Afrika’dan gelen siyahlara uygulanan ırkçılığın son bahanesi, Ebola virüsü. Dokuz ay önce Demokratik Kongo Cumhuriyeti’nden Türkiye’ye göç eden bir ailenin 5 yaşındaki kızı Jeovanie Mbuyu Graciel, kayıt günün akşamında, öğrenci velilerinin şikâyeti üzerine okuldan çıkarıldı.
Son dört aydır, Batı Afrika ülkelerinde yüz binlerce can alan Ebola salgını, son olarak başta İspanya olmak üzere bazı Avrupa ülkelerine de sıçramış ve bu durum tüm dünyada bir paniğe yol açmıştı. Henüz tedavisi bulunmayan virüs, sağlık sorunlarının yanı sıra başka bir tartışmayı da beraberinde getirdi. Ebola’nın yeniden yayılmasıyla birlikte tüm Afrikalılar ve siyahlar, potansiyel Ebola’lı olarak görülmeye ve ayrımcılığa uğramaya başladı. Bu durum, göçmenlerin Avrupa’ya göç etmeleri için bir köprü görevi gören Türkiye’yi de etkilemiş durumda.
Türkiye toplumunun göçmenlere tutum karnesi hiç de parlak değil. Bundan 7 yıl önce, Beyoğlu Emniyeti’nde önce işkence görüp ardından öldürülen Festus Okey, bir anda Türkiye’deki Afrikalı göçmen gerçeğini gündeme taşımıştı. Kısa bir süre önce de, bir tekstil fabrikasında çalışan Ugandalı Jesca Nankabirwa, İstanbul Sultangazi’de önce toplu tecavüze uğradı, ardından da öldürüldü.
Kongo’dan Yedikule’ye
Agos’tan Vartan Estukyan’ın haberine göre, Afrika’dan gelen siyahlara uygulanan ırkçılığın son bahanesiyse, Ebola virüsü. Dokuz ay önce Demokratik Kongo Cumhuriyeti’nden Türkiye’ye göç eden bir ailenin 5 yaşındaki kızı Jeovanie Mbuyu Graciel, okula kaydettirildiği günün akşamında, diğer öğrenci velilerinin şikâyeti üzerine okuldan çıkarıldı. Fatih’e bağlı Yedikule’deki Ali Suavi İlköğretim Okulu’na kaydettirilen Jeovanie; 1976’dan sonra ilk kez 2014’ün Mayıs ayında Batı Afrika’da etkisini gösteren, ancak Afrika’nın güneyindeki Kongo’da görülmeyen Ebola virüsü bahane edilerek, ırkçılığın yeni kurbanı oldu.
“Ya Ebola’lıysa?” şüphesiyle, öğrencilerin ailelerinin şikâyeti üzerine okuldan alınan küçük kız, İl Sağlık Müdürlüğü’nden “sağlam” raporu alması hâlinde, tekrar okula kayıt olabilecek. Ancak, babası Manas Nela, çocuğunun Kongo’da daha önce Türk okuluna gittiğini, az da olsa Türkçe anlayabildiğini, dolayısıyla yanında konuşulanlardan psikolojik olarak etkilendiğini söylüyor: “Kızımızı kaydettirmek için okula gittiğimizde önce bize bir form verdiler, bir de 100 lira istediler. Formu doldurduk, bir süre sonra parayı vermek için okula tekrar gittiğimde bana, “Al bu formu, parayı da verme. Biliyorsun Ebola hastalığı var, bu çocuğu iyice muayene ettirin, yoksa biz bunu almıyoruz” dediler. Dokuz aydır buradayız, Ebola ise dört aydır var. Biz bilmiyoruz ama kızımız Türkçe biliyor diye okula kaydettirdik, yanında konuşulanları anlayınca travma yaşadı. Sırf siyah olduğumuz için, önyargıyla kızımızı okula istemediler. Bize yalnızca insan muamelesi yapılmasını istiyoruz, hepsi bu.”
‘Maaş istiyorsan’
Kongolu aile, Yedikule’de rutubet içinde, elektriksiz, doğalgazsız, sobalı, tuvalet kapısı kapanmayan, metruk bir eve, ayda bin TL kira ödüyor. Tüberküloz hastası baba, çalışabilecek durumda değil, anne Wozakili Mbuyi Fifi ise yeni bir iş arıyor. Bunun sebebini gelin kendisinden dinleyelim: “Burada bize, yani Afrikalı kadınlara, potansiyel ‘sokak kadını’ gözüyle bakıyorlar. Önce hiçbir sorun yokmuş gibi işe alıyor, ay sonu geldiğindeyse maaşı vermek için, ‘Önce birlikte olalım, yoksa paranı alamazsın, maaş alacaksan önce kadınım ol’ diyorlar. Daha sonra eğer kabul edersen, patron sadece kendisi değil, arkadaşlarını da getiriyor ve onlarla da birlikte olmanızı istiyor; zaten ondan sonra da ‘Madem öyle, bir ayda kazanacağım parayı, bir gecede kazanırım’ diyerek sokağa düşen çok kadın var. Ben bu durumu kabul etmedim ve işi bıraktım. Böyle çok örnek var...”
“Tüm bu yaşananlara rağmen, sizi halen Türkiye’de tutan nedir?” diye sorduğumdaysa, anne, şu cevabı veriyor: “Kongo’da babam ve eşimin babası, iş ortağıydı. Babam, mevcut Kongo hükümetine muhalif biriydi. Kongo başbakanı babamı zehirleyince, her şeyimizi bıraktık, kardeşlerim ve ailemle birlikte Türkiye’ye geldik. Eşim daha önce Türkiye ile iş yaptığı için, buraya sık sık gelip gidiyordu. Dolayısıyla biz de buraya geldik, Birleşmiş Milletler’in göçmen statüsündeyiz, kâğıt işlerimiz biterse buradan gideceğiz; bakalım ne zaman?..”
‘Batı için tehdit oluşturmadıkça,
aşı ya da ilaç hazırlanmaz’
Dünya Sağlık Örgütü’nün (WHO) hepatitler ve grip bölümünde görevli olan Doktor Selim Badur, yeniden yayılmaya başlayan Ebola salgınını, Türkiye’nin bu konudaki hazırlıklarını ve Ebola yüzünden Afrikalılara yapılan muameleleri, Agos’a değerlendirdi.
Ebola ilk kez, 1976’da, eşzamanlı olarak Kongo ve Sudan’da görüldü. Büyük olasılıkla ilk vakalar, virüsü, taşıyıcı olan yarasalardan aldı. Bu bulaşmadan da anlaşıldığı üzere, enfekte olan yarasalar ile bir temas söz konusuydu. Batı Afrika’da yarasa çorbası ile beslenmek gibi bazı uygulamaların olduğu ve pazarlarda yarasaların satıldığına dair bilgiler var.
Hava yoluyla bulaşması mümkün olmayan Ebola virüsünün, başta kan olmak üzere, hasta kişilerle biyolojik yakın temas sonucu bulaştığını biliyoruz. Bu nedenle, hastalarla ilgilenen sağlık çalışanları arasında enfekte olanların sayısı oldukça fazla. Bu durum ise, tamamen Gine, Sierra Leone, Liberya ve Nijerya gibi virüsün yayıldığı ülkelerdeki olanaksızlıklarla ilgili. Öte yandan, Batı’dan gelen sivil toplum kuruluşlarına ciddi bir güvensizlik söz konusu olduğundan, hasta yakınlarının, durumları çok ağırlaşmadıkça hastalarını sağlık kuruluşlarına götürmedikleri biliniyor. Gerekli önlemleri almadan hastalarına evde bakmaya çalıştıkları için, hasta yakınlarının da enfekte oldukları raporlarda belirtiliyor. Hastanelerde ise yatak sayısının yetersizliğinden, kullanılacak araç-gereçlerin eksikliğine kadar bir dizi sorun var. Bir de yaşamını yitirenlerin yöreye özgü geleneklere göre defnedilmesi de virüsün yayılmasını kolaylaştırmış; bölgenin kültürel ritüellerinde, ölen kişinin vücuduna dokunulması, hastalığın bu yolla da yayılmış olabileceğini düşündürtüyor.
Ülkemizde, en azından kuramsal olarak Ebola’ya karşı bir hazırlık yapıldı; ancak birçok konuda olduğu gibi, uygulamada bazı aksaklıkların yaşanması olası. Bu arada, Afrika’dan gelen herkesin potansiyel Ebola hastası olarak algılanması çok yanlış. Ebola hastaları, yüksek ateş, baş ve kas ağrıları, genel düşkünlük hâli gibi belirtilerle başlayan ve çeşitli vücut bölgelerindeki kanamalarla devam eden bir tablo sunar. Bu tip belirtileri olmayan bir kişinin, virüsü etrafına yayması söz konusu olamaz.
Bilindiği kadarıyla Dünya Sağlık Örgütü, şu an için sadece “uyanık” olunması, gerekli ve yeterli hazırlıkların yapılmasını tavsiye etmekten başka bir şey yapmadı. Öte yandan Ebola ile ilgili çalışan çok sayıda araştırma grubu olsa da, gelişmiş Batı ülkeleri için bir tehdit oluşturmadıkça, ticari firmalar olan aşı ya da ilaç kuruluşlarının Ebola’yla ilgili bir ürün hazırlayacaklarını sanmıyorum.