27 Kasım 2013 14:15
Askerliğini 1997'de Güneydoğu ve Doğu'da dağ komandosu olarak yapan T.A., intikam için köy yaktıklarını anlattı. "yürüyen karınca bile olsa vuracaktık" diyen T.A., "köye gittiğimizde yaklaşık 100-150 kişilik bir bölüktük. İki köy evini ateşe verdik. Daha sonra evleri ağır silahla vurduk. Lav, roketatar ve havan toplarıyla atış yaparak köyü yerle bir ettik. Evlerden birinin içine girdim kimse yoktu, buzdolabını devirdim. Çok öfkeliydim" ifadesini kullandı.
1994'te Güneydoğu'da askerlik yapmış bir kişinin, faili meçhul cinayetler soruşturmasını yürüten Diyarbakır Cumhuriyet Savcısı Osman Coşkun’a, "köy yakma taburu"nda görev yaptığını itiraf etmesinin ardından, askerliğini bu bölgede yapan T.A. da, intikam almak için yakılan köyleri, su içerken PKK'li sanılarak öldürülen, kayalıktan düşerek ölen, intihar eden ve kaza kurşunu ile vurulan askerleri anlattı.
T. A. Birgün gazetesinden Berna Şahin'e konuştu. Şahin, röportaj yaptığı T.A.'nın onca sene geçmesine rağmen yaşadığı olayları anlatırken titrediğini ve gözlerinin dolduğunu belirtiyor. Askerlik T.A.'da, psikolojik sorunların yanı sıra, en yakın arkadaşını bir operasyonda kaybettikten birkaç gün sonra vücudunu saran sedef hastalığına neden olurken; T.A.'nın kendi tabiriyle, ‘vatan sevgisi’nin en büyük armağanı ise eklem romatizması olmuş.
Röportajın tamamı şöyle:
Askerlik serüveniniz nasıl başladı?
Kayseri’de askere gitmek için can atıyorduk. Askere gitmek için yaşımı bile bir yaş büyüttüm. Eğridir Dağ Komando Çavuş Talimgâh Bölüğü’nde 75 gün eğitim aldıktan sonra Elazığ toplama merkezine geçtik. Filmlerde gördüğüm araçları ilk kez toplama merkezinden Tunceli’ye giderken gördüm. Sanki sınır dışına gidiyorduk. Çevremiz panzerler, tanklar, zırhlı araçlar vardı. Tunceli’de 4’üncü komando tugayına katıldık ve operasyona çıkmaya başladık.
Nerelerde operasyonlara gidiyordunuz?
Olay olan her yere gidiyorduk. Bingöl/Genç, Diyarbakır/Lice-Kulp, Tunceli’nin bütün ilçeleri Ovacık, Pülümür, Nazmiye, Çemişgezek, Kul deresinde sürekli operasyonlara gitmeye başladık. Karakol baskınlarında, çatışmalarda, şehit haberlerinde taburumuz bir numaraydı. Hepsine biz gönderiliyorduk.
Operasyonlarda köy yaktınız mı? Katıldığınız bu tip operasyon oldu mu?
Tunceli’nin Çiçekli ilçesinde bir kış operasyonuydu. Gece pusuya düşmüştük. Çapraz ateşe alınmıştık. Yedi arkadaşımız yaralandı ve bir arkadaşımız şehit oldu. Yaralılara ilk müdahaleyi yapmak için ışık gerekiyordu. Tepenin ardındaki köy evlerine yaralılarımızı indirdiğimizde kapılar bize açılmadı. 6-7 hanelik bir köydü. Oraların geçmişini bilmediğimiz için insanların bize neden yardım etmediğini anlayamıyorduk. Geçmişte yaşadıkları zulüm hakkında bilgimiz yoktu. Yardım etmemeleri onlara karşı kinimizi daha da artırıyordu. Zırhlı araçların gelmesini bekledik. Yaralıları taşımak zorunda kaldık. Daha sonra araçlara yaralılarımızı koyarak gönderdik.
Daha sonra neler oldu?
Arkadaşımızın ölmesi moralimizi bozmuştu. Tabur komutanı operasyondan 3-4 gün sonra talimat verdi. Çatışmanın olduğu tepenin arkasındaki Tunceli’nin Çiçekli ilçesinde bir köye intikam operasyonuna gidilecekti. O anki psikolojiyle gözümüz hiçbir şey görmüyordu. Herkes büyük bir tedirginlikle hazırlandı. Çok sevdiğimiz bir arkadaşımız şehit olmuştu. Yürüyen karınca bile olsa vuracaktık. Köye gittiğimizde yaklaşık 100-150 kişilik bir bölüktük. İki köy evini ateşe verdik. Evler yanmaya başladı. Daha sonra evleri ağır silahla vurduk. Lav, roketatar ve havan toplarıyla atış yaparak köyü yerle bir ettik. Ağır silahlarla köyü yıktık. Evlerden birinin içine girdim kimse yoktu, buzdolabını devirdim. Çok öfkeliydim. Sanırım operasyon yapılacağı haberi onlara gitmişti ve evleri boşaltmışlardı. Köyde kimse yoktu. Köyün yakıldığını gören köylüler daha sonra geldiler. Erkekleri toplayarak karakola götürdük. Sorguladık.
İntihar eden, kazayla ölen askerler var mıydı?
Murat 8 Operasyonu’nda birçok asker arkadaşımızın boşu boşuna öldüğünü gördüm. Kendini vuran, kayalıklardan düşen, askerin askeri vurduğu yanlış atışlar çoktu. Asker artık dayanamaz hale gelip dereye inip habersiz su almak isterken yukarıdaki birlik onları karşıdaki grup zannederek ateş etmişti. Orada 11 askerin öldüğünü gördüm. Sırtımızdaki çanta ağır olduğu için silahımızı asarak yürümek zorundaydık. Ormanlık araziden geçtiğimizde silahın emniyeti birçok kez açılıyordu. İkinci takıldığında tetik patladığında öndeki arkadaş vuruluyordu ya da bazıları silahını baston olarak kullanıyordu. Yorulduğu zaman üstüne çökerek yürüyordu. Tetiğe çantası, elbisesi, botu dokunduğu an kendini direk vuruyordu. İki arkadaşın da dağdan düşerek öldüğüne şahit oldum.
Nasıl dağdan düşerek öldüler?
Operasyonun birinde çok sivri bir tepeye çıktık. Oraya çadır kurmamız istendi ki çadır kurulması mümkün değildi. Hava soğuktu bir şekilde çadırı kurmak zorundaydık. Yapmasaydık orada sabaha kadar donarak ölürdük. Bölük halinde Sarıkamış şehitlerine dönerdik. Orada bir arkadaşın ayağı kaydı bir anda ve kayalıklardan yuvarlanarak öldü. Artık ona şehit mi dendi operasyon zayiatımı dendi bilemiyorum. 5 arkadaşımızın intihar ettiğine şahit oldum. Sonuçta 75 günlük eğitimle Doğu’ya gidiyorsun. O da orada direnmene yetmiyor.
O dağın tepesinde kayanın üstünde ne işim var dediğiniz oluyor muydu?
Sorgulamalar askerden döndükten sonra başlıyor. Ancak bazen sorguladığım anlar oluyordu. Bir amaç için çıkıyorsun ama hiçbir şey yok. Sonuçta gördüğün halde bile çoğu zaman ateş ettirmiyorlardı. Operasyonlarda öncü olduğum için çelik yelek ve gece görüş dürbünü bendeydi. Bazı operasyonlarda gece PKK militanlarını gördüğümüz halde ateş etmemize izin verilmemesi bizi şaşırtıyordu. O dağa ne için çıktığımızı sorguluyorduk.
Ankara’dan silah ve gerilla kıyafeti geldiğini söylediniz olay nasıl gelişti? Bu kıyafetleri ve silahları ne yaptınız?
Hangi köylerin nasıl davrandığını ölçmek için PKK kılığında 10’ar kişilik gruplara dağılarak geziyorduk. Üsse döndüğümüzde ise köylülerin neler yaptığını bize nasıl davrandıklarını rapor halinde sunuyorduk.
Hangi operasyonda ve nasıl yaralandınız?
Tunceli’nin Ovacık bölgesindeydik. Saatlerce yol yürüdük ancak yürürken mayın dedektörünü açtırmadılar. Bize “Gerek yok” dediler. Hâkim tepeye askerleri yerleştirirken son mevziiydi. Termal kamera olan bir arkadaş ve yanında yardımcı badisi vardı. Onlara “Siz de bu mevziye geçin” dedim. Termalci arkadaş mevziye girer girmez 4 kişi havaya uçtuk. Nasıl oldu anlamadım sadece bir alev topu gördüm. Farklı farklı yerlere uçtuk. Onlar çığlık atıyorlardı, yaraları ağırdı. Bendeki hafifti, ayağımdan bir parça koptu. Daha sonra Skorski helikopter geldi bizi Elazığ’a naklettiler. Hastanede mayına basan arkadaşımız şehit oldu. Saat 5 gibi diğer arkadaşımız şehit oldu. 15 günlük asker vardı, onu görmek istedim, onun bulunduğu odaya gittim. Gözleri filan tamamen çıkmıştı. Nasılsın koçum diye sordum “Çavuşum Allahıma şükürler olsun nasip oluyor” dedi. Son söylediği kelime buydu, 25 dakika sonra o da şehit oldu. Üçü de öldü. Ben onlar kadar şanslı değildim.
Ölen kişiler arasında rütbeliler oluyor muydu? Yoksa daha çok erler miydi?
Mümkün değil. Ön planda ölüme giden her zaman erlerdir. Erler de bilinçsiz, bilgisi yok. Yaptıkları eğitim “yat, kalk, yerde sürün” o kadar.
Yıllardır oradaki savaşta bir tane bakanın, milletvekilinin üst düzey birinin çocuğunun ölmemesi dikkat çekici değil mi?
Askerlik boyunca milletvekili veya vali, kaymakam çocuğunun orada öldüğünü hiç duymadım. Orada olan kişiler Anadolu çocuğu, içinde saf vatan sevgisi olan insanların bu duyguları kullanıldı. Bunu da medya ve basın yoluyla yaptılar.
Medyayı neden çok suçluyorsunuz?
Çünkü televizyonlarda ve gazetelerdeki haberlerle doğunun insanı batıya terörist olarak yansıtılıyordu. Yanlışlıkla bir silah patlasa akşam haber izlendiğinde bütün Diyarbakır bir olmuş Türk askeriyle savaşıyor gibi haber yapılıyordu. “Diyarbakır’da çatışmada 3 asker şehit oldu, 10 PKK’lı öldürüldü” gibi bir başlık atıyorlar. Haberin içeriğine girdiğinde Diyarbakır’ın Bismil ilçesinin Ahmetli köyünün bilmem ne kırsalı diye açılım yapılıyor. Diyarbakır’la, Bingöl’le, Tunceli’yle alakası olmayan kırsallar buraları. Medyanın yanlış yansıtması batıdakileri körleştirdi. Batıdaki insanın körleşmesi de Kürt düşmanlığına yol açıyordu. Türk milleti olarak kulaktan duyma şeylere çabuk inanırız ve ona göre ön yargılı hareket ederiz. İnsanlar sadece duyduğu haberlere yorum yapıyor hareket ediyor. Haberin doğruluğu sorgulanmıyor. Bu yüzden ölen insanların kanından medya da sorumlu. Oradaki askerlerin psikolojisi kötü olmasına rağmen bu televizyonlara yansıtılmıyordu. Sadece ezberlediğimiz tek bir şey vardı ‘’vatan-namus’’ her şey bunu için yapılıyor. Ne olup bittiğinin farkında değildik.
Ne olup bitiyordu?
Bize teslim olan kadın gerilla “Siz benim hızımın onda birine yetişemezsiniz. Acemi birliğinde 60-70 günlük bir eğitimle geliyorsunuz, biz yıllardır buralardayız” diyerek bizimle dalga geçiyordu. Daha sonra bize silah sakladıkları bir yeri gösterdi. Oradan 12 silah çıkartmıştık. Mağaralarda çok şeyler oluyor, hepsi askeri lojman gibi. Mağaradan bilgisayar, yazıcı, operasyon talimatları çıkarttık. Hangi tarihte hangi karakollara, nerelere baskın yapılacağı detaylı şekilde yazıyordu. Bu mağaralardan birinde elime bir gerilla günlüğü geçti, alıp sakladım. Günlüğü okuduktan sonra onların da bir dava için oralarda çarpıştığını anladım. Onlar da kendi ölülerine şehit diye hitap ediyorlardı. Kendi ölülerini operasyonlardan sonra mutlaka alıp götürüyorlardı. Günlüğün birkaç satırı aklımda “Düşman kuvvetleri tanklarıyla toplarıyla gelseler de biz yine gelip şehitlerimizin kanını alacağız” yazıyordu. Biz askerimizi kaybettiğimizde şehit diyoruz, onlar da kendi ölülerine şehit diyorlar. Burada gerçek şehit kimdi? Bence iki tarafta da şehit yoktu. Çünkü ölenle öldürülen Ahmet ile Mehmet, bu kavramda şehitlik kavramı benim fikrimle uyuşmuyor.
En baştan bu ölümler engellenebilir miydi? Sizce neden engellenmedi?
Batı’da acemi birliğinde bize eğitim yaptıran en alt rütbeli uzman çavuş 425 TL maaş alırken Güneydoğu’da operasyonlara katılan bir uzman çavuş 1.275 TL maaş alıyor. Yani 3 katı. Orayı OHAL bölgesinden çıkartmak istemiyorlardı. Birçok operasyon boşa yapılıyordu. Verilen onca kumanya boşa gidiyordu. Bunların hepsi devlete zarardı. İsteselerdi yüzde yüz engellenirdi. Birileri bu savaşın sürmesini istedi. Birileri askerlerin ve Doğu’nun yani Kürtlerin ölmesini istedi. İstenmeseydi bu barış süreci yıllar önce olurdu. Sadece operasyonlara çıktığımızda kaza kurşunuyla giden yani 70 kuruşluk bir mermiyle ölen insanların hesabını kim nasıl verecek bilmiyorum. Hepsi boş. Şu anda 30 bin üzerinde insan öldü. Faydalı olan bir tarafı gösterin bana kime ne faydası oldu?
Askere giderken içinizde var olan kin ve nefret ne kadar sürdü?
Doğuya karşı olan kinim nefretim askerden geldikten 10 yıl sonra bitti. Gece gerilladan çekiyorlardı gündüz askerden çekiyorlardı. Oranın halkı arada kalmış kişilerdi. İkisine de yardım etmediği sürece zorluklarla karşılaşacaktı. Düşünün, evinizde çocuklarınızla oturuyorsunuz. Ailenizle eşinizle çocuklarınızla sofra başında yemek yiyorsun. Kapıya bir tekme geliyor. Kapı kırılıyor içeriye 3-5 tane özel harekât giriyor. Ve seni ayağa kaldırıyor suratına tükürüyor küfrediyor tokat vuruyor. Bunu gören çocuklar askeri sever mi nefret mi eder? İşte o sofradaki çocukları anlamak ve onlarla empati kurmak gerekiyor. İşte o çocuklar şimdi büyüdü. Sofrayı tekmeleyen polise, askere karşı o çocukların sevgi taşıması nasıl beklenir? Oradaki insanlara hak veriyorum çünkü çektikleri zulüm çok büyük aynı zulümün yarısını batıdaki insanlara çektirmeye çalışsan Türkiye’de iç savaş çıkar. Batıdaki insanlar hep rahat. Ama doğunun insanı bu zulmü birebir yaşıyor.
Son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı?
Gençliğim boyunca komando olmayı hayal ettim. Doğu’ya gitmeyi ve orada savaşmayı hayal ettim. Sürekli medyadan duyduğumuz şeylerle televizyonlarda izlediğimiz görüntülerle kendimizi adapte ettik. Gerçekleri görerek hareket etmedik. Şunu merak ediyorum, ben Türküm sen Kürtsün şu an seninle sohbet ediyoruz, Türkiye bir başka ülkeyle savaşa girdiğinde acaba hangimiz terk edeceğiz bu ülkeyi? Sen mi? Ben mi? Kürt mü? Türk mü? Hangimiz? Eminim ki ikimiz de düşmana karşı aynı mevzide çatışacağız."
© Tüm hakları saklıdır.