İNGİLİZ BASINI
Resesyon ve bunun nasıl aşılacağına ilişkin tartışmalar bugün de İngiltere basınında geniş yer buluyor. Manşetlere yerleşen haber ise, ekonomi yönetiminde baş gösteren bir fikir ayrılığına işaret ediyor.
"Merkez Bankası'ndan Brown'a: Harcamayı durdur" manşetiyle çıkan Times şöyle diyor:
"İngiltere Merkez Bankası Başkanı Mervyn King, ülke ekonomisinin ikinci bir canlandırma paketini kaldırmayacağını söyleyerek, Başbakan Gordon Brown ile Hazine arasındaki gerilimi ortaya koydu."
"King'in açıklamaları, Başbakan'ın gelecek hafta Londra'da toplanacak G20 zirvesi öncesi çıkacağı uluslararası turun öncesine rastladı. Bu tur öncesinde dünya liderlerine seslenen Brown, büyüme ve istihdam yaratmak için ellerinden geleni yapmaya çağırdı."
"Brown'un ekonomik canlandırma paketleri konusundaki en önemli müttefiki olan Amerikan Başkanı Barack Obama da, bugün Times'ta yayınlanan makalesinde, resesyondan çıkış konusunda ülkesinin dünyaya liderlik etmeye hazır olduğunu dile getiriyor. Obama büyümeyi başlatmak amacıyla, acil ve kapsamlı eylem çağrısı yapıyor."
İngiltere Merkez Bankası'nın açıklamalarını Financial Times da manşetten görmüş. Gazete Mervyn King'in uyarısı konusunda şu yorumu yapmış:
"Bu açıklama, Gordon Brown'un G20 zirvesindeki manevra alanını kısıtlayacak, ancak Hazine'de memnuniyet yaratacaktır. Hazine yetkilileri, kamu maliyesindeki zaafiyetten kaygı duyuyor."
"Aslında Mervyn King, Merkez Bankası'nın kamu harcamaları konusunda yorum yapmama geleneğine bugüne kadar sadık kalmıştı. Çünkü hükümetin, borçlanmayı sınırlayan mali disiplin kurallarına uyacağı düşünülüyordu."
"Ancak geçen sene, resesyonun vergi gelirlerine olumsuz yansımaya başlamasıyla bu kurallar bir kenara bırakıldı. Hal böyle olunca da, King uyarmak zorunda hissetti kendini."
"King'in kaygıları Brüksel tarafından da paylaşılıyor. Avrupa Komisyonu dün yaptığı açıklamayla, bütçe açığını tekrar milli gelirin yüzde 3'üne çekmesi konusunda İngiltere'ye 2014'e kadar süre tanıdı."
Financial Times bu satırların hemen altında, İngiltere Başbakanı Gordon Brown'un G20 öncesi manevralarına ilişkin bir habere yer veriyor. Başbakan'ın Avrupa Birliği'ne yönelik eleştirilerini bir kenara bırakarak, Brüksel'i öven bir konuşma yaptığını duyuran gazete şu yorumu yapıyor:
"Avrupalı diplomatlara göre, Gordon Brown G20 gibi gevşek bir uluslararası grubu idare etmenin zorluklarını gördü. Avrupa Birliği içerisinde ortak bir pozisyon oluşturarak, uluslararası bir tartışmayı daha iyi yönlendirebileceğinin farkına vardı."
"Gordon Brown gelecek hafta, Avrupa Birliği'nin daha fazla denetim ve daha fazla işbirliği taleplerini zirveye sunacak. Ancak bunları ekonomik krizin aşılması için daha büyük ekonomik canlandırma paketleri gerektiğine inanan Amerika Birleşik Devletleri'nin talepleriyle dengelemek zorunda."
"AB genişlemenin önündeki engelleri kaldırma cesaretini göstermeli"
Financial Times muhabiri Tony Barber bu başlık altında, Avrupa Birliği'ne üye ülkelerin, birliğe girmek isteyen ülkelere yönelik akıl dışı tavrı nedeniyle genişlemenin tehlikeye girdiğinin altını çiziyor.
İkili ilişkilerindeki sorunlar nedeniyle, Slovenya'nın Hırvatistan'a, Yunanistan'ın Makedonya'ya, Hollanda'nın da Sırbistan'a sorun çıkardığına dikkat çeken Barber, Türkiye konusunda ise şunları söylüyor:
"Kıbrıslı Rumlar, kısmen Türkiye'nin üyeliği fikrine hep soğuk baktıklarından, kısmen de Kıbrıslı Türkler ile müzakerelerde ellerini güçlendirmek amacıyla Ankara'nın katılım müzakerelerini tıkıyor. Almanya Başbakanı Angela Merkel ve Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy'nin Türkiye'nin tam üyeliğine karşı çıktığını da biliyorlar tabii."
"Bu tavırlarını meşrulaştırmak için de, Kıbrıs'ın kuzeyinde 30 bin Türk askerinin varlığına vurgu yapıyorlar."
"Avrupa Birliği, genişlemenin önünü kesen anlaşmazlıkları çözme cesaretini sergilemelidir. Balkanlar ve Türkiye, kırılgan ve stratejik açıdan önemlidir. Eğer istenmediklerini hissederlerse, Avrupa Birliği'nin ödeyeceği bedel daha büyük olur."
İsrail'de koalisyon tamam
İngiltere basınında geniş yer bulan konulardan biri de, İsrail'de hükümet kurma görevini alan sağ eğilimli Likud partisi lideri Binyamin Netanyahu'nun, hedeflediği koalisyonu oluşturmayı geç de olsa başarması.
Aşırı sağ partilerin desteğini önceden alan Netanyahu, önündeki son engeli dün, İşçi Partisi'nin de koalisyona katılmayı kararlaştırmasıyla aşmıştı. Independent bu gelişmeyi şöyle yorumluyor:
"Bu İsrail'de, Washington ile sürtüşme ihtimalini en aza indirme çabalarında Binyamin Netanyahu'nun işini kolaylaştıran bir gelişme olarak algılandı. Washington, Netanyahu'nun 1996-1999 arasında liderlik ettiği azınlık hükümetinin sonunu getirmekte etkili olmuştu."
"Bu gelişme, İsrail devletinin 60 yıllık tarihinin büyük bölümüne damgasını vuran, ancak Şubat ayındaki seçimde dördüncü sıraya gerileyen merkez sol İşçi Partisi'nin geleceğine ilişkin kuşkular da doğurdu. İşçi Partisi'nin önde gelen milletvekillerinden Ophir Pines-Paz eski, partinin eski başbakanlarını hatırlatarak, 'Yitzak Rabin, Golda Meir ve Moşe Şaret, şu anda mezarlarında dönüyor olmalılar.' diye konuştu."
Twitter ve Wikipedia müfredatta
Guardian manşetindeki haberde, İngiltere'deki ilk öğretim okullarının müfredatında yapılması önerilen değişikliklere yer veriyor.
"Artık çocuklar Victoria dönemi ya da İkinci Dünya Savaşı'nı öğrenmek zorunda olmayacak. Taslak plana göre bu konuların yerini, bloglar, sosyal paylaşım sitesi Twitter, internet ansiklopedisi Wikipedia'nın kullanımı gibi bilgi ve iletişim ağırlıklı konular alacak." (BBC Türkçe)
ALMAN BASINI
Almanya’da Cumhurbaşkanı Köhler’in hükümete yaptığı çağrı, İsrail’de yeni koalisyon hükümeti ve Kosova Savaşı’nın 10’uncu yıldönümü, Alman basınında öne çıkan yorum konularını oluşturuyor.
Cumhurbaşkanı Horst Köhler’in ekonomik krizi konu alan Berlin konuşması büyük yankı yarattı.
Neue Osnabrücker Zeitung gazetesi Mayıs ayındaki Cumhurbaşkanlığı seçiminde yeniden adaylığını koyacak olan Köhler’in konuşmasını şöyle değerlendiriyor:
“Köhler’in söyledikleri yeni değildi ama içinde bulunduğumuz zor ekonomik duruma uygundu. Cumhurbaşkanı açık konuştu. Dile getirdiği gerçekleri gönül aslında hükümetin ağzından duymak isterdi. Hürriyetlerin sorumluluktan arındırılamayacağı, ölçüsüzlük ve hırsın devlet tarafından dizginlenmesi gerektiği ve finans mabetlerinin amaç olamayacağı Cumhurbaşkanı’nın en önemli nasihatleriydi.”
Düsseldorf’ta yayımlanan Westdeutsche Zeitung gazetesinde ise şu satırları okuyoruz:
“Cumhurbaşkanı yol gösterirken Başbakan yolunu şaşırmış izlenimi uyandırıyor. Cumhurbaşkanı’nın daha açık konuşmasına lüzum yoktu ama o daha da açık konuştu. Büyük koalisyon hükümetine yönelttiği eleştiri okları tam isabet kaydetti. Koalisyon ortakları, ekonomiyle ilgili tahminlerin durmadan kötüleştiği bir ortamda kavgaya tutuşmanın seçmen tarafından anlayışla karşılanmayacağını kavrayamıyorlar mı?”
Süddeutsche Zeitung gazetesi İsrail’in Likud ve İşçi Partileri arasında varılan koalisyon anlaşmasını ve bu anlaşmanın İsrail-Filistin barış görüşmeleri üzerindeki muhtemel etkilerini şöyle değerlendiriyor:
“Netanyahu, Filistin devleti kurulmasından çekindiği için, iki devletli çözüm amacıyla yürütülen İsrail – Filistin görüşmelerini kesmek istiyor. Barak ile Netanyahu arasında imzalanan koalisyon protokolünde, İsrail’in bölgeye kapsamlı barış getirilmesine çalışacağı şeklindeki muğlak ifadelere yer veriliyor. Anlaşılması bundan daha zor bir ifade her halde kullanılamazdı. Arap komşularının bir devlete ihtiyaçları olduğu Netanyahu’nun umurunda bile değil. Koalisyon protokolünde Filistinliler kelimesi bile geçmiyor.”
Kosova’nın kurtarılması için Sırbistan’a açılan savaşın onuncu yıldönümü dolayısıyla Neue Osnabrücker Zeitung gazetesinde yayımlanan yorumda şu satırlar dikkat çekiyor:
“NATO bu müdahalesiyle Balkan savaşlarına son noktayı koymuştu. Şimdi bölge ülkelerinin çoğu NATO ve AB üyeliğine hazırlanıyor. Bu önemli bir ilerlemedir. Peki zamanın Almanya Dışişleri Bakanı Fischer’in Sırbistan’ı hedef alan bombardımana yakıştırdığı ‘insani müdahale’ amacına ulaştı mı? Fahiş insan hakkı ihlallerini önleme amacıyla yapılan askeri müdahale, devletler hukukunun ana ilkeleri arasına alınmadı. Çünkü insan haklarıyla ilgili olarak bütün hükümetler tarafından benimsenmiş standartlar maalesef yok. Bu da ahlak kavramının her tarafa çekilebilecek siyasi bir kategori durumuna düşmesine yol açıyor. 1999 yılından sonra insani müdahaleyi gerektiren durumlar olsaydı, o zaman Kongo ve Sudan’a da müdahale edilmesi gerekirdi. Bosna Hersek ve Ruanda’da olduğu gibi. Kosova savaşı, dünya politikasının kuvvet ve milli çıkarlara dayalı prensiplerini değiştirmedi.”
Lausitzer Rundschau gazetesi ise yorum sütunlarında, ABD yönetiminin banka kurtarma operasyonunu değerlendiriyor:
“ABD Başkanı Barack Obama’nın bankaları yeniden çalışabilir hale getirmek için attığı adımlar, büyük yangınlarda alevleri boğmak için itfaiye tarafından yakılan kontrollü ateşleri andırıyor. Obama büyük siyasi riske giriyor. Çünkü bentlerin yıkılmasına yol açan finans cambazlarından, bol para kazanma amacıyla yığdıkları hurdayı satın almaları bekleniyor. Amerikalıların bu oyunu sineye çekmesi için planın en kısa zamanda başarıya ulaşması şart.” (Deutsche Welle Türkçe)
AMERİKAN BASINI (24 MART)
Washington Post, Maliye Bakanı Timothy Geithner’in açıkladığı bankaların batık kredilerden kurtarılması planının başarısının garantisi olmadığı görüşünde. Ancak gazete yine de, bunun denenmesi gerektiğini yazıyor:
“Bankalar batık kredilerden kurtulmadıkça, sermayelerini artırmaları da çok zor. Bu durumda, ister istemez devlet desteğine daha fazla ihtiyaç duyacaklar. Eğer her şey plandaki gibi giderse, özel yatırımcıların piyasa bilgisi, devlet kaynaklarının da en etkin biçimde kullanılmasını sağlayacak ve böylece vergi mükelleflerinin kaybı asgari düzeyde kalacak. Geithner’in planının işe yarayıp yaramayacağı bilinmiyor. Ancak, özel yatırımcılar, denetleme kurumları, Kongre ve Obama yönetimi başta olmak üzere bütün taraflar, açık ve net kurallara göre oynamadığı sürece, bu planın başarı şansı olmayacaktır.”
New York Times, Geithner’in planının bütün riski vergi mükelleflerine yükleyerek, bankaların kayıplarını milleştirme olarak tanımlıyor. Gazete, yönetimi batık kredilerin gerçek değeri konusunda da ciddi bir araştırma yapmamakla suçluyor:
“Daha gerçekçi bir kurtarma planı için geleceğe dair bazı varsayımlarla hareket etmek yerine, somut gerçeklerden hareket edilmelidir. Hem Amerika’daki hem yurtdışındaki diğer bankacılık krizlerinde, mesele er ya da geç ödeme gücü olan bankalarla ödeme gücü olmayan bankalar arasında bir ayrım çizgisi çizilmesine dayanmıştır. Bu tür krizlerde, batan bankaların yöneticileri kovulur, kayıplar net bir şekilde ortaya konur, hissedarların borçları ödenir ve hükümetin bankayı en iyi biçimde nasıl yapılandıracağı planlanır. Obama yönetimi, niçin bu yöntemi tercih etmediğini halka açıklamak zorundadır.”
Washington Times, Fransa’nın NATO’nun askeri kanadına dönme kararını eski bir dostun dönüşü olarak tanımlıyor. Gazete, Fransa’nın her zaman önemli bir NATO üyesi olarak kaldığını belirtiyor:
“Artık Atlas Okyanusu’nun her iki yakasında da eski düşmanlıkları bir kenara bırakmak gerekiyor. Fransız Devrimi, Amerikan Devriminden esinlenmişti ve Fransa Amerika’nın bağımsızlığında önemli bir rol oynamıştı. Buna karşılık, Amerika her iki dünya Savaşında da Fransa’nın yardımına koşmuştu. Şimdi yine ortak bir düşmanla, uluslararası terörizmle mücadele ediyoruz. NATO’nun Afganistan’da ve diğer bölgelerde kararlı bir biçimde hareket etmesi büyük önem taşıyor. Bu mücadelede eski bir dostu yanımızda görmek çok güzel.''
Christian Science Monitor gazetesi, Amerikan Kongresinin geç de olsa Meksika’da uyuşturucu kartellerine karşı verilen mücadeleye ilgi göstermeye başlamasını olumlu karşılıyor. Gazete, Meksika’nın bu mücadelede Amerikan desteğine ihtiyaç duyduğunu vurguluyor:
“Amerika, uyuşturucu kartellerinin en büyük pazarı konumunda. 14 milyar dolarlık bu pazarı küçültmek için, uyuşturucu satıcılarına karşı mücadelenin yanı sıra, Amerika’da uyuşturucu kullanımını azaltmak ve rehabilitasyon programlarını artırmak amacıyla daha etkin politikalar hayata geçirilmeli. Meksika, uyuşturucu kartelleriyle mücadelede Amerika’nın desteğini almadan toplumsal bir reform sağlayamaz. Tıpkı Washington’un bir çok konuda Meksika’nın desteğine ihtiyaç duyduğunu fark etmesi gibi, Calderon da uyuşturucuyla mücadelede Obama’nın desteğine ihtiyaç duyuyor.” (Amerika'nın Sesi)
(Not: Saat farkından ötürü Amerikan basınından özetler gecikmeli olarak yayımlanabilmektedir)