Uluslararası Af Örgütü İsrail Direktörü Yonatan Gher, Gazze’de yaşananların İsrail’e yansımalarını anlatan bir mektup yayınladı.
Mektubunda İsrail’de füze sirenleri çalmasının ardından oğlunu yatağında kaldırarak merdiven boşluğuna sakladığını anlatan Gher “Oğlum sabahlarını anaokulunda, bizi koruyan askerlerin hikayelerini dinleyerek geçiriyor. Genç amcası ile cesur bir asker olarak övünüyor. Çocuklar, savaşan ordu birliklerine gönderilen ve askerlerin de tank ve toplarına astıkları resimler çiziyor. Gece vakti, başka bir siren çaldığı sırada, bana Gazze'de de sirenlerin olup olmadığını soruyor. Ona Gazze'de hiç siren olmadığını, onların Çelik Kubbe'sinin de olmadığını açıklıyorum. "Oradaki çocukları ne koruyor" diye soruyor” ifadelerini kullandı.
Yonatan Gher’in mektubu şöyle:
Ben ve erkek kardeşim mevcut İsrail-Gazze çatışmasını oldukça farklı bir şekilde tecrübe ediyoruz. Kardeşim 20 yaşında, askerlik yapıyor ve Gazze'de çatışıyor. Diğer yandan ben, çatışmanın iki tarafının da işlediği bariz suçları belgelemek ve bu konuda kampanya yapmakla ciddi biçimde ilgilenen Uluslararası Af Örgütü'nün İsrail şubesi direktörüyüm. Ben aynı zamanda bir vicdani retçiyim.
Pozisyonum, günlerimi kardeşim ya da benzer durumda olan diğer akrabalarım için inanılmaz endişelenerek geçirdiğim gerçeğini değiştirmiyor. Ailevi durumlarda bu tarz bir çetrefillilik yaşıyorsanız bu konuya en iyi yaklaşma yolu mizahtır. Dolayısıyla biz de kardeşimle aramızda, eğer dünyanın geri kalanı Uluslararası Af Örgütü'nün silah ambargosu çağrısına kulak asarsa, ilk olarak benim, onun silahının peşine düşeceğim konusunda şakalaşıyoruz.
Dünyanın bu kısmında mizah, son derece üzücü durumlarla başa çıkmanın yollarından biri. Bu çatışmanın başlangıcından beri 1.800'den fazla Filistinli ve 64 İsrail askeri ile üç sivil İsrailli öldü. Kaybedilen bütün bu hayatlar -çocuklar, bebekler, yaşlılar, kadınlar, erkekler, Gazze'de ve İsrail'de- oldukça trajik. İsrail'deki kamusal söylem ise göreceli: Eğer Gazze'de ölen insanlarla ilgili üzüntünüzü göstermeliyseniz, en azından bir İsrailli öldürüldüğü zamanki kadar üzgün olmayın. Aynı zamanda bunun Hamas'ın suçu olduğunu belirttiğinize emin olun. Sade ve basit üzüntü duyuyorsanız bu sizde bir sorun olduğu anlamına geliyor: onları kendi insanlarınızdan daha fazla önemsemelisiniz. Hain.
Bu konuda bir taraf olmayı reddederken ve her hayatın kutsal olduğunu düşünürken, görecelilik, bağlam ve mazur gösterme olmaksızın insan hakları söylemini iyi bir sığınak olarak görüyorum. İnsan haklarının hukuki bir çerçevesi var, dünya ülkelerinin en iyi ahlaki kurallarının daha da üstünde bir noktaya inşa edilmiş bir çerçeve. İsrail'de bizim, insan haklarına yönelik özel bir ilgimiz olmalı, çünkü onlar İkinci Dünya Savaşı'nın ardından, dünyanın "bir daha asla" deme şekliydi.
Ülkeler bir araya gelerek, bir ülkenin vatandaşları üzerinde sahip olduğu mutlak gücün bir sınırı olması gerektiğine karar verdi, bu aynı şekilde savaşta oldukları ülkeler için de geçerliydi. Bu Yahudilik'te yıllardır var olan bir kural: Arvut Hadadit, bütün insanlar arasında karşılıklı bir sorumluluk ya da Uluslararası Af Örgütü'nün genelde referans verdiği gibi: Dayanışma. Amaç, ülkeler kendilerini diğer ülkelerin işlerine dünyadaki her birey için topluca kabul edilmiş hakların güvence altına alınmasını temin etmek için karışması.
İsrail insan hakları belgelerinin yaratılmasına verdiği destek konusunda tutarlı oldu. İsrail, 1950'lerde Mülteci Sözleşmesi'nin oluşturulmasında ya da geçen yıl kabul edilen Silah Ticareti Sözleşmesi'nde bazı ilk iyi adımları atma konusunda da aktif rol oynadı.
Fakat sayısız kez, İsrail'in dünyanın geri kalanı için tek bir standardı kendisi için başka bir standardı olduğuna şahit olduk. Başka bir ülke tarafından gerçekleştirildiğinde açıkça insan hakları ihlali sayılan eylemler burada olduğunda "siyasi" olarak addediliyor. Eğer bu eylemleri eleştirirseniz "bağlamı görmezden gelmekle" suçlanıyorsunuz ya da İsrail'in en sevdiği şeyle: "bizi eleştirmek anti-Semitist".
Şu an saat 02.30 ve beş yaşındaki oğlumu az önce yatağından kaldırdım. Füze sirenleri çalmaya başladı ve ben de onu "güvenli bölge" ilan ettiğimiz merdiven boşluğunda kucağımda tutuyorum. Bir dakika içinde birkaç gürültülü patlama duyacağız, Çelik Kubbe'nin bizi öldürmek için gönderilen roketleri durduracağını umacağız. Oğlum sabahlarını anaokulunda, bizi koruyan askerlerin hikayelerini dinleyerek geçiriyor. Genç amcası ile cesur bir asker olarak övünüyor. Çocuklar, savaşan ordu birliklerine gönderilen ve askerlerin de tank ve toplarına astıkları resimler çiziyor. Gece vakti, başka bir siren çaldığı sırada, bana Gazze'de de sirenlerin olup olmadığını soruyor. Ona Gazze'de hiç siren olmadığını, onların Çelik Kubbe'sinin de olmadığını açıklıyorum. "Oradaki çocukları ne koruyor" diye soruyor.
Gazze'deki çocuklar, benim çocuğum ve bu çatışmanın iki tarafındaki bütün siviller için son sınır, insan haklarının muhafaza edilmesi. Dünya çapından daha fazla insanın harekete geçerek savaşan taraflara sivilleri hedef almaktan vazgeçme ve kendi ülkelerinin Uluslararası Ceza Mahkemesi'nden yaralanmasını sağlama ve hepimizi güvende tutmak için silah ambargosu uygulanması çağrısında bulunacağını gerçekten umuyorum.