20 Temmuz 2013 10:10
Hürriyet’ten Mehmet Y. Yılmaz, Sedat Ergin; Milliyet’ten Mehveş Evin, Serpil Çevikcan, Fikret Bila; Radikal’den Fehim Taştekin, Eyüp Can; Yeni Şafak’tan Ali Bayramoğlu, Özlem Albayrak; Zaman’dan A. Turan Alkan, Mehmet Kamış; Vatan’dan Müge İplikçi, Güngör Mengi; Star’dan Mensur Akgün; Sabah’tan Tulu Gümüştekin gündem hakkında yazdı, önemli tespitlerde bulundu.
İşte o yazılardan hazırladığımız derleme:
Mehmet Y. Yılmaz – Hürriyet
Ölülerinizi rahmetle anınız
Başbakan Erdoğan, artık her konuşmasında Mısır’daki darbecilerin ve Suriye’deki diktatörün katliamlarına seyirci kalanları suçluyor.
Haksız olduğunu söyleyemeyiz.
Mısır’da masum insanların üzerine askerler ateş açtı, yüzlercesinin ölümüne neden oldu.
Suriye diktatörünün artık 100 binden fazla ölümden sorumlu olduğu bir gerçek, o da halkının üzerine bombalar, gazlar yağdırdı.
Bunları eleştirmemek, bunu doğal karşılayıp normalize etmek, kendisine demokratım diyenlerin kabul edemeyecekleri bir durumdur.
Ama Başbakan’ı da tutarlı olmaya çağırmamız gerekiyor.
200 binden fazla sivilin ölümünden sorumlu olduğu için Uluslararası Ceza Mahkemesi tarafından tutuklama kararıyla aranan Sudan’ın darbeci Devlet Başkanı El Beşir ile ilişkisini gözden geçirmeli. Ona olan muhabbeti nedeniyle özeleştiri yapıp, Sudan’da katledilen sivillerin yakınlarından özür dilemeli.
Yine tutarlı bir kişilik çizmek istiyorsa Bahreyn’de demokrasi talepleriyle ayaklandıkları için şiddete uğrayan, öldürülen insanları da hatırlamalı. Bugün Suriye’deki vahşete seyirci kalanları suçladığı gibi, kendisi de dahil olmak üzere Bahreyn’deki vahşete seyirci kalanları eleştirmeli.
Tutarlılık, insanların söyledikleri sözlerin ciddiye alınmasına yardımcı olacak en önemli özelliklerden biridir, bunu aklından çıkarmamalı.
Yazının tamamını okumak için tıklayınız
Sedat Ergin – Hürriyet
Ölüler ve ayrım meselesi
Evet, her şey 30 Mayıs sabahı erken saatlerde Gezi Parkı’nda kalan bir grup protestocuya gaz atılması ve çadırlarının yakılmasıyla başladı. Bu uygulamayı protesto etmek üzere Gezi Parkı’na gelen insanların polisin daha sert bir müdahalesine hedef olması daha da büyük bir tepkiye yol açtı. Büyük kalabalıklar Taksim’de toplandı. Sonrasında olanlara hep birlikte tanıklık ettik.
Olayların bu şekilde gelişmesi önlenemez miydi? Kuşkusuz, otoriteler daha en başta konuya farklı bir şekilde yaklaşmış olsalardı, muhtemelen olayların bu mecraya girmesinin önüne geçilir, hayatını kaybeden insanlar da bugün yaşıyor olurdu. Ama varsayımlar üzerinden tarihin akışını yeniden kurgulayabilmek mümkün olmuyor. Çıplak gerçek şu ki, onlar bugün aramızda değil.
Geçen süre içinde hükümetin zirvesinde bu gösteriler hakkında yapılan konuşmaları izlerken, ölen protestocular için bir üzüntü ifadesi duyup duyamayacağımı merakla bekledim.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, birden çok konuşmasında Adana’da ölen komiser Mustafa Sarı’yı “yâd” etti, “şehidimiz” diye konuştu. Ancak ölen göstericiler hakkında genellikle suskun kalmayı tercih etti Başbakan. Yalnızca önceki akşam yaptığı bir konuşmada “polise şiddet uygularken ölen üç-dört kişi” diye söz etti onlardan, olumsuz bir vurguyla.
Yazının tamamını okumak için tıklayınız
Mehveş Evin – Milliyet
Fışkıyeli Bostan
Nerede bir avuç toprak kalmışsa... Nerede ağaçlar yeşermiş, boy atmışsa... Nerede su akıyorsa... Hepsi, betona boğma planlarına kurban ediliyor.
Bu anlayış, Gezi Parkı’yla başlamadı, bitecek gibi de değil.
Türkiye'nin dört bir yanı, kamuya ait arazilerin birer birer imara açılmasıyla, suyun ticarileştirilmesiyle, kentsel dönüşümle, büyüme hevesiyle sayısız ‘proje’ye boğuldu.
Son örneği, İstanbul Suriçi’nde Yedikule bostanları. Üç günde onaylanan ve 2011’de İBB’nin hazırladığı Tarihi Yarımada Alan Yönetim Planı’nı ihlal eden projenin adı pek sevimli:
“Yedikule Kapı ile Belgrad Kapı Arasında Kara Surları İç Koruma Rekreasyon Projesi”.
Şaka gibi... Yüzlerce yıllık geçmişi olan tarihi bostanlar, Fatih Belediyesi'nce iki haftada molozla örtüldü.
Oysa Yedikule’deki 200 dönümlük araziden yaklaşık 50 aile geçimini sağlıyordu.
Şimdi buraya güzel bir ‘süs havuzu’ kondurulacak! Gotik mi olur, fışkıyeli mi, Tanrı bilir.
Yazının tamamını okumak için tıklayınız
Serpil Çevikcan – Milliyet
Esad gitse de kalsa da…
PKK, Öcalan’ın 1979’da Suriye’ye geçişinden itibaren bu ülkede ciddi biçimde örgütlenmeye başladı ve baba Esad’ın himayesinde kök saldı.
O dönemden, Suriye’de 2 yıldır hüküm süren iç savaşın başlangıcına kadar gelen zaman tünelinde PKK’dan söz ederken Suriye’yi dışarıda bırakmak imkansız.
Suriye’deki yönetim boşluğunun baş gösterdiği ilk günlerden itibaren ise örgüt, eğitim ve organizasyon kabiliyeti olan çekirdek kadrolarını Kuzey Suriye’de görevlendirdi. Adeta bir “özel kuvvetler” çalışması yürüttü. Şimdilerde PYD’nin silahlı kolu YPG’nin 14 bin militanı olduğu belirtiliyor.
Türkiye, Barzani kanalını kullanarak Suriye’deki Kürtler üzerinde kontrollü baskı politikası izledi ancak istediği sonucu alamadı. PYD ile yürütülen temasların da hükümetin beklediği sonuçları tam olarak vermediği son 48 saatte ortaya çıkan sıcak gelişmelerden anlaşılıyor. Elbette, sınırımızın hemen öte yanında şekillenen yeni bir Kürt otonom yönetimi birçok açıdan Türkiye’yi etkileyecektir. Ancak, bu gelişmelerin “çözüm sürecini” nasıl etkileyeceği konusu elimizdeki sıcak patatesi daha da yakıcı bir hale getiriyor.
Yazının tamamını okumak için tıklayınız
Fikret Bila – Milliyet
Davutoğlu’nun tepkisi ve PKK’nın atağı
Özerklik ilan edeceği belirtilen PKK/PYD, belki Türkiye’den gelen tepki ve uyarıların da etkisiyle dün böyle bir duyuru yapmadı. PYD Başkanı Salih Müslim, halkın birçok yerde kendi denetimini kurduğunu, bu yapının demokratik özerklik olmasa bile onun bir parçası olduğunu açıkladı. Müslim, Türkiye’nin güvenliğinden endişe duyacağı bir durum olmadığını ve kendi aralarındaki meselelere karışmaması gerektiğini de vurguladı. Ayrıca Türkiye’nin Selefi grupları desteklememesini de istedi.
PKK/PYD Kuzey Suriye’de, fiilen özerk bir yapı kurma çalışmalarını sürdürüyorlar. Üç ay içinde seçime gidilebileceğini, bir anayasa yapılacağını, Yüksek Kürt Konseyi’ne kimlerin seçileceğinin belirleneceğini duyurarak, çerçeveyi ilan ettiler ve sınırda Ceylanpınar’ın karşısındaki binalara bayraklarını diktiler.
Suriye’deki iç savaşın nasıl gelişeceği ve sonuçlanacağını şimdiden bilmek mümkün değil. Şimdilik görünür gerçek, PKK/PYD’nin Kuzey Irak'ta hakimiyet kurdukları ve çok önemli bir mevzii daha kazandıkları.
Yazının tamamını okumak için tıklayınız
Fehim Taştekin – Radikal
Savaş çıkmaz biz çekiliriz
Şu aşamada Türkiye’deki alarmın Serekaniye’de karşılığı yok gözüküyor. En azından geçici ya da noktasal bir hareketten bir savaş pozisyonu çıkarma eğilimi yok. Peki iş bir işgale varırsa? Bunu da Demokratik Birlik Partisi’nin (PYD) Kürt Yüksek Konseyi’ndeki temsilcisi Nasır Hacı Mansur’a sordum. Yanıtında daha bir kararlılık gördüm: “Türkiye böyle çılgınca bir harekette bulunmayacak kadar yerleşik temelleri olan bir devlet. Bunu kesinlikle yapmayacağına inanıyoruz. Bir yıldır sınır bölgelerini kontrol ettiğimiz halde Türkiye’ye hiçbir tehdit yönelmedi. Sürekli dostluk istediğimizi, Türkiye’ye bizden yönelik tek kurşun atılmayacağını söyledik ve atılmadı da. Sınırdaki kontrol noktasında bir tehdit, bir sorun varsa Türkiye devleti bunu bildirsin, anında çözeriz. Türkiye diyalog ve işbirliği yerine silahlı güçlerini bizim topraklarımıza sokmaya kalkışırsa o zaman tüm gücümüzle direniriz ve halkımıza seferberlik çağrısı yaparız.” Mansur sınıra tank sevkiyatıyla ilgili de “Güvenlik tedbirleri çerçevesinde önlem alınması normal. Alarma geçmemizi gerektirecek bir durum yok” diyor.
Yazının tamamını okumak için tıklayınız
Eyüp Can – Radikal
Dört parçalı büyük Kürdistan hayali gerçek mi oluyor?
PYD Eşbaşkanı Salih Müslim’e sorarsanız ne bağımsız bir Kürt devleti var ortada ne de bu aşamada özerklik ilanı.
İnanalım mı? Hem evet hem hayır.
Benzer bir soru Irak’ta yıllarca Barzani’ye de soruldu.
Barzani bu soruya ne cevap verdi dersiniz?
Bence verilebilecek en dürüst cevabı:
“Eğer bir Kürt olarak ‘Bağımsız Kürdistan’ hayalim var mı diye soruyorsanız elbette var ama ben hayallerle değil gerçeklerle yaşıyorum.”
Bu yüzden hem inanın hem de inanmayın diyorum.
Barzani bugün Irak Kürdistanı’nın lideri.
Şartlar uygun olsa elbette bağımsızlık da ilan eder.
Ama bu aşamada hayır diyor. Hatta bir ara Maliki ile çatışmanın eşiğine gelince Türkiye’nin himayesinde bağımsızlık ilanı bile gündeme geldi fakat Amerika’nın devreye girmesiyle o proje de rafa kaldırıldı.
Burası Ortadoğu, yani güç oyununun tek belirleyici olduğu coğrafya.
PYD, Suriye’nin kuzeyinde tıpkı Irak’taki gibi demokratik özerklik adı altında özerk bir bölge kurmak istediğini saklamıyor. Sorun, özerklik değil zamanlama.
Yazının tamamını okumak için tıklayınız
Ali Bayramoğlu – Yeni Şafak
YAŞ ve JİTEM
Bu arada önemli bir iddianame açıklandı. Kızıltepe Cumhuriyet Başsavcılığı, Ergenekon tutuklusu Hasan Atilla Uğur'un, Kızıltepe İlçe Jandarma Komutanı olarak görev yaptığı dönemde yaşanan faili meçhul cinayetler ve köy boşaltmalara ilişkin soruşturmayı tamamladı.
Şu satırlar iddianameden:
'Faili meçhul cinayetlerin, gözaltına alınıp kaybettirilme, köy boşaltma ve işkence olaylarının da genel itibariyle 1993-1996 arasında gerçekleştiğinin sabit olduğu, bu suretle JİTEM adlı yasadışı oluşumun varlığının sabit olduğu ve iddia edildiğinin aksine 1990'dan sonra da faaliyetlerine devam ettiği anlaşılmıştır...'
'Başta TSK olmak üzere bu alanda faaliyet gösteren kurumlarda çalışan kamu görevlilerinin organize ettiği oluşumlar bünyesinde örgüt mensuplarının, örgüte yardım edenlerin veya sempati duyanların haklarında adli süreç başlatılmaksızın işkence ile öldürülme ve bunun gibi hukuka aykırı eylemlere maruz bırakıldıkları bir gerçektir. Açıklanan cinayetler, zorla köy boşaltmalar ve işkence olaylarına başlatılan bu soruşturma kapsamında yapılan araştırmalar neticesinde söz konusu eylemlerin JİTEM adlı oluşumun faaliyetleri çerçevesinde gerçekleştirildiğine dair kuvvetli şüphe teşkil eden delillere ulaşılmıştır.'
Yüksek Askeri Şura üyeleri arasında bu satırları değerlendiren olacak mıdır acaba?
Bu şûrada sivil kanadın yıllardır siyaseten sorulması beklediği JİTEM'le ilgili soruyu soran olacak mıdır?
Yazının tamamını okumak için tıklayınız
Özlem Albayrak – Yeni Şafak
Siz bayım, romantik devrimci miydiniz?
Romantizmin tarihi Fransız Devrimi'nden çok öncesine Pascal'a kadar götürülebilir, hemen bütün sosyal bilimlerdeki derin etkilerinin izlekleri sürülebilir, serencamı hakkında binlerce sayfa yazılabilir; ama bilirsiniz özetlemek gerekirse romantizm; bireyin kendini, tecrübesini ve duygularını abartması halidir.
Ama, Gezi romantizmi, hatta devrimci romantizm denilen ve akıllı filan bildiğimiz insanlara twitterdan eylem hocalığı yapmaya varacak denli kendini unutturan bu 'şey'in; devrimci romantizmle açıklanabilir olduğuna emin değilim. Zira romantizm; varoluş durumları ve yaşamsal olan her şeyi anlama çabasının ötesinde daha kuşatıcı bir biçimde hissetmenin, geniş bir tür bilme biçiminin adıdır.
Yazının tamamını okumak için tıklayınız
A.Turan Alkan – Zaman
Aleviler bunu hak etmiyor
Eğer bir Alevi olsaydım, “Ali’yi sevmek Alevilikse ben dört dörtlük Alevi’yim” sözünü işitince şöyle düşünür, “Sen beni sadece yanlış anlamıyorsun; yanlış anlamakta sistematik bir ısrar içindesin” diye derin bir kalp kırıklığına kapılırdım.
Biraz empati yapalım: Lâteşbih, bir gayrimüslim çıkıp, “Müslümanlık yalan söylememek ise ben dört dörtlük Müslüman’ım” diyerek bizi anladığını ileri sürse ve hatta bununla iktifa etmeyip, “Ben sizi sizden iyi anlıyorum; fakat ne yazık ki siz ne istediğinizi iyi bilmiyorsunuz” imâsında bulunsa en azından sinirlenmez miyiz?
Aleviliğin Hazreti Ali’yi sevmekten ibaret bulunduğu faraziyesi –eğri oturup doğru konuşalım- biz Sünnilere mahsus anlam çerçevesidir ve en kibar tabirle hayli eksik bir tabirdir. Eksikliğin ne olduğunu teologlar tartışadursun, usûl açısından yapılan yanlışın altını çizelim: Bir inanç dairesinin, bir başka inanç dairesini tarif etme hak ve yetkisi yok.
Yazının tamamını okumak için tıklayınız
Mehmet Kamış – Zaman
Yeni Türkiye
Gezi olayları bize bir kere daha hatırlattı ki, bu ülkenin temel bir problemi var ve bu temel problem başka güçler tarafından kolayca provoke edilebiliyor. Bu problemi, rahatsız olanlara haddini bildirerek çözemeyiz. Aksine Cumhuriyet’ten bugüne kadar mağdur edilmişlerin tedirginliğini ortadan kaldıracak bir ülke kurgularsak, insanlara güven ortamı içerisinde yaşadığını hissettirebilirsek, hiç kimse bu oyunu bir kere daha tekrar edemez.
Hükümetin etrafında kümelenerek sağa sola tehditler savuranlar, toplumdaki temel tedirginliği tavana çıkartmaktan başka bir görev ifa etmiyor. Ağızlarından düşürmedikleri ‘yeni Türkiye’ sözü, eli sopalı ‘eski Türkiye’nin’ farklı bir versiyonundan başka bir şey değil.
Yazının tamamını okumak için tıklayınız
Müge İplikçi – Vatan
Gezi ve göçmenler
Teslim etmemiz gerekiyor ki, yurt dışındaki gösterilerin ağırlıklı olarak verdiği mesaj Gezi’den yükselen ‘yeni vatandaşlık’ ruhu ve ruhun beslendiği ortak belleğe ‘şimdilik’ ulaşabilmiş değil. Yeni Türkiye’yi anlayabilmenin temelindeki en önemli hususlardan biri de farkındalık: Yaşanmakta ve yaşanacak olanı, kısaca direnişin ruhunun tek tipleşmeye, anti-militarizme ve hiyerarşiye hayır diyebilmek olduğunu anlamaya yönelik bir farkındalık; özgürleşmenin bireyle kurabileceği bu ‘yeni’ ilişkiyi anlamlandırmaya yönelik bir çaba... Gerçi bunun için yurt dışına gitmeye de gerek yok. Türkiye’de, özellikle hükümeti destekleyenler ya da bir biçimde Gezi’ye mesafe koyanlar için bu hareket ağırlıklı olarak ‘dış mihraklar’ın ve ‘faiz lobisi’nin hareketi olarak anılmaya devam ederken ötekileştirilmiş kimliklerin ve farklı düşüncelerin bir arada yaşayabileceği yeni bir ülke gerçeği fikri bir kısmımızı heyecanlandırmaya devam ediyor.
Yazının tamamını okumak için tıklayınız
Güngör Mengi – Vatan
Sıfır sorunlu günlere özlem
PYD’nin Suriye’de özerk bir Kürt devleti kuracağı ve bunu oldu-bitti şeklinde dünyaya kabul ettirmek isteyeceği yolunda söylemler Ankara’yı rahatsız ediyor.
Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu dün, Şam rejiminin herhangi bir mezhebî veya etnik temelli defacto durumları dayatma çabalarına Türkiye’nin geçit vermeyeceğini savundu.
“Suriye’deki tüm gelişmeleri büyük bir kaygı ve dikkatle izliyoruz” dedi.
Bundan birkaç yıl önce “komşuları ile sıfır sorun” siyasetini hayata geçirmeyi başarmış bir devletti Türkiye.
Şimdi başka devletlerin iyi niyetli yardımlarına bağımlı hâle düşmüştür.
Başbakan yabancı elçilere verdiği iftarda haklı bir serzenişte bulundu:
“100 bin insanın öldüğü Suriye’ye karşı hâlâ bir ses yükselmiyor.. Bu durum iyiye gitmiyor. Rusya’ya, Çin’e, İran’a sesleniyorum.. Artık destek vermeniz lâzım..”
Türkiye inandırıcı ve güven verici kimliğini acele geri kazanmalıdır.
Aksi hâlde barış çağrıları boşuna nefes tüketmek olacaktır!
Yazının tamamını okumak için tıklayınız
Mensur Akgün – Star
Sıfır sorun idealine geri dönülmeli
Türkiye’nin İsrail’i, Suriye’yi, Mısır’ı, Irak’ı eleştirisinde haklı olması ne yazık ki yetmiyor. Dünya siyaseti Dışişleri Bakanımızın çok iyi bildiği gibi hak üstünden değil çıkar üstünden kurgulanıyor. Haktan ve hukuktan çok bahseden ülkeler sonunda yalnız kalıyor, eleştirdikleri sorunların parçası haline geliyor. Etkileri azalıyor, ilişkileri zarar görüyor. Türkiye’nin içeride de dışarıda da sorun çözmeye, çözümlerin parçası olmaya ihtiyacı var. Var olan endişeleri gidermenin, rahatsızlıkları ortadan kaldırmanın tek yolu bu. Biz Mısır’da ne kimseye karşı, ne de kimsenin yanında olmak zorundayız. Mısır’da sorunun çözümüne katkıda bulunmalıyız. Aynı şey diğer sorunlar için de geçerli.
Türkiye artık sıfır sorun idealine her yerde, her alanda geri dönmeli. Arabuluculuk yapmalı, çözüm üretmeli, komşularıyla barışmanın yollarını aramalı. Bizim olumlanmamız gerekiyor. Hesaplaşmak, safları sıklaştırmak, iktidarı daha da konsolide etmek için bile nefes alacak bir alan yaratmak şart...
Yazının tamamını okumak için tıklayınız
Tulu Gümüştekin – Sabah
Türkiye’nin dış siyaset dinamikleri
Arap ülkelerinde "devrim" niteliği taşıyan değişim başladığından bu yana, Türkiye'nin bölgesel rolü dünya gündeminden düşmüyor. AK Parti hükümetinin icraatı, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın bölge ülkelerinin kamuoylarında sahip olduğu destek, kısa sürede Türkiye'nin bir "rol model" algısı oluşturmasını sağladı. Aktif bir dış siyaset de, bu algıyı güçlendirdi.
Bu noktadan itibaren, dış politika alanı, hükümetin en fazla tartışılan icraatını oluşturdu. Dış basında, rastlanan eleştirilerden çok, siyasi liderler ve kanaat önderleri düzeyinde, Türkiye'nin bölgesinde istikrar ihraç eden güçlü rolü vurgulanır oldu. İç siyasette ise, toplumda geniş destek gören sağlık, eğitim, ekonomi gibi alanların dışında kalması, dış siyaseti eleştirilmesi daha kolay bir alan haline getirdi.
Yazının tamamını okumak için tıklayınız
© Tüm hakları saklıdır.