Ergenekon operasyonunun 12. dalgasını değerlendiren Oral Çalışlar ’27 Mayıs’ı da hocalar yaptı’ dedi.
Ergenekon operasyonunun 12. dalgasını değerlendiren Oral Çalışlar ’27 Mayıs’ı da hocalar yaptı’ dedi. Taraf gazetesinden Ayça Örer’in sorularını yanıtlayan Çalışlar “27 Mayıs’ta üniversiteler ordu yürüyüşleriyle direnişe geçti. Darbeden sonra da hocalar meclis üyesi oldu. Yeni darbe beklentisi yine 27 Mayıs şeklinde. 27 Mayıs üniversitede hazırlandı” değerlendirmesini yaptı.
Oral Çalışlar ile yapılan röportajın tamamı…
Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ’un basın açıklamasına davet edilen gazeteciler arasındaydınız. Açıklamayı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Asker siyaset ilişkisi açısından öz itibariyle çok fazla bir ilerleme olduğu söylenemez. “Siyaset son karar vericidir” diyor ama, “Askerin bir özerkliği olmalıdır” diyerek şu andaki durumuna meşruiyet kazandırmaktan geri durmuyor. Evet yeni bir tarzı var, eskiden Genelkurmay Başkanı konuştuğu zaman siyasetle gerginlik çıkardı ve siyaseti hedef alan bir üslupla konuşurlardı. Bugün baktığımız zaman siyasetle gerginlik çıkarmaya niyetli ifade yok, çok da dikkatli. Ama burada çok tartışılabilecek kritik noktalar var, Kürt meselesini ifade ederken, “Türkiye’nin tarihi boyunca hiç etnik ayrımcılık yapmadığı” gibi gerçekçi olmayan bir değerlendirmede bulundular. 12 Mart askeri darbesi sırasında, ağzımızı “Kürt” diye her açtığımızda, bize dava açıyorlardı ve eğer 1974 Af Kanunu çıkmasaydı, biz Kürt sözcüğünü kullandığımız için müebbet hapis yatacaktık. Bir de şöyle bakalım, azınlıklara neler yapıldı? İnsanları mülksüzleştirip toplama kamplarına yolladılar. Geçmişinizle yüzleşemezseniz bu kaçınılmaz olarak bugüne de yansır. Genelkurmay “Etnik farklılıklar ancak kültürel farklılıklar olarak bir şey ifade edebilir, siyaset alanına taşınamaz” diyor. Bu konuşmayla DTP’ye yönelen operasyonun mantığı da benzer. Kimlik siyaseti dünyanın her yerinde meşru bir siyasettir, o siyasetin sınırı şiddettir. Bulgaristan’da Türklerin Hak ve Özgürlükler Partisi var. Bu parti meclise giriyor, o da bir etnik parti sonuçta. Kürt yoktur diye tez yazan bir Abdulhaluk Çay doçent yapıldı, profesör oldu, sonra da bakan oldu. Böyle davranırsanız, Kürtler de kalkar parti kurar ve bu kimlik üzerine siyaset yaparlar. Bu son derece meşru. Burada sakatlık hem Genelkurmay Başkanı, hem Başbakan böyle bakıyor meseleye. Bu işi gayrimeşru gördüğünüz sürece çözemezsiniz.
Genelkurmay’ın kendini anlatma ihtiyacı yeni değil mi? Hep muhtıra veren, darbe yapan ordu, bu kez farklı bir yol tercih etti.
Kendini anlatma ihtiyacı bir sürecin ürünü. 27 Nisan Bildirisini yayınlayıp, şu anda Cumhurbaşkanı olan Gül’e “hayır” derseniz, 367 gibi son derece yasadışı olan bir maddenin arkasında durup siyasete bu kadar müdahale ederseniz, engellemeye çalıştığınız parti birinci parti olursa, adım adım bir değişiklik ihtiyacının içine girersiniz. Hiç irtica, şeriat kelimesini kullanmadı sayın Başbuğ. Her konuşmaları nerdeyse irticayla başlar, bölücülükle biter, başka da bir şey konuşmazlardı. Kürtlere yönelik üslupta da değişme var; terörist de insandır demek önemli bir şey. Bir de şu var, biz onlarca yazar koşa koşa gittik, işi gücü bıraktık bir haftadır sürekli “Başbuğ ne demek istedi?” diye konuşuyoruz. Demokratik ülkelerde böyle bir şey olmaz. Türkiye’de asker siyaset ilişkisi normal parlamenter rejimlerde olduğu düzeyde değil ama kendi tarihimiz açısından iyi bir yerde. İç güveysinden hallice.
Siz kişisel tarihiniz içinde 12 Mart’a da, 12 Eylül’e de tanıklık ettiniz, neler değişti?
27 Mayıs’a da tanıklık ettim aslında. 27 Mayıs olduğunda ailem CHP’liydi, annem kadınlar kolunda, babam ilçe yönetimindeydi. 27 Mayıs sabahında babam balkona çıkıp konuşma yapmıştı. Sonra Demokrat Partililer yargılandıklarında, 15 kişiye idam kararı vermişti Yüksek Adalet Divanı. “O idamlar neden gerçekleşmedi?” diye ben bir hayli üzülmüştüm. “Üçünü astılar, niye 15’ini asmadılar?” diye düşünmüştüm. Hem bir gayrimeşru darbeyi destekliyorum, hem o kadar büyük bir kin yaratılmış ki “Neden daha çok asılmadı” diye düşünüyorum. Sonra benzer bir darbeyle ben yüz yüze geldim ve o askeri darbede benim arkadaşlarımı astılar. O zaman ne demek olduğunu anladım askeri darbenin.
'Evlendiğimizde kaçak yaşıyordum'
Yedi yıl cezaevinde kalmanızın dışında kaçak yaşadığınız uzun bir dönem var.
12 Mart’tan önce Dev-Genç yöneticisiydim, aranıyordum. 74’te afla çıktım, Kıbrıs’a müdahalesinde “Bu müdahale işgaldir” bildirisi yüzünden çıktıktan dört sonra yine kaçak oldum. 77’de evlendiğimde de kaçaktım. Yıldırım nikâhla, sahte ikametgâh gösterip, Çatalca’da evlendik. 12 Eylül darbesinden sonra, iki sene yattım, tahliye oldum, yeniden tutuklama kararı çıkardılar, dört sene kaçak yaşadım. İpek o zaman Nokta Dergisi’nin yazı işleri müdürüydü, ben kaçaktım.
Eşiniz bu kadar ortadayken nasıl kaçak yaşadınız?
Aynı evde kalmıyorduk, zaman zaman buluşuyorduk. Reşat küçüktü, beraber Burgaz Ada’ya gidiyorduk. Midye toplayıp, çinko saçların üzerinde pişiriyorduk. Epeyce dönemimiz adada geçiyordu. Ondan sonra adalı olduk. 12 Eylül’ün mirasıdır bize ada.
'Gezmiş yaşasaydı ulusalcı olmazdı'
12 Mart sonrası “Ordu-gençlik elele” sloganları attık ve bir yerde yanlış yaptık galiba” diye hiç düşündünüz mü?
Yok, hiç sorgulamadık. Milli Kurtuluş Savaşı vermek, 61 Anayasasını devam ettirmek istiyorduk. Bunu sorgulayanlar vardı, mesela İbrahim Kaypakkaya. Biz de zamanla kavradık. 74’teki Türkiye İhtilalci İşçi Köylü Partisi savunmasında Ermeni Tehciri, Varlık Vergisi, 6-7 Eylül eleştirisi var. Savunmayı hazırlayanlardan Doğu Perinçek tam tersini savunuyor şimdi.
Deniz Gezmiş yaşasaydı orduyu savunur muydu sizce?
Hayır bunu haksızlık olarak görüyorum. Ben de onun gibi düşünüyordum 1969’da. Deniz, Mahir içimizdeki en parlak arkadaşlardı, 23 yaşında çocuklardı. Belli ölçülerde milliyetçi olmak o gün anlamlıydı. Bugün ‘68 kuşağı içinde ilkel davranışları sergileyen arkadaşların çoğu o gün de aynı ilkellikleri yaparlardı. Bütün ilkelliklerini bugüne taşıdılar. Onlara bakarak Deniz Gezmiş yorumu yapamazsınız. Deniz o gün milliyetçiydi ama daha ileri bir örnek vardı da onu benimsemedi mi? Çok esprili bir insandı. Eğlenceli, keyifli, her şeyi hafif mizaha alan, üstün bir kişilikti. İdamlarından bir ay evvel, gecenin üçünde apar topar beni koğuşumdan çağırttı. Önemli bir şey var diye gözlerimi ovuştura ovuştura telaşla kalktım. Baktım yerde oturuyorlar, Semih Orcan böbreğini tutuyor, Deniz bana, “Oral, şuna bir akupunktur yap da iyileşsin” dedi, ben Maocuyum ya. Gecenin üçünde sırf bu espriyi yapmak için beni koğuşumdan çağırtmıştı.
Günümüzde üniversite hocalarının gözaltına alınması tartışılırken, 27 Mayıs askeri darbesine destek verenler arasında da üniversite hocalarının olduğu unutuluyor...
27 Mayıs üniversitelerde hazırlandı. Üniversiteler, ordu yürüyüşleri, gençlik yürüyüşleriyle direnişe geçti. Darbeden sonra kurulan meclisin içinde hocalar, gazeteciler meclis üyesi oldular. O DP’liler için “Bunlar Said-i Nursi’nin elini öptü, dini yayıyorlar” diye düşünüyorduk. Şimdi de Ak Parti için “Şeriat getirecekler” diyerek yapıldı propaganda. Cumhuriyet Mitingleri örgütlendi ve “AKP gitsin de nasıl giderse gitsin, gerekirse asker yoluyla gitsin” psikolojisi yaratılmak istendi.
12 Mart darbesi öncesindeki sol harekette de orduyu dışlayan bir tavır yoktu…
Hayır tabii, bizler hep 27 Mayıs’ın yarım kaldığını düşünüp daha iyi bir 27 Mayıs yapılsın istiyorduk. Birçok yürüyüşte, mitingde “Ordu-Millet elele” diye sloganlar atılıyordu. Ordunun ilerici bir rol oynayacağı düşüncesi, 12 Mart askeri darbesinden önce siyasi kesimler içinde oldukça yaygındı.
Devrimin gerçekleşmesinde rol oynayabileceği düşündüğünüz ordu, 12 Mart darbesini yaptıktan sonra ideolojinizi sorguladınız mı?
Orada bir kopuş başladı. 12 Mart askeri darbesi sol açısından askerle hesaplaşma açısından yeni bir durum yarattı. Ondan sonra sosyalist grupların askerle bir ilişkisi kalmadı. Sosyalistler askerle iş yapabiliriz fikrinden ta 90’lara kadar uzak durdular. İslami akımların güçlenmesiyle birlikte, yeniden Kemalist ideoloji hegemonya kurdu. 12 Eylül’e kadar sosyalistler Kemalistler üzerinde daha etkiliydi, 80’lerden sonra tersi oldu.
27 Mayıs özlemi sürüyor o zaman...
Evet 27 Mayıs’ın bunların hepsinden farklı olduğu düşüncesi hâlâ egemen. 12 Mart ve 12 Eylül’de solcular dövüldüğü için bu darbeleri pek doğru görmüyorlar. Yeni askeri darbe beklentisi yine 27 Mayıs benzeri bir darbe olacak beklentisi. Kemalistlerle tartışırken, “Sen hâlâ 12 Eylül’deki ordu var zannediyorsun ama yeni bir ordu var” diye bana orduyu savunuyorlar. Ben de hep “Kenan Evren bütün itibarıyla ordunun hâlâ en muteber ismi” diyorum.
Solun Ergenekon soruşturmasına mesafesi de bundan mı kaynaklanıyor?
Solun yüzde 90’ı Ergenekon davasını meşru bir dava olarak görmüyor, Ak Partiye düşman oldukları için “Ak Parti’ye yapılacak darbe meşru bir darbedir” diye düşünüyorlar.
Soruşturmada ismi geçenlerin önemli kısmı faili meçhullerden sorumlu diye biliniyor...
Öldürülen bir takım gazeteciler, aydınlar, yazarlar konusunda bir tereddüt yaşıyorlar, onları yargılasınlar ama onun da ne olduğu belli değil diye tepki gösteriyorlar.
Bu haliyle Ergenekon davasını eleştirmemek de sorun o halde...
Liberal, gevşek adamlar, kendi kendilerine solculuk yapıyorlar diyorlar. Ben gerçek solculuğun bu olduğuna inanıyorum. Kürdün, Ermeninin hakkını savunmadan nasıl solcu olunabilir? Türkiye’de kendilerini solcu olarak tanımlayanların teorik olarak solcu, pratik olarak gerici olduğunu düşünüyorum. Ötekinin hakkını savunan solcu arkadaşlarımız da var tabii.
Eskiden çalıştığınız Cumhuriyet gazetesi de, Ergenekon süreci içinde giderek sertleşen bir üslup kazandı...
Cumhuriyet gazetesi “toplumun müdahalelerle ilerletilmesi gerekir” fikriyatının başından beri savunucularından. Birçok şeyi konuştuğumuz, paylaştığımız birçok arkadaşımızla süreç içinde birbirimizin yüzüne bakamaz hale geldik.
Tam zıddınız düşünceleri savunan yazarlarla aynı gazetedeyken zorlanmıyor muydunuz?
Çok zorlanıyordum tabii. Ama başladığım andan itibaren benim bir kimliğim vardı, 7 sene hapiste yatmışım, kaçak yaşamışım, bir siyasi tarih var arkamda. Kendime göre bir yerim olduğunu onlarda, okuyucu da kabul ediyordu. Benim dışımda insanların Cumhuriyet’te tutunması çok zordu. En sonunda “Çok gerginlik çıkacak, ben kendime yeni bir kapı bulayım” deyip ayrıldım, kimse bana git demedi. Ortalıkta gördüğünüz saldırgan üslup kullanan bazı yazarlarla zaten ilişkimiz kopmuştu. Diğer arkadaşlarla da konuşuyorduk.
Uzun zaman aynı siyasi görüşü paylaştığınız Doğu Perinçek’in Ergenekon’un en önemli sanıklardan biri olmasına ne diyorsunuz?
Yargılandığı için çok fazla bir şey söylemek istemiyorum, sonuçta insan yıllarca birlikte mücadele ettiği bir insanı çok fazla defterden silmek istemiyor, 21 senemiz beraber geçti. Ayrılıktan sonra çok sert, çok ağır yayınlar yaptılar. Doğu’nun, bir ayrılık çıktıktan sonra kullandığı üslup çok itici, kırıcı olduğu için ilişki kuracak marj bırakmıyor. Ama dramatik olan şu, Veli Küçük gibi hakkındaki iddialar solcu öldürmekten, toplu katliamlara varan bir kişiyi baş arkadaş ilân etmesi, Perinçek gibi sol gelenekten gelen bir insan için dram. FKF (Fikir Kulüpleri Federasyonu) Genel Başkanlığı yapmış bir insanın Veli Küçük’le siyaset kotarmaya çalışması kabul edilebilir değil. Ben ezilenlerin hakkını savunmak için sosyalist oldum. Bütün hayatıma bu yön verdi benim. Bugün Kürtleri, Ermenileri, eşcinselleri, kadınları en çok savunan insanlardan biriyim. 1960’lardan bu yana düşüncemde bir değişiklik olmadı. ‘Öteki’ni savunmanın esas devrimcilik olduğunu düşünüyorum. Ama bir takım solcular hayata teori olarak bakıyorlar. Hayat bir teori değil pratik. Hakkı yenenin yanında mısınız, değil misiniz? Bence sorunun cevabı budur. Kimin devrimci, demokrat, ilerici olduğunu da bu belirler.
'Herkesin kendine göre şeriatı var'
Eski mesai arkadaşlarınız İlhan Selçuk ve Mustafa Balbay’ın gözaltına alınmasına şaşırdınız mı?
Balbay’ın günlüklerine bakınca askerlerden daha hevesli darbe işine sarılmış. Ona şaşırmadım ama İlhan Selçuk’un gece 3’te evinin basılmasından hoşlanmadım. Türkan Saylan’a da yapılan kabul edilebilir şey değil. Üstelik de ulusalcı kesim tarafından itilip kakılan bir insan. Tabii şu da var, Çağdaş Yaşamı Destekleme Dernekleri’ne baktığım zaman Türkiye’de iki yönlü bir eğitim olduğunu görüyorum. Biri militarist, biri İslami. Biri modern, diğeri gerici gibi gözüküyor ama bence ikisi de gerici. İkisi de şeriatçı, herkesin kendine göre şeriatı var.