerde örnekleri var. AK Parti ile yarışa girecek adayın etrafında yine blok oluşabilir. Bu yönde çalışmalar yapıldığı, adayların buna göre belirleneceği söylentileri kulaktan kulağa fısıldanıyor. Artık seçimlerde bloklara hazır olmak gerekiyor. İkinci tura kalması durumunda cumhurbaşkanlığı seçiminde yaşanacak. En fazla oy alan iki aday mecburen blok oluşturacak. Blok siyaseti hem yerel seçimlerde hem cumhurbaşkanlığı seçiminde aday tercihini de etkileyecek. Parti kimliği kadar geniş kitlelerden oy alabilecek adayların şansı fazla olacak.

Yazının tamamını okumak için tıklayınız

Mümtaz’er Türköne – Zaman
Müslümanların demokrasi ile imtihanı


Müslüman halklar için gelecek tablosu karanlık. Yeni bir dünya inşa edilirken, İslâm dünyası kendi iç sorunlarına gömülmüş durumda. Irak’ta ABD işgalinde katledilenlerin nerdeyse yedi katı, mezhep savaşlarında hayatını kaybetti. Suriye, dibi görünmeyen bir kuyunun içinde kayboluyor. Müslümanlar Müslümanları katlediyor. Ülkelerin kendi içindeki ve aralarındaki iktidar rekabeti mezhep çatışmaları üzerinden yürütülüyor. Bu bataklıktan çıkabilmek için Müslüman halkların tutunabilecekleri yegane can simidi demokrasi. Elbette yeterli değil, başka birçok şey daha gerekiyor; ama demokrasi olmadan felaha ulaşmak mümkün görünmüyor. Kimse kendini kandırmasın: Müslümanlar Batı’dan değil, Batı’yı da kullanan kendi zorba yönetimlerinden çekiyor.

Doğru yolu bulabilmek için vazgeçilmez şart, İslam ülkelerinde iktidarın halkın onayına dayanması. Zorba azınlık yönetimleri, meşruiyet açığını kapatmak için Batı ile ihanet üzerine kurulu işbirliğine gidiyorlar. Demokrasi konusunda Batı’nın çifte standartlarına şaşırmayın; adam çıkarı neyi gerektiriyorsa onu yapacak. Demokrasi bize, Batı ile ilişki kurmak için değil, kendi hakkımızı hukukumuzu korumak için lazım. Elimizde başka bir yöntem ve başka bir araç da yok. 

Yazının tamamını okumak için tıklayınız

Ruhat Mengi – Vatan
Bütün halkı hapsetmek mümkün mü


Gezi eylemlerine katılan veya konuşmalarıyla destek veren vatandaşlar esnafından avukatına, doktorundan sivil toplumcusuna, öğrencisine kadar bir şekilde cezalandırılıyor. Gözaltına alınanların sayısı 4000’e yaklaşırken gençleri silahla, gaz fişeğiyle, tazyikli suyla komaya sokan veya öldürenlerin hiçbiri cezalanmıyor.

Mesela Ethem Sarısülük’ü vuran polis Ahmet Ş’nin (ismi neden tam yazılmıyor, suçsuz yere hapse tıkılanların tüm şeceresi yazılmıştı) verdiği savunmanın doğru olmadığı, “vücudunu göstericilere dönerek silahını ateşlediği” Ankara Üniversitesi bilirkişi raporuyla belirlenmiş. Bu üniversitenin de başına bir olay gelmezse yargı görevini yapmak zorunda kalacak. İşte bir ülkede adalet bu kadar yara almışsa artık olaylar da durulmak bilmiyor, çorap söküğü gibi gidiyor.

Bir yandan “özgürlükçü anayasa” hazırlıyoruz diyenlerin, “gösteri hakkı vardır, vatandaşın can güvenliğini devlet korur” diye madde koyanların diğer tarafta gösteri yapan vatandaşlara önce şiddetin en ağırını, sonra gözaltına alınmayı reva görmesi de doğal olarak büyük tepki yaratıyor.

Yazının tamamını okumak için tıklayınız

Ruşen  Çakır – Vatan
Hem Hz. Ali’yi, hem Alevileri “oldukları gibi” sevebilmek

Hükümetin yarım kalan Alevi açılımını yeniden başlatmak istediğini biliyoruz ki bu iyi bir haber. Ancak açılıma elverişli bir zeminin oluşması için siyasi iktidarın Alevi kimliğini tanımlama yerine, Alevilerin talep ve beklentilerini yerine getirmeye çalışması gerekiyor. Bu bağlamada hükümet, üçüncü köprüye Yavuz Sultan Selim adının verilmesine Alevilerin itirazlarını ciddiye almalı.

Başbakan’ın da, Aleviliği Hz. Ali sevgisiyle sınırlama ısrarından vazgeçmesi, Aleviliğe saygı duyduğunu, Alevileri “oldukları gibi” sevdiğini, onların inandıkları gibi yaşamaları için elinden geleni yapacağını söylemesi gerekiyor.

Yazının tamamını okumak için tıklayınız

Beril Dedeoğlu – Star
Rusya güçleniyor

Mısır ya da Suriye’deki gelişmelere sadece bu ülkelere bakarak yaklaşmak, dünyadaki diğer gelişmelerden bağımsız değerlendirmek, sınırlı sonuçlar çıkarmaya yol açar. Özellikle Uzakdoğu’daki gelişmeler Ortadoğu’nun kaderini belirleyecek ve bu bölgede ortam giderek geriliyor.

Rusya, Doğu Sibirya ve Rusya Uzak Doğusu denen bölgede bir hafta süren çok büyük bir askeri tatbikat yapıyor. Doğu Sibirya, Çin ile olan sınırı; Rusya Uzak Doğusu ise, Pasifik Kıyılarını, Bering Boğazı’nı, Kore ve Japon Denizi ile komşuluğu ifade eden bölge. Kısacası epeyce kritik bir coğrafya söz konusu.

Yazının tamamını okumak için tıklayınız

Yalçın Akdoğan – Star
PYD ateşle oynamamalı

Suriye sınırındaki gelişmelerin giderek daha farklı bir ulusal güvenlik sorunu oluşturmaya başladığı Türkiye ise bu tür oldu bittilere eyvallah edemez. Hem Suriye’nin geleceği açısından Türkiye’nin tezleri bellidir, hem de kendi güvenliği ve ulusal çıkarları açısından Türkiye’nin hassasiyetleri bellidir. Romantizm sınırını aşıp ateşle oynamak anlamına gelecek maceralara girişenler öncelikle kendilerine zarar verirler.

Türkiye Suriye’deki tüm grupların (Kürtler de dahil olmak üzere) hakkını ve hukukunu savunmuştur. Diğer grupları yok sayan ve onlar üzerinde tasallut kurmaya çalışan hareketler bu hak-hukuk zeminini sıkıntıya sokarlar.

Yazının tamamını okumak için tıklayınız