Gündem

'1977'de solun içinde 'devlet' ne kadar vardı?'

"Taksim’deki o kanlı günde meydanda binlerce silah olduğundan söz ediliyor, o silahlar Türkiye’ye nasıl girdi, solcu çocukların eline nasıl geçti, o silahların paraları nasıl bulundu?"

03 Mayıs 2012 10:31

 

Ahmet Altan
(Taraf, 3 Mayıs 2012)
 

Mahşer

 
Türkiye’nin en büyük günahkârı askerî vesayetti.
 
Bu büyük günahkâr günahlarının kefaretini ödeyerek sahneden çekildi.
 
Onun sahneden çekilmesiyle şimdi “ezilenlerin” mahşer günü yaklaşıyor.
 
Solcusu sağcısı, dindarı dinsizi, muhafazakârı moderni, Sünni’si Alevi’si, Kürt’ü ve Türk’üyle herkesin günah defteri açılacak gibi gözüküyor.
 
Herkesin günahı tek tek sayılacak.
 
Bu yeni ve alışmadığımız bir dönem.
 
Çok da huzursuzluk yaratacak.
 
Saklananlar, üstü örtülenler ortaya çıkacak.
 
İsrafil’in Sur’unu solcular için Halil Berktay çaldı.
 
Çok sarsıcı bir iddiayla ortaya çıkarak, 1 Mayıs 1977’deki korkunç olaylara “sol fraksiyonların” kendi aralarındaki çatışmaların yol açtığını söyledi.
 
 
İlk tepki büyük bir küfür salvosu oldu.
 
Ama o günü yaşayan diğer sol liderlerle ve olayın önemli tanıklarıyla konuşunca Berktay’ın söylediklerinin öyle kolayca yabana atılamayacağı ortaya çıkıyor.
 
Dev-Genç’in o zamanki liderlerinden Bülent Uluer, olayların önce Maocuların ateş açmasıyla başladığını, daha sonra da öbür grupların ateş ettiğini söylüyor.
 
Ona göre de silahları patlatanlar solcular.
 
Sular İdaresi’nin üstündeki polisleri görüntüleyen tek insan olan İshak Işıtan ise “ben polislerin ateş açtığını görmedim” diyor.
 
Belli ki “Taksim’e girme” savaşında solcu gruplar silahlara sarılmış, çıkan izdihamda da insanlar ölmüş.
 
İşin gerçeğinin bu olduğu az çok ortaya çıkıyor.
 
Ama bu gerçeğin, gerçeğin bütünü olduğundan emin değilim doğrusu.
 
Ateş edenlerin “solcular” olması “devletin” karanlık yüzünün orada olmadığını kanıtlamaz bence.
 
Asıl büyük soru ve tartışma bundan sonraki soruların cevabında çıkacak ortaya.
 
O dönemde solun içinde “devlet” ne kadar vardı?
 
Taksim’deki o kanlı günde meydanda binlerce silah olduğundan söz ediliyor, o silahlar Türkiye’ye nasıl girdi, solcu çocukların eline nasıl geçti, o silahların paraları nasıl bulundu?
 
Devletten habersiz bu ülkeye binlerce silah sokulabileceğine inanan kimse olduğunu sanmıyorum.
 
Devlet neden o silahların öylesine yaygın biçimde elden ele dolaşmasına göz yumdu?
 
Tabii buradan, solun konuşulmasından en ürktüğü konuya geliyoruz, “devlet-sol” ilişkisine.
 
Devlet, “ezdiği” bütün gruplarla ilişki kurmuş bu ülkede.
 
Onları yönlendirmeye uğraşmış.
 
Bir kısmını yönlendirmeyi becermiş.
 
Bunu becerebilmesinin çok önemli bir nedeni var, bu sistem ezdiği kesimlerde de “Kemalist bir bilinçaltı” yaratmayı başarmış, geçmişteki solcuların önemli bir kısmının bugün faşizmle kol kola girmesinin, “dindarlığı bir tehlike” olarak görmesinin, muhalefeti din üzerinde yoğunlaştırmasının, darbeleri savunur hale gelmesinin temelinde bu zehirlenmiş bilinçaltı yatıyor bence.
 
Şimdi Türkiye bu bilinçaltıyla hesaplaşacağı günlere geliyor.
 
Bu, çok kolay olmayacak.
 
Çünkü bunu her kesimde görüyoruz.
 
Solda görüyoruz, Kürt hareketinde görüyoruz, Alevilerde görüyoruz, muhafazakârlarda görüyoruz.
 
Nerdeyse hepsinde bir devlet hayranlığı bulunuyor ve hepsi de sorunları çözmenin yolunun kendilerine benzeyenlerin devleti yönetmesinde buluyor.
 
Bu devletin bunca “muhalifi” varken, devlet bunca insanı ezmişken, bu ülkede hiçbir kesimden güçlü bir “demokrat” muhalefet çıkmaması, hepsinin ortak çözümünün “demokrasi dışında” şekillenmesi, karşımızdaki sorunun ne kadar büyük olduğunun en ürpertici belirtisi.
 
Neden bütün ezilmişler birbirine düşman bu ülkede?
 
Çünkü Kemalist anlayış, “kendisine benzemeyenle” bütünleşmeye, herkesin hakkını kabul etmeye engel.
 
Hepsi, sadece kendisinin hâkim olacağı bir yapı istiyor.
 
Birbirinin derdine sahip çıkmıyor.
 
Tam aksine birbirini ezmeye uğraşıyor.
 
Kendisi hakkını istiyor ama diğerinin hakkını istemesine öfkeleniyor.
 
Bu “zehirli” hastalıktan nasıl kurtulacağız?
 
Sanırım sarsıcı, şok edici itiraflar ve özeleştirilerle.
 
Berktay, 1 Mayıs konusunu gündeme getirerek bu “itiraf ve özeleştiri” görevini önce sol kesimin yapmasına öncülük ediyor.
 
Ama biliyoruz ki “itiraf ve özeleştiri” pek geleneklerimiz arasında bulunmaz.
 
“Suçlama ve saklama” daha çok sevdiğimiz bir davranış biçimidir.
 
Ama sanırım kaçınılmaz olarak, epey sancılı biçimde de olsa biz bu süreci yaşayacağız.
 
Kürt hareketinden de çıkacaktır aynı itiraflar.
 
Kürt hareketinin devletle ilişkisi de konuşulacaktır.
 
Muhafazakârların devletle ilişkisi de sorgulanacaktır.
 
Bunları da bu kesimlerin içinden gelenler yapacaktır.
 
Devlet, herkesi günaha bulaştırdı bu ülkede.
 
Herkesin saklamak istediği bir ek yeri, üstüne kapandığı günahkâr bir yarası var.
 
Bunun görülmesini, konuşulmasını, tartışılmasını istemiyor, “sakladığı” sürece güçlü olduğunu sanıyor.
 
Ama güçlenmek ancak arınmakla, bu “zehirli bilinçaltından” kurtulmakla mümkün.
 
Bu ülke, demokrasiye ancak böyle bir arınmadan sonra varabilecek herhalde.
 
Yoksa herkesin içindeki Kemalizm varlığımızı kemirip, hepimizi “tek lider, tek model” anlayışının ateşinde yanan pervanelere döndürecek.
 
İsrafil Sur’unu üfledi.
 
Mahşerden geçmemiz gerekiyor.
 
Eğer hak ettiğimiz bir cennet varsa, oraya ancak bu mahşerden geçerek varabileceğiz.