11 Nisan 2011 03:00
T24 - WikiLeaks'te yer alan Türkiye konulu belgeleri yayımlayan Taraf gazetesi, 16 Kasım 2002 tarihli ve ABD Büyükelçiliği Başmüsteşarı Robert S. Deutsch da, Büyükelçi W. Robert Pearson’ın onayıyla Washington'a gönderdiği 16 Kasım'daki “KİŞİYE ÖZEL” telgrafında ordunun hükümete yönelik 27 Nisan 2007'deki e-muhtırası yer aldı. Kriptoda, muhtıranın verildiği günün ertesinde Cemil Çiçek'in okuduğu hükümet bildirisini kaleme alan kişinin Abdullah Gül olduğu belirtildi.
Taraf gazetesinde "27 Nisan muhtırasına yanıtı Abdullah Gül kaleme aldı" başlığıyla yayımlanan (10 Nisan 2011) birebir WikiLeaks çevirisi şöyle:
27 Nisan muhtırasına yanıtı Abdullah Gül kaleme aldı
Amerikan belgelerine göre, askerin e-muhtırasına cevap olarak Cemil Çiçek’in bir gün sonra okuduğu sert hükümet bildirisini kaleme alan kişi bizzat Abdullah Gül’dü.
“WikiLeaks Belgeleri,” yıllar içinde biz gazetecilerin de katkılarıyla oluşan bazı genel kabulleri sorgulamamız için bir fırsat. Amerikalı yetkililerin gizli yazışmalarına bu gözle baktığımızda, ABD’nin son dokuz yılda, sırasıyla Başbakan, Dışişleri Bakanı ve nihayet Cumhurbaşkanı olarak en üst düzeyde muhatap olduğu Abdullah Gül’le ilgili görüşlerinin, bu konudaki hâkim kanıya her zaman uymayabildiğini gördük. “ABD, 1 Mart tezkeresinin Meclis’ten geçmemesinden Abdullah Gül’ü sorumlu tuttu ve bu konudaki kızgınlığını yıllarca aşamadı” ya da “Washington, ‘esas oğlan’ın Recep Tayyip Erdoğan olduğunu biliyor, Ankara’ya mesaj vermek istediğinde gittiği ilk adres her zaman Erdoğan oluyor” gibi yaygın ve doğrusu büsbütün temelsiz de olmayan birtakım kabulleri, “Gül kriptolarının” testinden geçiriyoruz bugün. İşte ABD’li diplomatların kaleminden Türkiye’nin on birinci Cumhurbaşkanı’nın şahsi ve siyasi bir portresi...
Abdullah Gül’e ayrılan Amerikan yazışmaları arasında en eski ve en dikkat çekici olanlarından biri 16 Kasım 2002 tarihli. Bu tarih önemli, zira aynı gün Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, 3 Kasım genel seçimlerinin galibi olan AKP’nin Kayseri Milletvekili ve Genel Başkan Yardımcısı Abdullah Gül’ü hükümeti kurmakla görevlendirmişti. AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın o sırada hâlâ siyasi yasaklı olması nedeniyle bu görevi üstlenen Gül, iki gün sonra, 18 Kasım 2002’de Türkiye’nin 58. Hükümetini kuracak ve 11 Mart 2003’te, yerini, siyasi yasağı kalkıp Siirt Milletvekili olarak Meclis’e giren Erdoğan’a bırakmak üzere istifa edinceye kadar, dört “zor” ay boyunca başbakanlık yapacaktı.
ABD Büyükelçiliği Başmüsteşarı Robert S. Deutsch da, Büyükelçi W. Robert Pearson’ın onayıyla gönderdiği 16 kasımdaki “KİŞİYE ÖZEL” telgrafına, Sezer’in, hükümet kurma görevini Gül’e verdiğini duyurarak başladı ve hemen ardından Gül-Erdoğan dengesi konusunda bir gözlem aktardı:
Genel Başkan Erdoğan, AK Parti’nin denetimini sıkı sıkıya elinde tutmaya devam ettiğini ve siyaset yapma sürecine hâkim olacağını hem Türk müesses nizamına hem de seçmenlere vurgulamak amacıyla, eşzamanlı (Gül’ün hükümeti kurma görevini almak üzere Köşk’e çıktığı sıralarda) bir basın toplantısı düzenleyerek, AK Parti’nin bir yıllık acil eylem planını açıkladı. Gül’ün Cumhurbaşkanlığı’nı ziyaretine değil, Erdoğan’a odaklanan televizyon yayınlarından açıkça görüldü ki, ülke de bunu anlıyor. Genel beklenti, AK Parti’nin, Erdoğan’ın birkaç ay içinde Başbakan olmasına imkân vermek üzere anayasa değişiklikleri ve diğer yasal düzeltmeler yapmaya çalışacağı yönünde.
Deutsch’un telgrafı, bu vurguyu yaptıktan sonra, AKP hükümetinin muhtemel programından ve Erdoğan’ın basın toplantısındaki mesajlarından kısaca bahsediyor ve hemen ardından “Gül’ün biyografisi” başlıklı şu bölüme geçiyor:
Abdullah Gül 1950’de, Anadolu’nun göbeğinde, Kayseri’de yoksul fakat dindar bir işçi sınıfı ailesinin çocuğu olarak doğdu. (Babası tornacıydı.) İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’nden mezun oldu. Sakarya Üniversitesi’nde endüstri mühendisliği doçenti olarak görev yaptı. İktisat Doçenti unvanına sahip. 1980’lerde Cidde’de, İslam Kalkınma Bankası’nda iktisadî uzman olarak çalıştı. 1991’de Necmettin Erbakan’ın İslamcı Refah Partisi’nden parlamentoya girdi. 1996-1997’de Erbakan liderliğindeki hükümette, dış politikadan sorumlu Devlet Bakanı olarak görev yaptı (esasen Refah’ın, koalisyon ortağı olan Dışişleri Bakanı Tansu Çiller’e olan güvensizliği nedeniyle, hükümet içi bir gölge dıişişleri bakanıydı). Refah’ın yasaklanmasından sonra kurulan Fazilet Partisi’nde yine Erbakan’ın yanındaydı, ancak daha sonra reformcu bir hareket başlattı ve Erbakan’ın bizzat aday gösterdiği Fazilet lideri Recai Kutan’a karşı genelbaşkanlık için doğrudan yarışa girdi ve az farkla kaybetti. 2001’de AK Parti’yi kuranlardandı. Arapça ve akıcı İngilizce konuşuyor. Evli, üç çocuklu.
Pek bir yorum içermeyen bu düz biyografi sonrasında, telgrafın Gül’le ilgili Amerikan izlenimlerini yansıtan bölümü geliyor:
»Gül, uzun zamandır Ankara Büyükelçiliği’nin yakın irtibatta olduğu kişilerden biridir. Amerikan zihniyeti ve ABD’nin dış politika öncelikleri konusunda mükemmel bir kavrayışa sahiptir. Yıllarca Refah ve Fazilet için de facto (fiilen) bir sözcü gibi hizmet vermiş –Batılı ve İslamcı muhatapları tarafından mantıklı ve açık görüşlü olarak değerlendirilmiştir–ve Türkiye’de, İslam yönelimli siyasetten yana nüfuzlu ve ılımlı bir ses olmuştur. Büyükelçiliğin uzun zamandır irtibatta olduğu birçok kişi, bize sürekli olarak Gül’le partinin genelbaşkanı Erdoğan arasındaki ilişkinin karmaşık olduğunu söylüyorlar. (Gül) Erdoğan’a sadık ama kendi ihrirasları da var ve arasıra bizimle konuşurken, daha kabasaba bir adam olan Erdoğan’a tâbi olmaktan duyduğu rahatsızlığı yansıttı. İkisi de (Erdoğan ve Gül), Erbakan hareketinin neferleri arasından çıktılar; Gül daha teknokratik bir akımı temsil ediyor. Erdoğan, AK Parti içinde açık ara farkla en popüler figürken, Gül’ün kendisi de tabanda ve parlamentoda güçlü bir desteğe sahip ve her çizgiden siyasetçi, bürokrat, akademisyen ve gazetecilerle müthiş bir ilişkiler ağı kurmuş durumda.
» Gül’ün mütevazı ve çok dindar yetişme tarzından kaynaklanan mülayım (“mülayım” sözcüğünün, telgrafın orijinalinde Türkçe olarak yer alması dikkat çekici) ve kibar bir karakteri var. İslam’a olan imanı kaya gibi sağlam; inandığı konulardaki cesareti de öyle: Gül kolay lokma değil (Gül is no pushover). Entelektüel ve siyasi uzlaşmalar sağlarken rahat ama bununla birlikte, ilkelerini koruyor ve Türkiye’nin, İslamî başörtüsü takan kadınları, toplumun tam katılımcıları olarak kabul etmesi gerektiği konusundaki inancında samimi. Eşi (Hayrünnisa Gül), üniversite giriş sınavını kazandı ama İslamî başörtüsü taktığı için okula kabul edilmedi; hâlihazırda bu konuda Türk hükümeti aleyhine Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne açtığı bir dava var. (Abdullah Gül) sivil-asker ilişkilerindeki mevcut dengesizliği gidermek gerektiğine kuvvetle inanıyor; özel bir sohbette bize dobraca dedi ki, bu tür bir demokratik reform için ısrarcı olmak eğer Kemalist müesses nizam tarafından “istikrarsızlaştırıcı” olarak algılanacaksa, “varsın olsun.” Bu tür bir söz, Gül’ün sistem hakkındaki bilgisi ve onun yumuşak üslûbu düşünüldüğünde, bazı Kemalist çevrelerin, Gül’ün İslamî bir gündemi etkin biçimde hayata geçirmeyi başaracağıdan korkmasına yol açıyor. Gül’ün, müteveffa Cumhurbaşkanı Turgut Özal gibi sakin ama odaklanmış bir mizacı var (huzur- ABD’li diplomat huzur kelimesini, aynen böyle bir parantez içinde Türkçe olarak eklemiş). Aynı zamanda, Özal ailesini ve hükümetini çevreleyen yolsuzluklarla da lekelenmemiş birisi.
Yukarıdaki kriptodan altı gün sonra, 22 Kasım 2002’de, bu kez Ankara Büyükelçiliği Siyasi Müsteşar Vekili Nicholas Kass “Adamın Arkasında: Yeni Türk Başbakanı Abdullah Gül’ün Ailesi” başlıklı bir “KİŞİYE ÖZEL” telgraf kaleme almış. Telgrafın metni şöyle:
(1) ÖZET VE YORUM
Recep Tayyip Erdoğan’ın İslam’ın etkisindeki AK Parti’sinin iki numaralı adamı olan Türk Başbakanı Abdullah Gül bir demokrat ve siyasi reformcu, bununla birlikte, İslam’ı ciddiye alan bir ailenin reisi ve kendi ahlakî eğilimlerini dışavuruyor.
(2) Gül’ün eşi Hayrünnisa ve üç çocuğu, Başbakan’ın kuvvetli Müslüman inancını paylaşıyor ve dışavuruyorlar. Kırklı yaşlardaki Bayan Gül, İslamî başörtüsü takıyor (Not: AK Parti hükümeti bakanlarının eşlerinin yarısı gibi. Yorumun sonu.) Genç yaşta evlenen (16 yaşından önce) Hayrünnisa Gül, birçok elit Türk tarafından tipik bir örtünen evli Müslüman kadın olarak algılanabilir. Ancak onun(Hayrünnisa Gül’ün) ağırbaşlı olmakla birlikte, muhafazakâr ancak şık kıyafetlerinin, gösterişli ancak zevkli mücevheratının ve Kemalist âdâba kafa tutma konusundaki çelik kararlılığının yansıttığı üzere bizatihî dikkat çekici bir varlığı var. Ankara Üniversitesi Dil Tarih Coğrafya Fakültesi, başörtülü olduğu için kaydını yapmayı reddettiğinden dolayı, Türk Devleti’ne karşı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde bekleyen bir davası var; giriş sınavını üstün başarıyla geçmiş (daha gelenekçi adetler çerçevesinde, bu sınava çocuklarını büyüttükten sonra girmiş). Bu konuda emsal oluşturabilecek benzer bir davanın duruşması AİHM’de 19 kasımda yapılacak. (Burada sözü edilen, İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi eski öğrencisi Leyla Şahin’in açtığı davadır. AİHM, Şahin’in başvurusunu 29 Haziran 2004’te karara bağladı ve Türkiye’nin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin din özgürlüğü ve eğitim hakkını güvenceye alan maddelerini ihlal etmediğine karar verdi.)
» Yumuşak sesli Hayrünnisa kendisini, kocasının siyasi ihtiraslarından daha çok ailesi için endişelenen bir kadın olarak tanıtıyor. Hayrünnisa, Siyasi Müsteşarla özel sohbetinde, ailedeki politikacının kocası olduğunu hemen vurguladı. Bununla birlikte, o da (Hayrünnisa Gül de) kendi siyasi bağlarını, ülkesini, dinini ve –kendi fikrince, Türk Devleti’nin laiklik konusundaki modası geçmiş ve aşırı ölçüde sert anlayışı sonucu yıpratıldığına inandığı– dinini uygulama hakkını kuvvetli biçimde savunuyor.
» Gül’ün 19 yaşındaki kızı Kübra da, Ankara’da, eğitim dilinin İngilizce olduğu Bilkent Üniversitesi’nde, başörtüsü meselesiyle meşgul. Bilkent eğitim konusuna daha açık ve dinamik –özellikle, Kemalizmin Ankara Üniversitesi gibi kalelerine kıyaslandığında— yaklaşımıyla bilinse de, Kübra Gül, Siyasi Müsteşar’a, derse başında bir perukla girerek Müslüman geleneğine bağlı kaldığını ve böylece, Türk hükümetinde Kemalist ilkelerin dayatıcısı olanlarla kafa kafaya bir çatışmaya girme ve derslerden atılma riskinden (ve bizim tahminimizce, babasını siyasi bir ihtilafa sokmaktan) uzak durduğunu anlattı. Üst düzey bir AK Parti yetkilisine göre, Kübra Gül ile Tayyip Erdoğan’ın oğullarından birini evlendirmek için ön görüşmeler başlamış durumda. (ABD’lilere bilgi veren AKP yetkilisi kim bilmiyoruz ama bu konuda fena halde yanılmış; Kübra Gül, 14 Ekim 2007’de Mehmet Sarımermer’le evlendi.)
YORUM
(3) Abdullah Gül birçok Kemalist laikçi tarafından yaygın bir şekilde, keskin kanaatlere sahip olmakla birlikte sempatik ve hoşgörülü bir adam olarak görülüyor. Bu nitelikler ve İslam’ın, Gül ailesi için taşıdığı önem, Türk siyasetinde başarının ve Türk sosyal barışının anahtarı olan temel bir Özalcı erdemi yansıtıyor: bu da, hem modern ve ileriye bakan ama aynı zamanda hem de dini ve geleneksel değerlere sonsuz saygılı bir insan olmaktır.
Şimdi, üç yıl sonraya, 8 Haziran 2005 tarihli bir başka telgrafa bakalım. “Kabinede Değişiklik ve Zarardan Dönmek: Başbakan Erdoğan Gözünü Dışişleri Bakanı Gül’e Dikti” başlıklı ve ABD Ankara Büyükelçiliği Siyasi Müsteşarı John Kunstadter tarafından kaleme alınan “GİZLİ” ibareli telgrafta, Gül-Erdoğan ilişkisi üzerine dikkat çekici yorumlar var. Bu telgraf, 29 Kasım 2010’da açıklanan “WikiLeaks Belgeleri” kapsamında yer almış ve özellikle Abdülkadir Aksu ve oğluyla ilgili vahim iddia ve söylentileri gündeme taşıdığı için çok tartışılmıştı. Biz, burada telgrafın Aksu ve diğer AKP’liler hakkındaki o bölümlerini bırakıp, Erdoğan’ın Gül’e bakışını yansıtan cümlelerini hatırlatmakla yetineceğiz. Mesela, telgrafın girişindeki “ÖZET” bölümünde şu yorum yapılmış:
Uzun zamandır kabinede bir değişiklik yapacağı söylentisi bulunan Başbakan Erdoğan, ilk hamlesini aniden ve sınırlı biçimde gerçekleştirdi. Ancak, hâlâ Erdoğan’ın parti içindeki baş rakibi olan Dışişleri Bakanı Gül’e sadık insanların hâkimiyetindeki bir kabinede, Gül’ün nüfuzunu yavaş yavaş ama kararlı biçimde azaltmaya çalışan Erdoğan daha fazla bakanı gözüne kestirmiş olabilir.
Telgrafın devamında da, Bakanlar Kurulu’nun adeta Gül ile Erdoğan’ın ayrı nüfuz alanlarına bölündüğünü düşündürten değerlendirmeler yer alıyor. Birkaç paragrafla örnekleyelim:
» Gül’ün (kabinedeki) ağırlıklı etkisine rağmen (bu kabine değişikliğine kadar, Erdoğan 22 bakandan sadece dördünün parti içindeki siyasi desteğine güvenebiliyordu) ve kendisinin halktan gördüğü büyük desteğe rağmen, Erdoğan uzun süre (kabinede)değişiklik yapmaktan çekinir göründü.
» Şimdi Erdoğan, bu kararsızlığını aşmış görünüyor; bunu, kısmen Enerji Bakanı Hilmi Güler’in 6 haziranda bizim yakın irtibatta olduğumuz bir kişiye söylediği gibi, Gül ve çevresinin, politikalarına ne kadar zarar verdiğini Erdoğan’ın anlaması sağladı.
»Erdoğan, zaman içinde, Gül’ün yakın dostu olan Devlet Bakanı (Beşir) Atalay’la, başbakanlık hevesini ve Erdoğan’a saygı duymadığını gizleme gereği hissetmeyen Adalet Bakanı ve Hükümet Sözcüsü Cemil Çiçek’i de görevden almayı düşünebilir.
Amerikan diplomatik yazışmalarında Abdullah Gül’ün kişiliğine, duruşuna ve ilişkilerine en fazla yer verilen dönem ise, hiç kuşkusuz, Gül’ün 2007’deki Cumhurbaşkanlığı’na tırmanma mecerasına denk düşüyor. 9 Mayıs 2007’de, ABD’nin Ankara’daki Siyasi Müsteşarı Janice G. Weiner, “Türkiye: Bir Perde Arkası Ustası Olarak Dışişleri Bakanı Gül” başlıklı “KİŞİYE ÖZEL” bir telgraf kaleme almış. Bu ilginç telgrafı aktarmadan önce, tarihinin önemini hatırlayalım. 9 Mayıs 2007, TBMM’deki cumhurbaşkanlığı seçim turlarının tamamlanmasından ve Genelkurmay’ın o meşum e-muhtırasını yayınlamasından on iki; Anayasa Mahkemesi’nin ise CHP’nin “367 başvurusu”nu kabul ederek, cumhurbaşkanlığı seçimiyle ilgili yürütmeyi durdurmasından sekiz gün sonrası demek. Bu karar üzerine, Gül, 6 Mayıs 2007 günü bir açıklama yaparak, cumhurbaşkanlığından adaylığını çektiğini şu sözlerle bildirmişti: “Bu nafile turlar, TBMM’nin itibarını, siyasetin onurunu zedelemiştir. Siyasetçileri, halk nezdinde küçük düşürmüştür. Siyaset anlayışımız, benim siyaset tarzım, arkadaşlarımın siyaset tarzı; bu eski siyaset tarzından çok uzaktır. O bakımdan, bugün, adaylığımın bundan sonra devam etmesinin doğru olmadığı kanaatindeyim. Ve cumhurbaşkanı adaylığından vazgeçiyorum. Artık, bundan sonra söz milletindir. Kendimizi de millete emanet ediyorum. Doğrusu neyse millet buna, günü geldiğinde karar verecektir.”
ABD’li diplomat Weiner da, işte Gül’ün bu açıklamasından üç gün sonra yazdığı telgrafta şöyle diyordu:
(1) Türk Dışişleri Bakanı’nın cumhurbaşkanlığına adaylığını geri çekmek zorunda kalmasının ardından çok üzgün olduğu yolundaki söylentilerin aksine, Avrupa’nın saygın bir haftalık dergisine yazan ve 8 mayısta Gül ve eşi Hayrünnisa’yla mülakat yapan bir gazeteci, onun durumunu, rahatlamış, kendine güvenli ve kararlı olarak tarif etti. Mülakata dayanarak, Gül’ün ve Hayrünnisa’nın, Gül’ün AKP’nin cumhurbaşkanlığı adayı olması için uzun süre lobi yaptıklarının aşikâr olduğunu bize anlattı ve bu ihtiraslarının sürdüğünü söyledi. (Bu gazeteci) bu konu için bastıran kişinin, Parlamento Başkanı Bülent Arınç olduğu yönünde daha önce basında çıkan haberlerin doğru olmadığını belirtti. Arınç’a gidip kendi adaylığı yönünde ısrar eden ve destek isteyen Gül’dü. (Gül’ün) Arınç’a, Çankaya’da bir bürokrat (Savunma Bakanı Vecdi Gönül’ü) görmek istemediğini söylediği anlatılıyor.
(2) İrtibatta olduğumuz kişiye göre, Gül’ün adaylığının nihai olarak gündeme geliş biçimi, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile Gül arasındaki uzun süreli ortaklığın –ve rekabetin–bir yansımasıydı. En baştan itibaren en büyük engel, son dakikaya kadar, cumhurbaşkanlığı konusunda kendi şahsi ihtiraslarından feragat etmeye isteksiz olan Erdoğan’dı. Başbakan o kadar uzun süre bekledi ki, Gül’ün adaylığına karşı muhtemel olumsuz tepkiye, bu konudaki ilk tepkileri olumlu olan medya yoluyla tampon koymak için zaman kalmadı. Başbakan askeriyeyi de kamuoyunu da daha iyi hazırlama fırsatını boşa harcadı. Bu noktada muhalefetteki Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) “Erdoğan’dan başka herkes” konusunda zafer kazanmış olmanın zevkine varabilir ve hem CHP hem de askeriyeyle iyi ilişkiler içindeki Gül de süreci kolaylaştırmaya yardımcı olabilirdi. (Yorum: Gül’ün adaylığının askeriye açısından herhangi bir zamanda kabul edilebilir olabileceği konusu net değil, ancak sürprizleri sevmedikleri de kesin. Yorumun sonu.)
(3) Türk Genelkurmayı 27 nisan günü geç saatte emuhtırasını yayınladığında, iddiaya göre, AKP’yi demokratik açıdan ahlâklı yolu seçmeye ve Türk Hükümeti Sözcüsü Cemil Çiçek’in 28 nisandaki açıklamasına yansıyan sert çizgiyi izlemeye ikna eden, Başbakan değil, bu açıklamayı kaleme aldığı belirtilen Gül oldu. (“Türkiye’nin her sorunu hukuk kuralları ve demokrasi içinde çözülecektir. Herkese ve her kuruma düşen görev, bu sürecin işlemesini kolaylaştırmaktır. Bunun dışındaki arayışların ülkemize ve milletimize ne kadar zarar verdiği geçmişte yeteri kadar, acı biçimde tecrübe edilmiştir” ifadesiyle Genelkurmay’ı eleştiren hükümet açıklaması, “Muhtıra aynen iade edildi” yorumuna yol açmıştı.) Mülakatta, Gül ayrıca, AKP’nin yaklaşan genel seçimlerde iyi bir sonuç alacağına güvendiğini de yansıttı.
(4) Türk Genelkurmayı’nın sürekli ithamlarından biri AKP’nin gizli bir gündemi olduğudur. Gül, AKP hükümetinin yaptığı siyasi ve iktisadi reformları işaret ederek ve eğer Türk hükümetinin gündeminde Şeriat olsa, Türk kanunlarının Avrupa Birliği hukukuna uyumunu sağlamak için çalışır mıydık diye retorik bir soru ortaya atarak, sürekli biçimde bu iddiayı çürüttü. Mülakatta, Hayrünissa da, Suudi Arabistan’da geçirdikleri yılların (Gül, Cidde’deki İslam Kalkınma Bankası’nda iktisatçı olarak çalışırken) kendisine çok şey öğrettiğini ilave etti; buna Suudilerin yaptığı derecede kadınları sınırlayan bir sisteme öfke duymak da dahildi. (Suudi Dışişleri Bakanı) Faysal’a, mesela, niye kadınların otomobil kullanmasına izin vermediklerini sıkça sorduğunu anlattı. Kendisi bundan asla vazgeçmezdi –kocasını işe arabayla o götürür, sonra da çocuklarını okula bırakırdı.
(5) Mülakatı yapan kişiye göre, Gül, Necmettin Erbakan’ın dindar, anti-Semitik ve fazla incelikli olmayan Anadolululardan oluşan Milli Görüş grubuna mensup değildi. Gül’ün ilk siyasi faaliyeti 1980 darbesinin hemen öncesinde, (Erdoğan’ın da mensup olduğu) ciddi bir öğrenci hareketi olan, önceden solcu bir öğrenci grubuyken muhafazakâr/İslamcı bir çizgiye kayan ve sonra 1980’de darbenin bir sonucu olarak dağıtılan Milli Türk Talebe Birliği bünyesindeydi. 1997’den sonra, AKP’nin Erbakan’ın Fazilet Partisi’nden ayrılmasını planlayan ve AKP’yi 2002’de iktidara taşıyan stratejinin yol haritasını çizen de Gül’ün düşünce kuruluşu, Politik Araştırma Merkezi olmuştu. Gül, bu gazeteciye göre, Erdoğan’ın parti içinde, Türklere özgü hayranlık, dostluk ve korku anlamında, gerçekten saygı duyduğu tek kişiydi.
(6) Yorum: Gül’ün bu portresi, tek bir kişinin (Gül ailesini çok uzun zamandır tanıyan) görüşüdür ve bazıları AKP içinde olmak üzere, başkalarının Gül’ü tarif ediş biçimine ters düşmektedir. Mesela Egemen Bağış, bize Dışişleri Bakanı’nın yıkıldığını ve aday olmayı hiçbir zaman istemediğini söyledi. Ruh haliyle ilgili gerçek ne olursa olsun, Gül gibi görmüş geçirmiş bir siyasetçi ve operatörün, kendisini, “partisinin iyiliği için bile olsa” istemediği bir şeye zorlamalarına izin vereceğine inanmak zor. YORUMUN SONU.
ARKASI YARIN: “Gül kriptoları,” ABD’nin Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanlığına bakışını yansıtan telgraflarıyla sürecek...
© Tüm hakları saklıdır.