Sabah gazetesinin iki yazarı Hıncal Uluç ve Engin Ardıç, birbirlerini yerin dibine sokan yazılar kaleme aldılar. Yetmedi, devreye Akşam gazetesinden Serdar Turgut da girdi. İkisine de akıl verdi. Bu polemik son bulur mu bilinmez ama, ilk raunt şöyle:
Ardıç’tan Uluç’a
Geçmiş olsun sevgili megaloman
Bana attığın çamurlara, yaptığın haksızlıklara kızmak için kendimi çok zorladım, kızamadım... Hem seni gerçekten sevdiğimi anladım, hem de artık hiç önem vermediğimi...
Geçmiş olsun. İncir çekirdeğini doldurmayan yazılarına hoşgeldin. Yalnız gazeten değil, bütün basın ve spor dünyası, sinema, tiyatro, müzik, ayrıca Türkiye de yönetilmek için seni bekliyordu...
Hiçbir şey söylemeden tam sayfa dolduracak adam bulmak gerçekten de çok zordu, laf aramızda... Süleyman Demirel'e iş teklif edilecek değildi ya!
Aslında senin gibi büyük bir adamın hiç hastalanmaması gerekirdi. Bu sana yapılmış büyük bir haksızlıktı. Belki de Tanrı meydanı boş bulmuştu!
Bütün Türkiye haftalarca senin hastalığınla yattı kalktı... Öyle bil, öyle san... Çünkü sen çok büyük bir adamsın, vazgeçilmezsin, bulunmaz Hint kumaşısın.
Sen o kadar büyük bir adamsın ki, sana en küçük bir eleştiri yönelten herkes ya "şaşkın", ya "küstah", ya "bunalım geçirmekte", ya da "kin, nefret ve öfke kusuyor" ...
Eh, sen de onlardan bazılarının "isimlerini köşende anmamakla" onlara en büyük cezayı veriyorsun, mahvoluyorlar, bitiyorlar zavallılar!
Neyse bak, çıktın artık, okuduğunu kıçından anlayan bütün müşteriler seni özlemişlerdi...
"Anti-militarizm" ile "ordu düşmanlığı" arasındaki farkı anlamamakta direnenler, "Atatürk ticareti" yapanlara kızmakla "Atatürk düşmanlığı" arasındaki farkı anlamamakta direnenler, kahramanlarına kavuştular!
Çünkü sen öyle dediysen öyledir. Gerçek ile senin dediğin arasında çelişki varsa, senin dediğin geçerlidir.
"Cumhuriyete saldırmak için bir Ergenekon efsanesi yaratan" şaşkın (!) savcılar ve yargıçlar da korksunlar, yalnız gazeteciler değil... Atatürk çocuğu geldi. Hepsinin canına okuyacak.
Cumhuriyetçi olan ama demokrat olmayan, bununla da övünen büyük adam geri geldi... He is back in town!
İyi ki iyileştin, iyi ki döndün... Bu kez gerçekten "gitseydin", ikide bir giderim haa deyip de gidemeyen kimi bulacaktık da gülecektik kendi aramızda?
Kendini fikir adamı diye yutturan hangi magazinciyle eğlenecektik? Bize kim fıkra anlatacaktı?
Büyük geçmiş olsun, gerçekten. Tadı yok sensiz geçen ne baharın ne yazın...
Hoşgeldin. Avanta geziler, beleş yemekler, yeni çıkan şarkılar, piyasaya yeni düşen paçozlar, el süremediğin ama sürermiş gibi yaptığın bütün kadınlar da yolunu gözlediler... Sevinmişlerdir.
Ben de sevindim.
Çünkü hem seni gerçekten sevdiğimi anladım, hem de artık hiç kızamadığımı... Gülünçlük alanında sen mi önde gidiyorsun yoksa "sizin cenahtan" Yalçın Küçük mü, bilemedim.
Fakat şaşkın, küstah, bunalımlı, vatan haini bu kardeşin seni çok çok öpüyor. Tenezzül buyurup lütfen kabul edersen tabii.
Etmezsen de canın sağolsun, başkasını buluruz. Memlekette çeşit çok.
Sıra Hıncal Uluç’ta
Uluç’un, Ardıç’a cevabi yazısı şöyle oldu:
Bir eski dosta veda!..
Yahu Engin beni kıskandığını hissediyordum da, seni böylesine bunalıma sokacak ölçülere vardığını tahmin etmem güçtü. Dün yazını, kendi adıma gülerek, hatta kahkaha atarak, ama senin adına fena halde üzülerek okudum..
Şöyle yakın tarihten başlayalım..
Hastaydın.. "Geçmiş olsun" demek için aradım.. "Müjde ağabey, Sabah'a geliyorum. Yakında gene beraberiz" dedin.. "Harika" diye yanıt verdim ben.. Bir sitemde bulundun. Atatürk hakkında bir yazını eleştirmiştim de.. "Atatürk Düşmanı lafı biraz ağır olmuş ağabey" dedin.. "Hele sen gel. Baş başa bir kahve içer, anlaşır çözeriz" dedim.
Geldiğinde senin için yazılmış en güzel yazılardan biri bu köşede çıktı, "Hoş geldin Engin" diye..
Fikirlerimiz pek uyuşmazdı ama, Nokta'dan beri en sevdiğim ve keyifle okuduğum gazetecilerdendin çünkü..
Geldin.. Ve başladın.. Eski gazetende olmadığın kadar Atatürk düşmanlığına başladın. Atatürk'e doğrudan sövmen suç olduğu için Atatürk'le ilgili herkes ve her şeye sövdün.. Başkent Ankara'dan, Bozkurt-Lotus Davası ile dünya hukuk tarihine geçmiş Mahmut Esat Bozkurt'a kadar. Yetmedi.. "Kemalizm" diye ad takıp, Atatürk yasasından kurtulmayı başararak, Atatürk'ün her ilkesine sövdün.. Yetmedi.. Atatürk'le dalga geçmeye, alay etmeye başladın. En sonunda da ben hastanede iken "Atatürk'ün hayatından film mi çıkar?.. Çıksa da bunu dünyada kim seyreder" deme ayıbını işledin, Atatürk Filmi çekmeyi 31 çekmeye benzettin ve bittin benim için Engin..
Ben insanları ve fikirleri bu ülkede en iyi ayıranlardanım. En aykırı düştüklerim içinde en sevgili dostlarım vardır..
Nazlı Hanım'la harf uyumu yoktur aramızda. Nasıl sevip saydığımı kendisine sor.
Spordan siyasete, müzikten sinemaya, aklına hangi konu gelirse, eğer Haşo ile bir konuda birleşirsek, ikimizden birinin yanıldığını düşünürüz yıllardır. Ama Haşo hayattaki en güvendiğim, en sevdiğim 5 dostumdan biridir. Hayatım dahil ona emanet etmeyeceğim şey yok..
Peki sen ve öbür E.A. niye bittiniz?..
Beni ilgilendiren şey fikir değil, içtenliktir. Gerçekten öyle düşündüğüne inanırsam saygı duyarım. Ama kendisine yönelik herhangi bir sebeple düşündüğünden farklı konuşup yazanlar, benim çevremde yer alamazlar.
AKP'de en kızdığım kişi Bülent Arınç. En radikal fikirler onda var. Ama en saygı duyduğum AKP'lilerin başında o geliyor.. Neden?.. Adam ne düşünüyorsa onu söylüyor aynen. Yuvarlamadan, ima etmeden, politik sebepler yüzünden lafını değiştirmeden..
Ben iki E.A.'nın da cemaziyel evvelini bilirim. Bu yüzden bugün yazdıklarına inanamıyorum Ya o zaman beni kandırdınız, ya bugün böyle yazmanın daha kazançlı olduğunu düşünüyorsunuz..
Söylediğine inanmadığım biri benim arkadaşım olamaz.
Bu eski bir dosta veda mektubum. Bunları yazdım ki okur, Sabah'ı almaya devam ettikçe bana saldırmaya devam edecek adamı ve onunla geçmiş ilişkilerimi iyi bilsin ve doğru değerlendirmeler yapsın. Benim ve yazılarım hakkında yazdıklarına bundan böyle cevap vermeyeceğim. Bir gerek yok. Okur Sabah okuru.. İkimizi de okuyor, değerlendirmesini rahat yapar. İkincisi, artık tenezzül bile etmem. Bu sütunda adının geçmesi sana hak etmediğin bir itibar sağlar.
Ama Atatürk'e sövdüğün zaman, tokadımı yersin..
Bana saldırmak için ne yalanlara baş vurmuşsun dün. Bir örnek..
İkide birde "Giderim ha" diyormuşum..
Kime demişim.. Bir kişi göstermezsen, alçağın tekisin..
Tersine dünya benim hep "Gitmem" dediğimi, gitmeyeceğimi yazdığımı bilir.. Yazılarıma dokunmadıkları sürece hiçbir yerden de gitmedim 52 yıldır. Kimse de dokunmadı zaten. Benim kitabımda kovulmak var, gazetenin kapanması var. Ama benim gitmem yok. Çocuklar bile bilir..
Seni ilk teklifinde kapan Cem Uzan'ın bana neler teklif ettiğini ve her defasında ne yanıt aldığını, şimdi adını anmıyorsun, ama eski arkadaşın ona sor.. Doğan gurubuna, Karamehmet Gurubuna, en var varlık zamanında Güneş gurubuna sor, "Hıncal'a neler teklif ettiniz ve ne yanıt aldınız" diye..
Yeni patron Ahmet Çalık'a sor bakalım, imasını dahi almış mı, benden "Giderim ha"nın..
Gitseydim.. Ya da "Giderim ha"yı kullansaydım, bugün bankada yedi sülaleme yetecek milyonla dolar hesabım vardı. Milyon Engin.. Yüz binler değil.. Ercan'ın bana Vatan için yaptığı teklifi duysaydın, Uzan'la Jet Set hayatı yaşayan senin bile dudakların uçuklardı. Ertesi gün çıkıp çıkmayacağı dahi belli değilken, aylarca maaş veremezken Sabah'ta kaldım ben, hem de Ercan gibi Hıncal'ı Hıncal yapan en büyük dostumun sadece maddi değil, manevi baskılarına rağmen..
Bunları dünya biliyor, sen de biliyorsun, ama sallıyorsun utanmadan.. Böyle bir utanmazlığa yanıt vermeye değer mi?.
İkincisi..
Benim için "Megaloman" demişsin..
Yanılıyorsun Engin.. Sana da yıllar önce "Türkiye'nin megalomanları" konulu bir yazı hazırlayan genç gazetecinin "Size megaloman diyorlar, siz ne diyorsunuz" sorusuna verdiğim yanıtı vereceğim.
Yanılıyorsun Engin.. Ben megaloman değil, Megalo'yum.. Hele senden o kadar büyüğüm ki, attığın çamurlar ancak papucuma ulaşır.. Onun da ceremesi 50 kuruş boya parası..
Sevgili Okurlar,
Bu üslubun alıştığınız Hıncal'a ait olmadığını düşündüğünüzü biliyorum. Ama bir karar aldım.
Ben hayatımda kimseyi mahkemeye vermedim. Vermeye niyetim de yok. Bu yüzden hakaret edenler, bundan böyle yanıtlarını hak ettikleri ve anlayacakları üslupla alacaklar.
Hayatını hele son günlerde önüne gelene söverek kazanan adamın üslubuna ancak bu kadar yaklaşabildim. Özür dilerim.”
Serdar Turgut da devrede
Engin Ardıç-Hıncal Uluç polemiğine Akşam gazetesinden Serdar Turgut da katıldı. İkisine de akıl verdi. İşte Ardıç’ın “Bazı itirazlarım var” başlıklı yazısı.
HINCAL AĞABEY'E (ULUÇ)
“İlk önce geçmiş olsun. Ağabeyciğim şimdi meselem şu: Severek daima okuduğum köşende çalışmakta olduğun gazeteyi eleştiren yazılar yazıyorsun, çok da iyi yapıyorsun umarım o yazılardan gerekli dersleri çıkaranlar vardır. Bunu yapmakla da kalmıyorsun tavrın hakkında bazı söylemlerin de oluyor yazarın kendi çalıştığı gazeteyi eleştirme hakkı konusunda. Burada açık yüreklilikle yüksek sesler konuştuğum için direkt olarak soruyorum. Ben de dahil birçok yazar kendi gazetelerini eleştirmekten kaçınırlar. Açıkça söyleyeyim bizler senin kadar cesur değiliz. Ama abi, sen aslında bir gündelik yaşam filozofusun bana göre. Onun için açık yüreklilikle anlatacağına inanıyorum. Bunu yapmamamızın nedeni acaba bizlerin 'etik' eksikliğimizden midir yoksa görünürde rahat yaşıyor olsak da hala daha ailemizi geçindirmek için maaşımıza ihtiyaç duymakta olduğumuz mudur? Kendim için söyleyeyim, bunu genelleyemem üstelik bazılarımızın henüz ilkokula başlamış çocuklarımızın mı olmasıdır. Hıncal abi geçmişte bilsen kaç defa şimdi bekar olacaktım ki görürlerdi onlar dediğim anlar da olmuştur. Yanlış anlama senin cesaretini küçümsüyor değilim ama acaba sen de Oray'a yazdığım bölümde bahsettiğin insani zaafları hoşgörme tavrını bana yönelik uygun görebilmen mümkün müdür?
ENGİN ARDIÇ'A
Aslında ikimiz de çok yalnız insanlarız, üstelik yazıyla yaşamayı seçtiğimiz için daha da yalnızlaşmaya mahkumuz ama ben bazen senin yalnızlık durumunu mutlaklaştırmaya çalıştığını düşünüyorum. Hastalıktan yeni dönen Hıncal Uluç için yazdığın yazı çok zalim, çok acımasız geldi bana. Biliyorum bir yazarın new age türü insanlar gibi her şeye ve her tavra hoşgörülü olmak gibi bir zorunluluğu da yoktur. Senin bütün zaaflarına karşın arkadaş olarak kabul etmek isteyebilen insanları da yazı yoluyla kırmakta mahsur görmüyorsun veya bazı arkadaşlık ve sıcaklık olasılıklarını baştan yok ediyorsun. Her yazından müthiş bir kinle dolu olduğun izlenimi çıkıyor, yazının konusu ne olursa olsun durum böyle. Bazen kin, iyi yazının ortaya çıkması için gerekli olabilir ama bu kin sürekli olursa insanı da yorabiliyor. Okuyucular kinle yazılmış yazılara ilgi gösterebilirler ama senin mertebene gelmiş bir insan için artık bu kısa vadeli ilginin de artık fazla önemi olmaması gerek miyor mu? Temelde taviz vermeden daha yumuşak bir yaşlanma projesine ne dersin?”