Dünya

24 Şubat 2009 dünya basını

24 Şubat 2009 02:00

İNGİLİZ BASINI

Guardian gazetesinin manşetindeki haberin başlığı: Beni kurtaracak olmalarını ümit ettiğim kişiler, işkencecilerimle bir oldu.'' Guantanamo'da dört yıl süren tutsaklığının ardından İngiltere'ye iade edilen Binyan Muhammed'in avukatı aracılığıyla yaptığı açıklamada kullandığı bu ifadeler, terör zanlılarının gizlice kaçırılmasında İngiltere'nin sorumluluğu tartışmalarını alevlendirecek görüşünde Guardian.

Muhalefetin; hükümetin ve yetkililerin Binyan Muhammed'in hedef olduğu kötü muamele konusunda ne bildikleri ve İngiltere'nin CIA'nin zanlıyı sorgulamasına neden yardımcı olduğu sorularının yanıtlarını arayacağı da haberdeki ayrıntılar arasında.

Binyan Muhammed, ''Fas'a gönderildikten sonra yaşadığım en kötü an, bana işkence yapanların İngiliz istihbaratından soru ve malzeme aldıklarını anladığım andı'' diyor.

Citibank kamulaştırılacak mı?

Bu sabah gazetelerde dikkat çeken haberlerden biri de New York mahreçli. Amerikan hükümetinin, önceki kurtarma çabalarına karşın hala sorunlar yaşayan Citibank'ı millileştirmeden içinde bulunduğu açmazdan kurtarma arayışları geniş şekilde yer bulmuş bu sabah.

Independent, ''Citi bilmecesi'' başlıklı haberinde, bir zamanlar dünyanın en büyük bankası olan Citibank'ın kamulaştırmaya doğru giderek yakınlaştığını; Amerikan Hazine yetkililerinin bu olasılığı dışlamadıklarını yazıyor.

Gazete, bankanın ''batışına izin verilmeyecek kadar büyük'' olduğu yaklaşımının hala geçerli olduğunu, hükümetin son aylarda bankayı ayakta tutabilmek için 45 milyar dolarlık fon aktardıklarını anımsatıyor.

Financial Times ise Citibank'ın rakiplerinin bankaya ilişkin olası bir kamulaştırma kararının alınması ardından faaliyetlerinin daraltılması için hükümet nezdinde lobi yaptıklarını aktarıyor.

Gazeteye göre, bankanın rakipleri, devlet kontrolüne geçtikten sonra Citi'nin yatırım bankacılığı faaliyetleri ve uluslararası operasyonlarında haksız avantaj sağlamasından kaygılı.

Financial Times, ayrıca Citibank'ın hisselerinin kamuya geçmesinin ise 1990'lardan bu yana piyasalarda egemen olan denetimsizliği de sonlandırabileceğine işaret ediyor.

Polis teşkilatına resesyon darbesi

Times gazetesinin bu sabah manşetinden duyurduğu habere göre, ekonomik krizin ülkeyi sürüklediği resesyon İngiltere'de polis teşkilatının zayıflamasına neden olacak.

Gazete, ülke genelinde yerel polis yetkilileriyle görüşerek derlediği verileri aktarırken, polis sayısındaki azalma yaşandığını ve ''önemli ve acı'' kesintilerin gerçekleşeceğini aktarıyor.

''Bu personel kesintisinin en önemli etkisi ise, özellikle ekonomik kriz nedeniyle sokak hareketlerinin yaşanabileceği uyarılarının dile getirildiği dönemde, güvenlik zaafı yaşanması olacak. Geçen yıl İçişleri Bakanlığı tarafından hazırlanan bir raporda, hırsızlık olayları ile ırkçı saldırılar ve terör suçlarının artması riskine dikkat çekilmişti.''

''İçişleri Bakan Jacqui Smith, bütçeden aktarılan fonlar dikkate alındığında polis gücünün zayıflamasının gerektirecek bir neden olmadığını söylüyor. Muhalefet ise öfkeli. Liberallerin içişleri konularındaki sözcüsü Chris Huhne, bakanın resesyon döneminde suçların artması olasılığında bahsettiğini belirterek, 'Eğer bakanlık dikkatli olmazsa suç dalgasının yaşandığı bir ortamda kendini uyurgezer bir halde bulabilir' uyarısında bulunuyor.''

Bankacıların maaş zammı talebi

Hükümetin sağladığı fonlarla ayakta kalabilen finans sektörüne kamu fonlarının aktarılmasına halkı ikna etmek için kullanılan en önemli teşviklerden biri de, krizin sorumlusu olarak gösterilen bankacıların ikramiyelerinin ciddi oranda kesintiye uğrayacağı idi.

Konu son aylarda sıklıkla İngiltere gazetelerinde tartışılıyor.

Bugün Independent'in manşeti, bankacıların geri adım atmaya direndiklerine, eğer ikramiye vermiyorsanız, o zaman maaşlarımıza yüzde 10 zam yapın talebini gündeme getirdiklerine dikkat çekiyor.

Independent'in konuştuğu büyük firmalar için başarılı bankacı çalışan bulan bir beyin avcısının verdiği bilgiye göre, bankacılar, çıplak maaşlarında yüzde 5 ila 10 arasında bir artış peşinde.

Böylece kazançlarındaki tırpanlanmayı telafi etmeyi amaçlıyorlar. Sonunda da uzun vadede ikramiyelerin yüzde 80 oranında azaldığı dikkate alındığında, çıplak maaşlarındaki düzenleme nedeniyle gelirlerindeki artış 2, 3 hatta 4 katına bile çıkabilecek.

Hem iktidar hem de muhalefet milletvekilleri tepkili. Parlamentoda Hazine Komitesi üyesi bir milletvekili, tartışmaları, sıradan insanların evlerini, işlerini kaybetmelerine neden olan sorunları yaratan finans sektörünün utanmazlığının bir göstergesi olarak niteliyor.

Hindistan'ı bölen ödüller

Sekiz dalda Oscar Ödülü'ne değer görülen Slumdog Millionaire Hindistan'ı böldü diyor Financial Times, törenden fotoğraf eşliğinde birinci sayfasından verdiği haberde.

Kimileri Oscar zaferini coşkuyla kutlarken, kimileri de filmde anlatılan Hindistan'ın gerçek Hindistan olmadığını, oyuncular, içeriği ve müzik yerel olmasına karşın filmin yabancı olduğunu savunuyor.

Hintli bir film yapımcısı olan Priyadarshan Nair, filmi Hindistan'la dalga geçtiği gerekçesiyle eleştiriyor. Sıradan bir Bolywood filminden farklı değil görüşünü savunan Nair'e göre Hindistan Somali değil, dünyanın önde gelen nükleer güçlerinden biri.

''Hint uyduları uzayda tur atarken, polis karakolları filmde anlatıldığı gibi barakadan ibaret değil. Ayrıca Mumbai sokaklarında da kör dilenci yok'' diyor Nair.

Hindistan'da filme yönelik tepkinin nedenlerinden biri de, Amerikan film sektörünün Hint film sektörü Bollywood'a pek ilgi göstermemiş olması.

Ama AR Rahman'ın müziklerinin Oscar'a değer görülmesi en azından film karşıtları açısından bir teselli.

Ödülü coşkuyla karşılayanlar, filmin özellikle yaratacağı ilgi nedeniyle Hindistan'ın jeopolitik konumuna muhtemel katkısı konusunda umutlu. (BBC Türkçe)

ALMAN BASINI

Küresel mali krizin Alman ekonomisi ve siyasetine yansımaları ve Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu’nun İran’la ilgili yayınladığı son değerlendirme raporu bugünkü Alman basınında geniş yer buluyor.

Almanya’nın en büyük ticari bankası Deutsche Bank’ın baş iktisatçısı Norbert Walter, Alman ekonomisinin bu yıl yüzde beş oranında küçüleceği öngörüsünde bulundu. Hükümet ise bu yıl için yüzde 2,25’lik küçülme bekliyor. Kölner Stadt-Anzeiger gazetesinin yorumunda karamsar öngörü tahminlerinde haklılık payı olabileceği belirtiliyor:

“Konjonktürel gidişat hakkında karamsar tablo çizenleri, acelecilik ve panik yapmakla suçlayanlar Deutsche Bank’ın baş iktisatçısı Norbert Walter’in bu konudaki tahminlerinde haklı olabileceğini de göz önünde bulundurmalılar. 2009’un ilk çeyreğine dair feci büyüme rakamlarını tüm yıla göre değerlendirmek yeterli. Tabi yılsonuna kadar mevcut durumda bir nebze olsun iyileşme olabilir ancak aksi de muhtemel. Zira başka bir büyük bankanın iflası ve diğer negatif gelişmeler, olumlu sürprizlerle karşılaşılacağı ihtimalini azaltıyor.”

Nürnberger Nachrichten gazetesiyse bugünkü yorum sütunlarında mali krizin paralelinde yürütülen seçim kampanyalarına değiniyor:

“Mali krizin olumlu tarafları da var. En azından koalisyon hükümetini oluşturan siyasi partileri çalışmaya zorluyor. Tipik seçim kampanyaları ve oy kapmayla seçmenden puan toplama yarışı için zamanları kalmıyor. Hristiyan Birlik Partileri ve Sosyal Demokratlar 2009’da dört yıl önceki gibi davranamayacaklarının farkındalar. Bu seçim döneminin adil ve profesyonelce geçeceği ve kişisel ihtiraslara yer kalmayacağı ihtimali güçleniyor. Seçmenler de hangi parti olursa olsun, hükümetin iktidarda olduğu son güne kadar krizle etkin mücadele edilmesini bekliyor.”

Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu’nun İran’a ilişkin yayınladığı son raporda, Tahran’ın nükleer tesislerinin denetimi konusunda işbirliğine yanaşmadığı belirtilerek, bunun nükleer programının askeri amaçlı olduğu yolundaki kaygıları gidermeye yetmediği'' kaydedilmişti. Amerikalı kaynaklarsa Atom Enerjisi Kurumu’nun yayınladığı son raporu kaynak göstererek, Tahran’ın elinde atom bombası yapabilecek kapasitede uranyum olduğu uyarısında bulundu. Frankfurter Allgemeine Zeitung gazetesi yorumunda İran’ın nükleer programına ilişkin raporun tam da Almanya’nın eski Başbakanı Schröder’in Tahran ziyareti sırasında açıklanmasının talihsizlik olduğu yorumunu yapıyor:

“Viyana’nın açıkladığı rapor son derece rahatsız edici… Çünkü İran tüm ısrarlara rağmen nükleer programıyla ilgili kartlarını açık oynamıyor. Şu ana kadar elde edilen tüm veriler peyderpey ve isteksiz olarak ortaya kondu. Şeffaflıktan söz etmek imkânsız. Raporun eski Başbakan Gerhard Schröder’in Tahran ziyaretine denk gelmesi talihsiz bir tesadüf. Hükümet, bu tesadüfün üstüne gidilmesi ve eleştirilmesini istemiyor. Hükümet belki de bunu Schröder’in de Merkel gibi Yahudi soykırımının inkârı konusuna değindiği için istemiyor. Ancak Schröder’in Tahran’daki temaslarını Batı’nın ve Berlin’in bir temsilcisi ya da Tahran politikaları elçisi olarak değerlendirmek de yerinde olmaz.”

Bugünkü Alman gazetelerinde yer bulan diğer bir yorum konuysa Kahire'de Batılı turistlere yönelik düzenlenen terör saldırısı. Hafta sonunda turistlerin uğrak yeri bir pazara düzenlenen bombalı saldırıda bir Fransız turist hayatını kaybederken, 25 kişi de yaralanmıştı. Dresden’de yayımlanan Sächsische Zeitung gazetesi, Mısır’da radikal dincilerin geçmişte de turistlere yönelik saldırılar düzenlediğini ancak bunun Mısır’ın güvenli bir tatil ülkesi olmadığı anlamına gelemeyeceğini belirtiyor:

“Mısır, turistlerin bu ülkeyi tercih etmeyip de otellerinin boş kalmasının ne demek olduğunu on yıl önce de tecrübe etti. O dönem radikal İslamcılar Hatşepsut Tapınağı’nı hedef seçmiş ve onlarca turistin hayatına mal olan bir saldırı düzenlemişlerdi. Hükümet o günden itibaren güvenlik önlemlerini ciddi biçimde artırdı. Ancak radikallerin bu türlü saldırılarını engellemenin yüzde yüzlük garantisi yok. Milisler Mısırlıları arkasına aldıkları düşüncesinden vazgeçmeli. Zira nüfusun çoğunluluğunun terörle hiçbir bağı ve sempatisi bulunmuyor.”

ABD BASINI (23 Şubat)

New York Times Bosna’da Dayton Antlaşması ile kurulan farklı etnik gruplara dayanan devletin tehlikede olduğunu yazıyor. Gazete, Amerika’nın bu tehlikeli gidişe müdahale etmesi gerektiğini savunuyor.

''Elbette, Bosna’nın geleceğiyle ilgili asıl sorumluluğu Bosnalılar üstlenmelidir. Ancak Dayton Antlaşmasına öncülük eden Amerika da, barışın tehlikeye girmesine sessiz kalmamalıdır. Amerika ve müttefikleri Dayton’un hedeflerine ulaşması için yeni bir plan hazırlamalıdır. Ülkede çoklu etnisiteye dayalı işlevli bir devlet kurulmasını sağlayacak yeni bir anayasa oluşturulması için Avrupa Birliği üyeliği devreye sokulabilir. Obama’nın danışmanlarının Bosna meselesini gündeme alması olumlu bir gelişme. Bosna’daki vahşetin tekrarlanmaması için yeni başkanın etkin bir politika izlemesi gerekiyor.''

USA Today Irak’ta ölen Amerikan askerlerinin görüntülerinin yayınlanmasına konan yasağın kaldırılmasını istiyor. Gazete, bu konuda asker ailelerinin hassasiyetini de gözeten bir çözüm bulunabileceği görüşünde.

''Kanada’da asker cesetlerinin görüntülenmesi konusunda kararı aileleri veriyor. İngiltere’de görüntüler basına dağıtılıyor, bazen de gazetecilerin uzaktan görüntü almasına izin veriliyor. Amerika’da da karar asker ailelerine bırakılabilir. Elbette ki uzun zamandır süren ve halkın desteklemediği bir savaşta, bu görüntüler savaş karşıtları tarafından kullanılabilir. Ancak savaşları sürdürebilmenin yolu da, halkın yapılan fedakarlıkları anlamasından geçer. Şu anda yürürlükte olan yasak, zaten savaş karşıtlarının işine yarıyor.''

Washington Post hakkındaki yolsuzluk iddiaları nedeniyle görevden alınan eski Detroit valisinin senatörlüğe atadığı Roland Burris’in bu görevden istifa etmesi gerektiğini yazıyor. Gazete, Detroit senatörlüğü için özel bir seçim yapılması çağrısında bulunuyor.

''Amerikan senatosundaki koltukların vali atamalarıyla doldurulması demokrasiye uygun değildir. Hatta bu uygulama, geçmişte yaşanan bazı örneklerde de görüldüğü gibi yolsuzluklara açıktır. Senatoda boşalan koltukların doldurulması için özel seçimler yapılmasını sağlayacak bir düzenlemeye gidilmelidir. Detroit’te Demokratların çoğunlukta olduğu eyalet kongresi, senatörlük koltuğunu Cumhuriyetçilere kaptırma korkusundan dolayı böyle bir değişiklikten kaçındı. Şimdi yeni eyalet valisi Pat Quinn’in bu öneriye destek vermesi, kongre üyelerinin de harekete geçmesini sağlamalıdır.''

Los Angeles Times California’da idam cezasına mahkum edilmiş 680 kişiden 300’ünün cezasının en az 15 yıldır infaz edilmediğini belirtiyor. Gazete, idam cezası yerine ömür boyu hapis cezası uygulamasına geçilmesini istiyor.

''California en fazla idam mahkumuna sahip olan eyalet. Ve her yıl ortalama 20 kişi daha idam cezasına çarptırılıyor. Zehirli iğneyle idamın yasalara uygun olup olmadığı konusundaki tartışma nedeniyle 2006 yılından bu yana hiçbir idam cezası infaz edilmedi. Sonuçta hem verilen ceza uygulanamıyor hem de idam mahkumları eyalet için ağır bir mali yük oluşturuyor. Bu durum, idam cezasına karşı çıkmak için ancak ikincil nedenler olabilir. Fakat ortaya çıkan bu tablo, hem hukukun üstünlüğü anlayışına zarar veriyor hem de kurbanların ailelerinin duygusal travmasını artırıyor. Gelin, bu anlamsız uygulamaya son verelim. '' (Amerika'nın Sesi)
(Not:
Saat farkından ötürü ABD basını gecikmeli olarak verilebilmektedir)