Aslı Aydıntaşbaş
(Millyet, 23 Nisan 2012)
28 Şubat ABD desteğiyle mi oldu? Bunu, o dönem Türkiye’yle ilişkileri götüren yetkili ve uzmanlara sordum. Hepsi 28 Şubat’ın Washington’da pişirildiği tezine şiddetle karşı çıktı. Emekli bir diplomat ‘Erbakan’ın gitmesine üzüldük mü? Hayır. Ama müdahilliğimiz yok. Biz sadece gösteriyi izledik’ dedi.
28 Şubat soruşturması, bir haftadır manşetlerde ve daha uzunca bir süre Türkiye’nin gündemini işgal edecek gibi gözüküyor. ‘Medya boyutu var mı?’, ‘İş dünyasına uzanır mı?’ spekülasyonları havada uçuşurken, geçen hafta bizzat 28 Şubat’ın mağduru sayılan gazeteci Cengiz Çandar’ın Taraf’ta ‘Darbeyi ABD destekledi. ABD Dışişleri Bakanlığı’nın 7’inci katında gizli bir toplantıda karar alınmış’ açıklamasıyla yeni bir tartışma başladı.
Bizim kamuoyunun en sevdiği spor dallarından biri, ‘Her taşın altında Amerika bulmak’ olsa da, Çandar’ın ortaya attığı iddia tartışmaya değer. Çünkü o yıllarda Türk-Amerikan ittifakının ana motorunun askeri ilişkiler olduğu, paşaların sık sık Washington’da boy gösterdiği, 28 Şubat’a giden süreçte Çevik Bir gibi komutanların ABD’yle sıcak ilişkilerinin siyasette bir fon müziği olduğu da aşikar.
Sahi, Washington 28 Şubat’ın neresindeydi?
Bu sorunun yanıtımı almak için, geçtiğimiz günlerde telefon ve email üzerinden ABD başkentinde o dönem Türkiye ile ilişkileri götürmekten sorumlu olan ya da kritik rol oynayan 6 üst düzey yetkili ve uzmana ulaştım. Çoğu artık hükümette olmasa da, Türk-Amerikan diyaloğunda etkin isimler. 4 tanesi, Çandar’ın söz ettiği ‘Dışişleri Bakanlığı’nın 7’inci katındaki’ o meşhur toplantıya da katılmış.
Bir tanesi dışında, hiçbiri isimlerinin kullanılmasını istemedi ancak anlattıkları hikayeler üç aşağı beş yukarı aynıydı.
İslamcı kesimdeki yaygın ‘Paşalar Amerika’dan, İsrail’den destek aldı’ imajına rağmen, o dönem ikili ilişkilerin göbeğindeki isimler tam tersine Washington’un Türkiye’deki sürece müdahil olmadığını, uzaktan seyrettiğini, askerin zaten RefahYol’a karşı tutumunda kararlı olduğunu söylediler.
Türkiye’de de görev yapmış emekli bir diplomat, ‘Washington Erbakan’ı seviyor muydu? Hayır. Gitmesine üzüldük mü? Hayır. Ama Amerikan hükümeti bu sürecin dışındaydı. Biz sadece karşımızdaki gösteriyi seyrettik’ dedi. Biraz sonra ekledi ‘Diyebilirsin ki sessiz kaldık.’
Aynı isim, 28 Şubat kararlarından 2 hafta sonra, 12 Mart 1997’de ABD Dışişleri Bakanı Madeline Albright’ın da katıldığı yemekli toplantıda ‘darbe’ konuşulduğu iddiasına ‘saçmalık’ diyerek şunları söyledi: ‘Albright düzenli olarak çeşitli ülkelerle ilgili beyin fırtınası toplantıları yapıyordu. Orada darbe kararlaştırıldığını düşünmek saçmalık. Olan zaten Türkiye’de oluyordu. Ama şunu da söyleyeyim; Amerikan hükümeti Erbakan’ın gitmesine sevindi. Engelleyebilirler miydi? Sanmıyorum. Kâğıtlar zaten karılmıştı.’
Türkiye ve ABD arasındaki askeri ilişkileri de yakından bilen bir başka isim, Türk ordusunun bu tarz kritik konularda ‘bağımsız’ hareket ettiğini vurgulayarak, Türk kamuoyunda sorumluluk almama ve ‘her taşın altında ABD’ görme’ refleksinden şikâyet etti.
Bir başka isim, şöyle dedi: ‘Hayret ediyorum Türkiye’deki toplu hafıza kaybına. O dönem herkes Erbakan’dan şikâyet ediyordu ve bunu yazıyorlardı. Aynı insanlar o yazıları yazmamış gibi. Ayrıca Erbakan, Erdoğan gibi de değildi. Tutarsızdı. Şimdi 28 Şubat’la ilgili bambaşka bir tarih yazılıyor.’
Görüştüğüm isimler, o süreçte Bill Clinton başkanlığındaki Demokrat Parti iktidarının ‘bir NATO ülkesinde darbe’ düşüncesinden rahatsız olduğunu, Türkiye’de darbe istemediğini söylüyor. Ancak belli ki, tıpkı Türk medyası ve elitinde olduğu gibi, Washington’da da 28 Şubat sürecinin ‘kaçınılmaz’ olduğu ve ‘kitlesel desteği olduğu’ inancı yaygınmış.
ABD tek ses değil
Amerikalılar son derece pragmatiktir: ABD genelde Türkiye’de ‘güçlü olan’ ya da ‘kazanan tarafla’ iş yapmak zorunda olduğunu bilir. 15 yıl öncesinin Türkiye’sinde, askerler siyasetin her alanında söz sahibi olan ‘kritik bir güç’ konumundaydı. O dönemde kafayı Irak ve Saddam Hüseyin’e takmış olan ABD’nin orduyla, yani Türkiye’yi yöneten gerçek güçle, iyi geçinme çabası, Amerikalıların pragmatizmiyle açıklanabilir.
Peki Çevik Bir ve diğer komutanların o dönem Washington’a yaptıkları geziler? Söyleşilerden, 28 Şubat’ta öncesi ve sonrasında Genelkurmay İkinci Başkanı olarak ABD’ye giden Çevik Bir’in, aynı Türkiye’de olduğu gibi Washington’da da hafif ‘göz kamaştırdığı’ ve genelde ‘karizmatik’ bulunduğu izlenimini edindim.
Ancak Türkiye’yle ilişkilerde, bugün olduğu gibi o gün de ‘tek sesli’ bir Amerika yok. Örneğin Pentagon ve savunma sanayi, orduya koşulsuz destek verirken, ABD Dışişleri Bakanlığı o dönem kurulu düzeni rahatsız edecek şekilde sık sık Türkiye’de insan hakları ihlalleri ve Kürt sorununu dile getirmekteydi.
Kısacası 28 Şubat’ta, bir yandan Çevik Bir’le resim çektiren, diğer yanda eşzamanlı olarak 28 Şubat andıcıyla Türkiye’den ayrılmak zorunda kalan Cengiz Çandar’a kucak açan bir Washington vardı.
Yemek davetinde darbe planlanır mı?
Görüştüğüm isimlerden adının yazılmasına itiraz etmeyen tek isim, o dönem ABD Dışişleri Bakanlığı Siyaset Planlama Dairesi’nde görev yapan Henri Barkey oldu. Türkiye kökenli ve liberal eğilimli Barkey, Ak Parti iktidarıyla da sıcak ilişkileri olmuş bir isim.
Barkey o dönemi şöyle özetliyor: ‘Clinton-Albright bakış açısı kesinlikle darbe yanlısı değildi. RefahYol hükümeti seçimle başa gelmiş meşru bir hükümetti. Ama 28 Şubat genel olarak bir süreçti ve dışarıdan bakınca örneğin hükümetin devrilmesine neden olan DYP’deki istifalar legal gözüküyordu. Karışmak istemedik. Biraz gözlerimi yumduk ve başka meselelerle ilgilendik. Biz ne diyebilirdik ki...’
Necmettin Erbakan’ın Batı karşıtı söylemi, Libya ve İran gezisini hatırlatıyorum. Barkey net konuşuyor ‘Doğru, genel olarak ABD Erbakan’ı sevmezdi çünkü söylemi tamamen Amerikan karşıtı ve anti-Semitik’ti. Ama Erbakan Amerikan çıkarlarını ciddi anlamda örseleyecek bir şey de yapmadı. Libya gezisi falan ciddi şeyler değil. Bizim için en kritik konu Irak’tı. Seçim öncesi Çekiç Güç’e karşı olduğunu söyledi ama seçimden sonra tezkereyle Çekiç Güç’ü uzattı. Hatta meşrulaştırdı.’
Barkey’e o meşhur 7’inci kat toplantısını soruyorum. Toplantıda Alan Makovsky, ve Bernard Lewis’in olduğu, yazıldı. Peki ne konuşuldu? ‘’Türkiye’de komplolara bayılıyorlar. Ama o yemek gerçekleştiğinde 28 Şubat zaten olmuştu. Albright her ay bir ülke üzerine beyin fırtınası yapardı. Türkiye yemeği de kabartmalı davetiyelerin bir ay önceden gittiği bir yemekti. Davetiyelerde menü bile vardı. Davetiyeyle yemekli toplantıda darbe planlanır mı?’
Barkey, o dönemle ilgili Washington’un en büyük zaafını "Siyasetçiler de asker de başı sıkışınca bize başvuruyor, birbirlerini şikayet ediyordu. Ancak karışmak istemedik. Seyrettik"
Barkey, ABD’nin günahsız olmadığının farkında. ‘Amerikalılar Soğuk Savaş’da Guatemala’da Şili’de, başka yerlerde çok pislik yaptılar. Ama bu Amerika eski Amerika değil ve Clinton-Albright dış politikası farklıydı. Hatta bu yüzden Türkiye’de İslamcı yazarlar bile Amerikancıydı. Biz de ifade ve din özgürlüğüne arka çıkıyorduk.’
Sonra ekliyor ‘Ama Türkiye’de insanlar olan biteni ve olacakları sizlerden daha iyi bildiğimizi varsayıyor. Buna inanıyorlar. Oysa gerçekte biz de sizler gibi izledik hükümetin yıkılış sürecini...’