Gündem

"6 milyon seçmenin oy verdiği HDPyi yok saymak, 'Türkiye’nin Kürt sorunu çözülmesin' demektir"

Meclis'te yeni anayasa için yapılacak görüşmeye HDP çağrılmadı

11 Ağustos 2016 12:14

Aydın  Engin*

Binali Yıldırım, Başbakanlığa atanıp ardından AKP Genel Başkanı seçildiğinde hedeflerinden birini “Düşmanlarımızı azaltmak, dostlarımızı çoğaltmak” olarak dile getirdi. Bunu komşu ülkelerle mi sınırladı yoksa “dahili düşmanları” da kapsıyor mu bilemem.

Ancak besbelli ki AKP’de kararları daha önce de olduğu gibi ve darbe girişimi sonrasında daha öncekinden de güçlü olarak Tayyip Erdoğan veriyor. O, muhalefetteki parti liderleriyle Saray’daki mutabakat arayışı toplantısına partisi içinden bile gelen uyarılara kulak asmadan HDP’yi çağırmadı.

Ardından Yenikapı mitinginde de aynı tercihte ısrar etti. Gerekçesini de şöyle açıkladı: “PKK ile FETÖ’yü ayrı kefeye koymam. Böyle bir örgütle işbirliği yapanı davet etmem. Davet edersem, gazilere, şehitlere bunu anlatamam.”

Haklı. FETÖ ile PKK aynı kefeye konamaz. Birincisi yıllar boyu iktidar ortaklığı yaptığı ve ortaklık bozulunca ordu ve bürokrasideki illegal örgütlenmesini bir “darbe girişimi”ne taşıyan bir yapı.

Öteki Kürt siyasal hareketinin bir bileşeni.

Bunu biraz açmak gerek. Özellikle “PKK ile arasına mesafe koymadıkça HDP terörist örgüttür” değerlendirmesinin AKP medyasında temcit pilavı gibi tekrarlandığı şu günlerde bu yararlı olacak.

Kürt siyasal hareketi terimi silahlı mücadeleyi siyasal bir çizgi olarak benimsemiş PKK’nin üstünü örtmek için değil, üç bileşenli bir siyasal yapı olduğunu belirtmek, vurgulamak için kullanılıyor. Bileşen (eskilerin terimi ile mütemmim cüz) bir bütünü oluşturan ve o bütünün “olmazsa olmazı” sayılması gereken unsurlar için kullanılır.

Kürt siyasal hareketinin üç bileşeni var:

Bir: HEP, HADEP, DEHAP, BDP duraklarından geçerek bugün HDP’de ete kemiğe bürünen yasal ve parlamenter mücadele içinde yer alan siyasal parti.

İki: Kandil ya da PKK. Hâlâ silahlı mücadele yürüten siyasal hareket.

Üç: İmralı. Yani PKK’den ayrı değil, ancak hapislik ve hele uzun süredir ısrarla uygulanan yalıtım koşullarında ayrı bir bileşen olarak ele alınması gereken Abdullah Öcalan.

Bu tablo kimileri için “kabul edilemez” görülebilir. Hatta Kürt siyasal hareketi içinden bile böyle bir tabloya itirazlar gelebilir. Ancak kanımca bu itirazlar gerçeği değiştiremez. Kürt siyasal hareketi bu üç bileşenden oluşuyor.

Beğenelim, beğenmeyelim bu böyle.

Bu bileşenlerden birinin ötekini ya da ötekileri reddetmesini istemek anlam taşımıyor. Önemli olan Kürt siyasal hareketinin bundan böyle izleyeceği mücadele yöntemi.

HDP’nin bu konuda tutumu net. Genç Kürt siyasetçi Selahattin Demirtaş, sayısını artık unuttuğum kadar çok kez HDP’nin şiddet eylemlerini benimsemediğini ilan etti. Bunu “takıyye” olarak kavramak, algılamak Kürt siyasal hareketinin bugün yöneldiği siyasal tercihleri de anlamamaktır.

Barış süreci dediğimiz ve Dolmabahçe mutabakatı ile bir üst düzleme sıçramak üzereyken, Erdoğan’ın Türk milliyetçiliğine yönelip masayı devirmesiyle sonuçsuz kalan dönemde Kürt siyasal hareketi (HDP değil, hareketin tümü) şiddeti bir mücadele yöntemi olarak benimsemekten vazgeçip siyasal mücadeleyi tercih edeceğinin güçlü sinyallerini verdi.

Bu fırsat ne acıdır ki AKP tepelerince heba edildi.

Bu ülkede 6 milyon seçmenin yasal partisine oy verdiği, kimilerine göre 16, kimilerine göre 19 milyonluk bir yurttaş kitlesinin çok büyük kesiminin açıkça ve geri adım atmadan desteklediği Kürt siyasal hareketinin yasal partisini, HDPyi yok saymak “Türkiye’nin Kürt sorunu çözülmesin” demektir.

Çözülmesin mi?


Bu yazı Cumhuriyet'te yayımlanmıştır