Gündem

7 gazeteden 14 köşe yazarı gündem için ne dedi?

Fuat Keyman: Ergenekon Davası kararları, hem Başbakan ve bugün içinde bulunduğu duruma, hem de çözüm sürecine çok olumsuz etki edecektir

10 Ağustos 2013 10:54

Hürriyet’ten Taha Akyol, İsmet Berkan; Milliyet’ten Serpil Çevikcan, Fuat Keyman; Taraf’tan Hayko Bağdat, Vecdi Sayar; Zaman’dan Şahin Alpay, Ali Bulaç; Yeni Şafak’tan Mehmet Şeker, Akif Emre; Radikal’den Oral Çalışlar, Murat Yetkin; Vatan’dan Ruhat Mengi, Güngör Mengi gündem hakkında yazdı.

İşte o yazılardan hazırladığımız derleme: 

 

Taha Akyol – Hürriyet
Başbuğ Davası

Başbuğ davasında mesela, ünlü “İrticayla Mücadele Eylem Planı”nı Başbuğ onayladı mı, onaylamadı mı? 
Evet, “Komutan’a arz” diye bir paraf var. Peki bu “arz edildi” demek mi, “arz edilecek” demek mi?
Dosyada “Genelkurmay’da Komutan’ın haberi olmadan kuş uçmaz!” diye beyanlar var. Fakat bu genel ifade, somut durumun kanıtı olamaz. Araştırmak gerekir. 
Dönemin İkinci Genelkurmay Başkanı Org. Hasan Iğsız’ın 7 Eylül 2012 günlü duruşmadaki ifadesi şöyle: 
“Sayın Komutan’a arz lafı bana aittir. Bu ifade onun arz edildiğini göstermez, komutana arz edilmesi gerektiğini ifade eder”.
Nitekim dosyada, “Komutan’a arz” kaydı olup Başbuğ’un parafı bulunan belgeler var; paraf, arz edildiğinin kanıtı... “İrticayla Mücadele Eylem Planı”nda böyle bir paraf yok. Demek ki Başbuğ’a arz edildiğine dair kanıt yok.
Bu konularda hem olguları hem Genelkurmay’daki prosedürleri bilecek bir isim, Kara Kuvvetleri Komutanı Org. Işık Koşaner’dir. Koşaner, Başbuğ yurtdışına çıktığında Genelkurmay Başkanlığı’na vekalet ediyordu. Orduda vekalet ilişkisinin nasıl işlediği konusunda da mahkemeye bilgi verebilirdi.
Fakat mahkeme, Işık Koşaner’i dinlemeyi reddetti!
Yargıtay bu açıdan “eksik soruşturma” gerekçesiyle bozabilir.

Yazının tamamını okumak için tıklayınız

İsmet Berkan - Hürriyet
İlker Başbuğ neden mahkum oldu?


Kararın açıklandığı andan itibaren kamuoyu ilgisinin İlker Başbuğ’la ilgili verilen karara çevrildiğini söylemek yanlış olmaz.
Ve kimse kusura bakmasın ben mahkemenin bu kararını okuyunca, İlker Başbuğ’un neden cezalandırıldığını anlamadım.
Başbuğ’un ‘silahlı terör örgütü’ yöneticisi olmakla suçlanması zaten tuhaftı. Şimdi mahkeme onu bu suçlamadan ötürü mahkum etmiyor (mahkemenin kararı bu suçlamadan ‘beraat’ anlamına mı geliyor acaba?); onun yerine ‘cebir ve şiddet kullanarak hükümeti devirmeye teşebbüs’ten mahkum ediliyor Başbuğ.
Peki ama Başbuğ ‘cebir ve şiddet’i nasıl kullanmış olabilir? Mahkemenin önünde bu konuda hiçbir suçlama ve delil yok ama varsayalım ki Başbuğ’u ‘Ergenekon Terör Örgütü üyesi’ saydı mahkeme. Fakat hayır, öyle olsa mahkemenin Başbuğ’u ‘örgüt üyeliği’nden de mahkum etmesi gerekmez miydi?
Şu anda İlker Başbuğ, tek başına darbeye teşebbüs etmiş gibi gözüküyor mahkemenin kararına göre. Gerekçeli karar yazıldığında belki bazı soru işaretleri ortadan kalkacak ama mahkemenin özet kararda daha özenli olması gerekmez miydi?
Yeniden sorayım: İlker Başbuğ neden ceza aldı?

Yazının tamamını okumak için tıklayınız

Serpil Çevikcan – Milliyet
Paşaya müebbet paketi etkilemesin

Başkent kulislerinde, Ergenekon davasında çıkan ve Ak Parti’de de bazı sanıklara verilen cezalar yönünden rahatsızlık yaratan kararların demokratikleşme paketini de etkileyebileceği yorumları da yapılıyor.
Ergenekon’da üst düzey komutanlar Abdullah Öcalan’la aynı cezalara mahkum edilirken, KCK’lıların tahliyesi konusunda adım atılmasının çözüm sürecine yönelik algıyı olumsuz etkileyebileceği yorumları bir süredir başkent kulislerinde dolaşıyor.
Hukuki olarak aslında terör suçlarıyla ilgili olarak yapılacak her değişiklik Ergenekon davasının bazı sanıklarını da olumlu olarak etkileyebilir. Ancak İlker Başbuğ başta olmak üzere birçok kişinin cezası bu tip düzenlemelerle değişemeyecek kadar ağır.
Bu nedenle, hükümetin algıyı yönetmek için paketi gözden geçirebileceği, sokaktan gelen ses doğrultusunda revizyon yapabileceği belirtiliyor.
Demokratikleşme paketi, sadece İmralı ve Kandil’in beklentilerini karşılamak için çıkartılmıyorsa, bu paketle birlikte atılacak adımların “paşa içeride, teröristler dışarıda” tipi karşılaştırmalara kurban edilmemesi gerekiyor.
Unutmayalım ki demokratikleşme adımları bundan on yıllar önce atılsaydı, bugün ne paşalar içeride, ne de PKK’lılar Kandil’de olurdu.

Yazının tamamını okumak için tıklayınız

Fuat Keyman  - Milliyet
Başbakanın kararı


Ergenekon Davası kararları, hem Başbakan ve bugün içinde bulunduğu duruma, hem de çözüm sürecine çok olumsuz etki edecektir.
Gerek, Başbakan’ın Türkiye’yi Başkanlık sistemine taşıma arayışlarının;
Gerek, Gezi Parkı protestoları sürecinde uygulanan orantısız güvenlik uygulamalarının ve tepkici söylemin;
Gerekse de, son dönemde işlerinden atılan ve sayıları yüzü geçen gazetecilerin ve basın ve ifade özgürlüğü sorununun, özellikle, yurtdışındaki Türkiye algısını çok olumsuz bir yere sürüklediğini biliyoruz.
Bu sorunlar, uluslararası toplum ile Başbakan Erdoğan arasında çok ciddi boyutlara varan bir “kopuş ve güvensizlik” yaratmıştı. Ergenekon Davası kararları, özellikle de, İlker Başbuğ ve benzeri örnekler, bu kopuşu ve güvensizliği iyice derinleştirecektir.

Yazının tamamını okumak için tıklayınız

Hayko Bağdat – Taraf
Kürt kardeşler


Barış sürecinden umutlu olanlardanım.

Taraflar masada olduğu sürece olası tüm aşamaların ve aksaklıkların aşılabileceğine inanıyorum. Geldiğimiz noktada masadan kalkan tarafın “kaybeden taraf” olacağından, kimsenin kolay kolay süreçten vazgeçebileceğini düşünmüyorum.

Peki, daha çok yakın zamanda Öcalan’ı asmaktan, gerilla ile sarılıp öpüşen vekilleri cezaevine atmaktan bahseden iktidar bu noktaya nasıl geldi?

Bugün PKK ile resmî görüşmelerin yürütüldüğü, Öcalan’ın İmralı’dan örgüte ve Kürt Halkı’na mektuplar yolladığı, PYD lideri Salih Müslim’in Ankara’ya davet edilip Rojava’daki olası özerkliğin tanınma sözünün verildiği, yapılacak büyük Kürt konferansına temsilci yollanmasının tartışıldığı günler yaşıyoruz.

Sanki arada iktidar değişmiş gibi.

Yazının tamamını okumak için tıklayınız

Vecdi Sayar – Taraf
Kayan Yıldızlar Gecesi


Hepimiz ‘Yeni Türkiye’ye özlem duymuyor muyuz? Barışı, adaleti, eşitliği ve saydamlığı özlemiyor muyuz? ‘Gezi ruhu’nun temsil ettiği toplumsal psikoloji ile bire bir örtüşmüyor mu bu özlem?

Siyasi iktidarın baskılarına, ayrımcılık ve ötekileştirmeye olduğu kadar şiddete de karşı çıkan, toplumun zedelenen adalet duygusu ile özdeşlik kuran, Kürt sorununda ‘çözüm süreci’ne destek verirken, Ergenekon davasındaki haksızlıklara da karşı çıkabilen bir anlayışa özlem duymuyor muyuz? Görüşlerine katılmadığı insanları da savunabilen cesur yüreklere ihtiyacımız yok mu?

Daha cesur olmamızı, baskılara korkarak da olsa direnmenin, insan onurunu korumakla özdeş olduğunu söyleyiverse birileri. Ve bunun şiddetle değil, bilgiyle olacağını ekleyiverse... “Biraz daha bilgi... biraz daha cesaret”...

Yazının tamamını okumak için tıklayınız

Şahin Alpay – Zaman
Kutuplaşmadan kimseye hayır gelmez


İslam dünyasında bayramlar toplumda barışma, uzlaşma; kırgınlıkların, düşmanlıkların geride bırakılması, hayır işlenmesi için vesiledir. Ne yazık ki, bu Ramazan Bayramı’na Türkiye siyasi açıdan barışma ve uzlaşma değil, anlaşmazlıkların keskinleşmesi, kutuplaşma yönünde bir adımla girdi.

Yasalar çerçevesinde doğru veya yanlış, haklı veya haksız oldukları bir yana, Ergenekon davasında 5 Ağustos günü açıklanan kararlar toplumu ikiye böldü. Bir kesim kararları, “derin devlet”in cezalandırılması olarak alkışlıyor, diğeri ise davanın muhalefeti tehdit ve susturma amacına hizmet ettiğini düşünüyor.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne kadar uzanabilecek temyiz süreci, muhakkak ki hükümlülerin ve savunmanın dile getirdikleri hukuk ihlallerinin düzeltilmesi için bir güvence. Ne var ki, kendi tarihimizin, komşu ve uzak ülkelerde yaşananların defaatle gösterdiği gibi, siyasi kutuplaşmadan kimseye, hiçbir tarafa hayır gelmemiş, verdiği zararların tamiri çok acılı olmuştur. Çeşitli kesimlere ayrılan, parçalı bir toplum olan Türkiye’nin bugün en büyük ihtiyacı, farklı kesimlerini bir arada, uyum ve barış içinde yaşatmak. Ne yazık ki, iki yıl önceki genel seçimlerden bu yana yaşananlar bu açıdan çok karmaşık bir manzara çizmekte. PKK silahlı ayaklanmasına son vermek için bu yıl içinde atılan adımlar ne denli iyimserlik aşılıyor ise, başka alanlarda ilerleyen kutuplaşma karamsarlık veriyor.

Yazının tamamını okumak için tıklayınız


Ali Bulaç - Zaman
Cemaat ve demokratik katılım!

Teori açısından demokrasiler dini referans alan cemaatlerin politik eleştiri, katılım ve taleplerini temel bir hak olarak içselleştirmeli, laikler aksi uygulamanın ayrımcılık olduğunu kabul etmeli. Ancak en başta muhafazakâr-demokrat siyasetçilerin bu hak ve yetkiyi yeterince içselleştirmeleri beklenir. Cemaatler-siyasetçiler arasındaki sorunlar büyük ölçüde kişilerin niyetinden, hatta birbirlerine bakışlarından çok Batılı demokrasinin doğasından kaynaklanıyor. Çünkü Batılı anlamda herhangi bir siyasi kimliği alan her parti –bu isterse “muhafazakâr demokrat” olsun- teori gereği cemaatleri siyaset dışı görür. Bu da bize gösteriyor ki söz konusu teori toplumsal yapımıza, siyasetin seyrettiği hakiki mecraya uymuyor. Bir fikrin veya dini cemaatin referansı “din”dir diye siyasi fikir beyanından engellenmesi veya sistem dışı tutulması, “dinin kendisinin doğası gereği zararlı, kötü şey” olduğu anlamına gelir. Bu hem özcülüktür hem dine karşı işlenebilecek en büyük suç ve günahtır. Dahası dindarlara zulüm ve haksızlıktır. Din insanların ve toplumun hayatını hakka, hakkaniyete ve adalete dayandıran fonksiyonlar görmüyorsa, dünyevi ve uhrevi kurtuluşun yol haritasını gösteremiyorsa sebeb-i hikmetini, temel iddia ve anlamını kaybetmiş demektir.

Yazının tamamını okumak için tıklayınız

Mehmet Şeker – Yeni Şafak
İnsaf sınırlarını tarumar etmeyin

'Ergenekon: terör örgütü' tespiti her ne kadar önemli ise de kanaatimce yeterli sayılmaz.

'Darbe örgütü' olduğuna bir şekilde vurgu yapılabilirdi.

Darbe yapmanın halkın iradesini yok saymak olduğu gerçeğinden hareketle, o eyleme girişmenin bütünüyle şerefsizlik anlamına geldiği açıkça ifade edilebilirdi.

Bu tür tespitlere gerek duyulmadıysa, mahkeme heyetinin zarafetindendir.

Zira bahsettiğimiz tespitler, bizzat yüksek rütbeli komutanlar tarafından da zikredilmiştir evvelce.

Bir 'zira' daha kullanmak şart oldu:

Düzenli takip edenler bilir, siyasetçilerin, gazetecilerin ve daha birçok kişinin sıkça tekrarlamaktan zevk aldığı 'şerefsizlik' ve 'vatan hainliği' gibi sözler, bu sütunda daha önce kullanılmamıştır.

Yazının tamamını okumak için tıklayınız

Akif Emre – Yeni Şafak
Post-Ergenekon tartışmaları


Aslında Türkiye'de biyolojik ömrünü tamamlayan Kemalistlerin Ergenekon'la birlikte kendilerinin de tasfiye edileceği endişesi, liberallerle sol ve sağ Kemalist çevrelerin ortak kaygısı haline gelmiştir. Zira Ergenekon yapılanmalardan sadece biridir ve bu yapı izole edilmiş bir hücresel terör örgütü demek değildir. Devletin içinde derinliği olan, toplumsal katmanlarda elitist uzantılara sahip bir sosyolojiyi temsil ediyor. Doğrudan ilişkili olmasa bile doğal müttefik saydıkları bu kesimle ideolojik dayanışmaya girmeleri anlaşılabilir bir durum.

Bu elitist zümre, bir şekilde Ergenekon cezalarını tartışırken kendi ideolojik paydalarını da tahkim etmeye yönelen stratejik bir dil geliştiriyor.

Yazının tamamını okumak için tıklayınız

Oral Çalışlar – Radikal
Ergenekon hayal ürünü mü?


Askeri darbenin koşulları büyük ölçüde ortadan kalktı. Ama “Bu ülkeyi yalnızca biz yönetebiliriz” fikir ve iddiası, bir kesim içinde sürüyor. Ergenekon davası, işte bu anlayış tarafından başvurulan ‘gayrimeşru icraat’ın, yargı önünde hesabının sorulmasını hedefliyor. 10 yıl önce, böyle bir davanın açılabileceğinden söz etmek bile ‘hayalcilik’ olarak algılanırdı herhalde. 

Son açıklanan kararla birlikte, bir kesim içindeki ‘psikolojik travma’ yeniden belirginleşti. Bir eski Genelkurmay Başkanı’nın ömür boyu hapse mahkûm edilmesinin yol açtığı itirazlar, giderek derinleşmekte olan ‘genel hayal kırıklığı’yla beslenerek yaygınlaşıyor. Bu kesimin şu günlerde içinden geçmekte olduğu psikolojik karmaşayı, belki ilerleyen yıllarda daha iyi analiz edebileceğiz.

Yazının tamamını okumak için tıklayınız

Murat Yetkin – Radikal
Pilotların kaçırılmasından El Kaide ile küresel savaşa

Suriye’deki isyancı güçlerin ana gövdesini, Sünni çoğunluk içinde örgütlü, Mısır kökenli (ama bütün Orta Doğu’da yaygın) Müslüman Kardeşler (ihvan-ı Müslimin) oluşturuyor. Ancak 2012 Ocak ayında Sünni gruplar önemli, bir parçalanma yaşadı. El Nusra Cephesi adlı bir örgütün kuruluşu, lideri Ebu Muhammed el Gulani tarafından ilan edildi. El Kaide lideri Usame bin Ladin’in 2 Mayıs 2011’de Pakistan’da Amerikan komandoları tarafından öldürülmesi ardından örgütün başına geçen Eymen el Zevahiri, Gulani’nin adamı olduğunu Mayıs 2013’de, Ankara’nın inanmak istemeyen bakışları altında teyit etti.

El Nusra’nın sahneye çıkışı ÖSO’yu da, Suriye muhalefetini de zayıflattı. Çünkü Gulani de, Zevahiri gibi, ABD ve müttefiklerine küresel darbeler vurmak gerektiğine inanıyordu; yerel, ya da (Suriye’de rejim değişikliği türünden) milli hedefler Kaide’nin katı Sünni anlayışına uymuyordu. Nitekim iki ay sonra Mısır’da İhvan destekli Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi’nin darbeyle devrilmesi, Suriye’deki İhvan’ı daha da zayıflattı; Ankara dâhil destekçilerini de üzdü.

Yazının tamamını okumak için tıklayınız

Ruhat Mengi – Vatan
27 Nisan’da asker talimatı. Kimlere?


Başbakan’ın danışmanı Yalçın Akdoğan’ın söyledikleri içinde bir de “28 Şubat ve 27 Nisan’da asker talimatıyla hareket eden medya” kısmı var. 27 Nisan muhtırasını “tek başıma gece yarısı yazdım” diyerek veren Yaşar Büyükanıt’ın yargıya hesap vermesi önlendi, kendisi pekala korundu. Ama konuşmaya gelince “27 Nisan muhtırası”ndan adeta darbe gibi söz ediliyor. Madem durum budur ve seçimde de yine bu muhtıra muhalefet partilerine filan yıkılacaktır, çıkarsınlar muhtıra sahibini mahkemeye..

28 Şubat ve 27 Nisan’da “asker talimatıyla hareket eden medya” kimmiş, hangi kanıta göre böyle bir etiketleme yapılmış onu da tek tek isimleriyle açıklasınlar. Hani “12 Eylül’de darbeye övgüler dizenler, darbecilerle kol kola olan gazeteciler” biliniyor da (siyasetçiler de biliniyor, fotoğrafları bile var) 28 Şubat ve 27 Nisan’da “talimatla hareket edenler” bilinmiyor. Yalçın Akdoğan açıklasın, öğrenelim.

Açıklamazsa, “camide içki, başörtülü kadına saldırı” iddialarındaki gibi son zamanların modası olan “yalan ve iftira” olarak kalacak.

Yazının tamamını okumak için tıklayınız

Güngör Mengi – Vatan
Millet ne derse

Adalet çağrıları, ülke yöneticilerinin katlanmaya mecbur kalmaktan korkacakları en acıklı eleştirilerdir.

Daha beteri, bu çağrıların da ifade edilmesine hak tanınmayan durumlardır.

Şükür ki biz tamamiyle ümitsiz durumda değiliz.

İlker Başbuğ için “Genelkurmay Başkanı’na ‘Terör örgütü yöneticisi’ diyeni tarih affetmez” değerlendirmesi yapan Başbakan Erdoğan, bu konudaki düşüncesini değiştirmediğini belirtmiştir. “Yeter ki adalet yerini bulsun..”

Bu ifadesi, eski Genelkurmay Başkanı’nın başına gelenlerden Başbakan Erdoğan’ın da kendini vebal altında kalmış hissettiğini düşündürüyor.

Öyle olmasa adaletin yerini bulması için temennide bulunmaya ihtiyaç duymazdı.

Yazının tamamını okumak için tıklayınız