25 Ocak 2015 12:07
17 Aralık yolsuzluk ve rüşvet soruşturmasını başlatan savcılardan Celal Kara, “darbe girişimi, polis fezlekesi imzalanmadı, bazı isimler Uyap’a girilmedi, yasa dışı dinleme yapıldı”gibi 8 iddiayla ilgili konuştu. Önce dosyadan, sonra görevden alınan 18 yıllık savcı Celal Kara, 17 Aralık rüşvet ve yolsuzluk soruşturmasının savcısı Celal Kara, "1 numaranın dönemin başbakanı Tayyip Erdoğan olduğunu belirtti. Kara, "Bu dosya kapanmadı, kapanamaz. Eninde sonunda bu yargılama olacaktır" dedi.
Celal Kara, “İki taraf birlikte suç işliyorsa, her zaman dinleme yapılır. Yargıtay’ın bu istikamette kararları var. Meselâ, aile boyu uyuşturucu ticareti içinde olanlara rastlıyoruz. Dinlemediğimiz takdirde suçu nasıl ortaya çıkaracağız?” diye konuştu.
Celal Kara, Cumhuriyet gazetesinden Can Dündar ve Bugün gazetesinden Nazlı Ilıcak'ın sorularını cevapladı.
Cumhuriyet'teki haberde savcı Celal Kara'nın ağzından şu ifadelere yer verildi:
"Davaaçılsa isteyeceğim ceza kişiye göre değişecekti. Çok sayıda rüşvet, resmi evrakta sahtecilik suçlaması vardı. Azamiden hesaplarsanız 500 yıl, asgariden hesaplarsanız 50 yıl çıkar. En ağır cezayı Sarraf alacaktı. Lider sıfatıyla o örgütün faaliyetleri kapsamındaki tüm suçlardan sorumlu. Dönen işlerin Başbakan'dan habersiz ve izinsiz dönmesine imkân ve ihtimal yok. Telefon konuşmalarına, aralarındaki diyaloglara bakınca kesinlikle diyorsunuz ki, perde arkasından bu işlere yol ve izin veren Başbakan'dır. Zaten vardı tapelerde... Var yani, bunu inkâr mı edeyim? Sarraf, Happani'ye, Egemen Bağış'tan bahsederken 'O, beni 1 numaraya ulaştıracak' diyor. 1 numara kim olabilir? Başbakan'dır.
Yüce Divan oylamasını izlediğimde 'Yüzde 99 gitmeyecekler Yüce Divan'a' diyordum. Onlar gitse Bilal de peşlerinden giderdi... Bakanlar Yüce Divan'a gitseydi ZaferÇağlayan'in hayatı bitmiş olurdu muhtemelen. Çünkü hakkında rüşvet isnadı, altınkaçakçılığı iddiası, örgüt liderliği suçlaması, resmi belgede sahtecilik suçu vardı. Bir rüşvetin cezası 4-12 yılsa düşünün ki Çağlayan hakkında 28 ayrı rüşvet suçlaması vardı."
Savcı Kara, Can Dündar'ın "Soruşturmayı neden Başbakan'a kadar uzatmadınız' şeklindeki sorusuna şu cevabı verdi:
"Erdoğan'la ilgili denilebilirdi ki: 'Beyefendi'nin o olduğunu nereden biliyorsun?' Dosyanın teknik detayını bilen ben ve kolluk amirleri, bahsi geçenin Erdoğan olduğunu bildiğimiz halde, doğrudan ismi geçmediği için ve '1 Numara' lafı, diğerlerine göre biraz muğlak kaldığı için onu bilgi notuna katmadık. Düşünün ki; durumları çok net olan bakanlar hakkında dahi akla ziyan yorumlarla savunma gerekçeleri üretiliyor, durumu ancak tüm delillerin ve ifadelerin değerlendirmesi sonucunda ortaya çıkabilecek olan Başbakan'ı dosyaya katsaydık neler söylenirdi?"
Cumhuriyet'te yer alan röportajın tamamı şöyle:
‘Yüce Divan’a gitse Zafer Çağlayan’ın hayatı biterdi’
17 Aralık soruşturmasının savcısı Celal Kara, önce soruşturmadan alındı, sonra Afyon’a yollandı, 10 gün önce de açığa alındı. Herkes konuşurken o susup sabırla sırasını bekledi ve açığa alındığı gün, Cumhuriyet’e konuştu: “İsmini geçirmemek için, ‘1 numara’ ve ‘Beyefendi’ diye bahsediliyor kendisinden… Bence perde arkasından işin içindeydi Erdoğan… Ben, ‘1 Numara’nın ve ‘Beyefendi’nin kim olduğunu iddianamede işleyecektim. Yani iddianamede ismi olacaktı.”
17 Aralık’ın perde arkası
“17 Aralık”, hiç kuşkusuz Türkiye’nin tarihine geçmiş bir dosya adıdır. Onun savcısının yorumları, anıları, açıklamaları, dünyanın her yerinde haberdir. 17 Aralık operasyonunun içeriğini ve perde arkasını okuyunca, soruşturmayı yapan polis ve savcıların, soruşturmayı yazan gazeteci ve yazarların neden hedefe konduğunu ve “Ak”landığını sananların neyi örtmeye çalıştığını daha iyi anlayacaksınız.
- Size yönelik çok suçlamalar oldu, ama sustunuz, konuşmadınız. Nedir son durumunuz?
CELAL KARA - 16 Ocak itibarıyla açığa alınmış bulunmaktayım. İtiraz hakkımızı kullanabilmek için bu kararın gerekçelerini ve belgelerini istedik. Vermediler. Ancak bizden gizlenen müfettiş raporlarını, havuz medyasının gazetecileri ekranda okuyor. Ve korkutulan meslektaşlarım, açıkça suç oluşturan bu durumla ilgili hiçbir işlem yapmıyor.
- Neyle suçlanıyormuşsunuz?
KARA - Henüz bilmiyorum. Daha önce Afyon’a da gerekçesiz tayin edilmiştim.
- Bu görevden alma, 17 Aralık’ın cezası mı?
KARA - Kesinlikle öyle…
- Peki, sondan başlayalım: Meclis’teki oylamayı izlediniz mi?
KARA - İzledim, ama sonucu biliyordum zaten... “Yüzde 99 gitmeyecekler Yüce Divan’a” diyordum.
- Niye?
KARA - Onlar gitse Bilal de peşlerinden giderdi de ondan…
Aklın alamayacağı bir şey
- Bu çapta bir skandalın kapatılabileceğine inanmıyordunuz değil mi?
KARA - Normalde inanılmaz. Ötelenebilirdi, ama bu kadar büyük hukuksuzluk nasıl yapılabilir; aklın alabileceği bir şey değil. Kapatma gerekçesi olarak ileri sürdükleri şu: “Yolsuzluğu tespit ettiğinde hemen durdurup suçüstü yapacaktın. Şimdi bakanlarla ilgili tapeleri çıkart dosyadan…”
Peki, çıkaralım. Ya kalanı ne olacak?
Rıza Sarraf’la Süleyman Aslan arasındaki telefon konuşmaları, bunun fiziki ve teknik takibi, buna giden paralar, sahte belge imali ve kullanımı var. Tamamen hukuki olmasına rağmen madem bakanların konuşmalarının dosyadan çıkarılması gerektiğini iddia ediyorsun; sadece onları çıkar o zaman… Sarraf ile Aslan arasındaki tapeler, fiziki takip görüntüleri nedeniyle neden rüşvetten ve resmi belgede sahtecilikten dava açmıyorsun?
Sarraf ve adamlarının Barış Güler’le ve Kaan Çağlayan’la yaptığı konuşmaların hepsinde somut suç bulgusu var. Onlar hakkında niye dava açmıyorsun?
Sonunda yargılanacaklar
- Sizce kapandı mı 17 Aralık dosyası?
KARA - Kapanmadı, kapanamaz. Kapanmasının tek yolu, zanlıların yargı önüne çıkmasıdır. Sonunda nereye kadar gidecekse…
- Yargılanacaklar mı sizce?
KARA - Konjonktür ne olur, onu bilemem. Ama eninde sonunda bu yargılama olacaktır.
- Sizin soruşturmanız sonucu dava açılsa, haklarında ne ceza isteyecektiniz?
KARA - Kişiye göre değişecekti. Çok sayıda rüşvet, resmi evrakta sahtecilik suçlaması vardı. Bir hesaplama yapmadım. Bazılarını azamiden hesaplarsanız belki 500 yıl, asgariden hesaplarsanız 50 yıl çıkar. Ama zaten infazın azami süresi var. Ağırlaştırılmış müebbet değil bunun cezası... Azami yatacağı süre 36 yılı geçemez.
Herhalde orada en ağır cezayı Rıza Sarraf alacaktı. Çünkü lider sıfatıyla o örgütün faaliyetleri kapsamındaki tüm suçlardan sorumlu. Tamamından.
- Ya bakanlar Yüce Divan’a gitseydi?
KARA - Zafer Çağlayan’ın hayatı bitmiş olurdu muhtemelen… Çünkü hakkında rüşvet isnadı vardı, altın kaçakçılığı iddiası vardı, örgüt liderliği suçlaması vardı, resmi belgede sahtecilik suçu vardı. Bir rüşvetin cezası 4-12 yılsa, düşünün ki Çağlayan hakkında 28 ayrı rüşvet suçlaması vardı.
- Başbakan, “Asıl hedef bendim. Oğlum üzerinden bana ulaşacaklardı” diyor. Bu iş sonunda Bilal üzerinden Erdoğan’a uzanacak mıydı gerçekten?
CELAL KARA - Burada kimse hedef değildi. Hukuki olarak ne gerekiyorsa, o yapıldı. Dinlemelerde Sarraf’la bakanların ve çocuklarının ilişkisi çıkmasa, biz zorla mı bulaştıracaktık? Yani sen suç teşkil eden işlere girmedin de, biz mi bulaştırdık?
Bizim dosyamızda Bilal Erdoğan’la ilgili bariz bir şey yoktu. Ama Başbakan’la ilgili bir şeyler çıkardı. Zaten vardı tapelerde... Var yani, bunu inkâr mı edeyim? Var. Biz polis fezlekelerine de yazmamıştık, Meclis’e gönderdiğimiz bilgi notuna da eklemedik, ama bence işin içindeydi Erdoğan…
- Ne var Erdoğan’la ilgili?
KARA - Rıza Sarraf ile Zafer Çağlayan arasında geçen bir konuşma var. Sarraf, ismini vermeden, “Beyefendi’ye de bir şeyler yapalım” diyor. Çağlayan da ya kıskançlıktan, ya doğrudan adı geçmesin diye, belki ikisini de gözeterek, “Beyefendi’ye değil ama çevresine bir şeyler yapalım” cevabını veriyor. Bunun üzerine TÜRGEV’e 500 bin dolar gönderiliyor. Öyle bir dolaylı irtibat var. Ama orada doğrudan Bilal Erdoğan’ın bir irtibatı yok.
- Ama Başbakan’ın oğluna “Sıfırlayın” talimatı da o gün...
KARA - Soruşturmanın içeriğini tam olarak bilemedikleri ve başlarına ne geleceğini kestiremedikleri için bir tedbir almaydı o...
- “Erdoğan işin içindeydi” dediniz. Başından beri mi?
KARA - İlk başlangıcında işin içinde olmadığını zannediyorum. Yani Rıza Sarraf’ın irtibatlarını geliştirmeye çalıştığı aşamada… Ama sonrasında Sarraf, “Beyefendi’ye de bir şeyler yapalım” dedikten sonra ve istisnai yoldan adam başı 1 milyon dolar karşılığında akrabalarını Türk vatandaşlığına geçirdiğinde, zannediyorum artık her şeyden bilgisi var. Tapelere de yansıyor bu... Rıza Sarraf, Abdullah Happani ile görüşmesinde, Egemen Bağış’tan bahsederken “O, beni 1 Numara’ya ulaştıracak” diyor. Bağış’ın üzerindeki 1 Numara kim olabilir? Başbakan’dır.
- Erdoğan’la Sarraf’ın doğrudan teması var mı?
KARA - Başbakan, Sarraf’la doğrudan telefon irtibatı kurmamış. Zafer Çağlayan ve Muammer Güler üzerinden haberleşiyorlar. Güler’le de bu irtibatı gösterir konuşmaları var. Sarraf, bir an evvel abisinin, akrabalarının vatandaşlığa geçmesiyle ilgili “Beyefendi’nin haberi var değil mi” deyince, “Tabii tabii, Beyefendi destekliyor” cevabını alıyor.
İstisnai yoldan vatandaşlığa alınma, İçişleri Bakanı önayak olsa bile Bakanlar Kurulu’nda imzaya açılıyor. Başbakan’ın onayı ve bilgisi olmadan bunların olabilmesine imkân yok. Öbür yandan puzzle’ın parçalarını tamamlayan bir de fotoğraf var: Bir protokol sırasında Başbakan, eşi, bakanlar ve Rıza Sarraf görünüyor. Sarraf kim? Kaç yaşında bir adam? Ne sıfatla o protokol fotoğrafında yer alıyor?
17 Aralık’ı izleyen günlerde Erdoğan, Sarraf için “Hayırsever bir işadamıdır” dedi. Tanışıyorlar demek ki... Hayırseverliğini nereden biliyorsun? Kime ne hayırseverlik yapmış? TÜRGEV’e yapıyor. Ayrıca AK Parti’nin anket parasını da o ödüyor: 350 küsur bin TL… Parti adına dağıtılan Ramazan erzağı için de yüz binlerce lira ödüyor. Bunların hepsinden Başbakan haberdar.
- Öyleyse neden soruşturmayı Başbakan’a kadar uzatmadınız?
KARA - Erdoğan’la ilgili denilebilirdi ki: “Beyefendi’nin o olduğunu nereden biliyorsun?” Dosyanın teknik detayını bilen ben ve kolluk amirleri, bahsi geçenin Erdoğan olduğunu bildiğimiz halde, doğrudan ismi geçmediği için ve “1 Numara” lafı, diğerlerine göre biraz muğlak kaldığı için onu bilgi notuna katmadık. Düşünün ki; durumları çok net olan bakanlar hakkında dahi akla ziyan yorumlarla savunma gerekçeleri üretiliyor, durumu ancak tüm delillerin ve ifadelerin değerlendirmesi sonucunda ortaya çıkabilecek olan Başbakan’ı dosyaya katsaydık neler söylenirdi?
- Bu, siyasi bir kaygı… Erdoğan bağlantısı hukuken mi zayıftı
KARA - Hukuken zayıf değil… Var temeli. Ama o aşamada o ismi ortaya atsanız, bu, tartışmaya açık bir durum olacak. Dosyanın üzerinde gizlilik kararı var. Bunu ben nasıl anlatacağım ki kamuoyuna? “Arkadaş bak, soruşturmaya başladığım dönemde işin içinde bakanlar yoktu. İşin ortasında bakanların ve çocuklarının bu işin içinde olduğu anlaşıldı. Tapelerin tamamını toplayıp detaylı inceledikten sonra da anladık ki, Başbakan da var perde arkasında...” mı diyecektim?
Ama ben bunu iddianamede irdeleyecektim. Başlığı hazırlamıştım:
“Rıza Sarraf liderliğindeki örgütün önünü açmak için üst düzey siyasiler ve yakınlarına yaptığı yardımlar.”
Bu başlık altında, tapelerle birlikte “1 Numara”nın ve “Beyefendi”nin kim olduğu da irdelenecekti.
- Bütün verilere bir arada bakınca rüşvet dosyasında Erdoğan’ın yerini nasıl tanımlarsınız?
KARA - Dönen işlerin Başbakan’dan habersiz, bilgisiz ve izinsiz dönmesine imkân ve ihtimal yok. Telefon konuşmalarına, aralarındaki diyaloglara bakınca kesinlikle diyorsunuz ki, perde arkasından bu işlere yol ve izin veren, Başbakan’dır.
Bugün gazetesi yazarı Nazlı Ilıcak ise yolsuzluk soruşturması dosyasından sonra görevden alınan 18 yıllık savcı Celal Kara'ya 8 iddiayı sordu. Bugün gazetesinde yayınlanan habere göre Savcı Kara, bu iddialara şu cevapları verdi:
‘Fezleke olmadan da iddianame yazılır’
İDDİA 1: Kezban Hatemi, Mali Şube Müdürü Yakub Saygılı, 18 Aralık 2013’te görevden alındıktan sonra yerine atanan Hakan Sıralı’nın polis fezlekesini, savcılığa, imzalamadan gönderdiğini, dolayısıyla sizin usulsüz işlem yaptığınızı ileri sürdü. Hatta o fezlekeye “Hayalet fezleke” demek suretiyle, kamuoyunun dikkatini çeken bir de slogan kullanılıyor.
CEVAP: Bu konuda Celal Kara’nın açıklaması şöyle: “1) Ben savcı olarak polis fezlekesine bağlı değilim. Fezleke olmasa da, çalışmamı tamamlar, iddianameyi yazarım. 2) Zaten, benim denetimim altında Mali Şube Müdürü Yakub Saygılı ve arkadaşlarının hazırladığı o fezlekenin dijital hali bende vardı. 3) Ben, sadece, 17 Aralık ve sonrasında operasyonda ele geçirilen deliller ve şüpheli ifadelerine ihtiyaç duyduğum için, Saygılı’nın yerine gelen Sıralı’dan fezlekeyi, bu ek bilgilerle tamamlayıp, imzalamasa da göndermesini istedim. Fezleke üzerinden tartışıyorlar. Fakat benim asıl derdim, neredeyse gözaltı süresi dolacak olan şüphelilerin, bir an önce savcılığa gelmesiydi. Konu, fezleke değil; operasyon sırasında elde edilen deliller, polisteki ifadeler ve şüphelilerin savcılık tarafından gözaltı süresi dolmadan sorgulanmasına imkân verilmesiydi.”
İDDİA 2: Dosya UYAP’a kayıtlı değil.
CEVAP: “UYAP’a rutin olarak başlangıçtaki suç girilir. Türk Ceza Kanunu’nun 220/1’inci maddesinden, ‘örgüt lideri’ diye bir kişiden başlarsınız. Ara kayıt olmaz; halen de yok. Ara aşamalardaki şüpheliler ve suçlar UYAP’a kaydedilmez. Yani, teknik takip sırasında ulaşılan her şüphelinin UYAP’ta kaydı yoktur. Her şeyden önce, suçun netleşmesi beklenir. Bütün delillerin toplanmasını takiben, ancak eylemin hukuki vasfını belirleyebilirsiniz. Ayrıca, UYAP’taki dosyaya sınırlı sayıda kişi şifreyle ulaşabilmektedir ama uygulamada, bu şifreler, dosya yükü yüzünden, işin aksamadan yürümesi için, kâtiplere de veriliyor. Kâtipler de aralarında bazen bu şifreleri paylaşıyorlar. Şüpheli, bu durumda, bir menfaat ilişkisi kurup, hakkında teknik takip ve soruşturma var mı, bunu öğrenmek isteyebilir ve gizli tahkikat açığa çıkar. Kaldı ki bu dosya hakkında, İstanbul 5. Sulh Ceza Mahkemesi’nin 14.9.2012’de verdiği kısıtlılık kararı var. Ayrıca, Barış Güler’in ismi, Ağustos 2013’te, -uygulamada mecburiyet olmamasına rağmen- UYAP’a girildi. HSYK Kanunu’nun 17/4’üncü maddesine göre, Kurul müfettişleri, denetimlerde, yargı yetkisine ve yargısal takdire giren konulara karışamazlar. UYAP’a ne zaman, hangi ismin gireceği savcının takdirindedir.”
İDDİA 3: 17 Aralık soruşturmasından Başsavcı Turan Çolakkadı haberdar edilmedi.
CEVAP: “İstanbul Adliyesi’nde on binlerce soruşturma var. Çolakkadı hepsinden haberdar mıydı? Bu konuda yasal bir zorunluluk mevcut değil. Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 250’inci maddesine, sonra da Terörle Mücadele Kanunu’nun 10’uncu maddesine göre yürütülen çok sayıda soruşturmanın hangisinden haberdardı Çolakkadı? Zaten benim birinci sicil amirim de Zekeriya Öz’dü ve onun bilgisi vardı. Başsavcı Çolakkadı’ya sormak gerekir: DHKP-C avukatlarının tutuklanacağından son güne kadar haberi oldu mu? Unutmayalım ki Başsavcılar, Adalet Bakanı’yla, Emniyet Müdürleri ise İçişleri Bakanı’yla sürekli temasta. Dosya açığa çıkabilir kaygısı hâkim olduğu için, onlara haber verilmemesi tercih edilmiştir. Polisler de, adli kolluk sıfatıyla takip ettikleri soruşturmanın bilgisini, dönemin İstanbul Emniyet Müdürü Hüseyin Çapkın’a son gün sundular.”
İDDİA 4: Aralarında kan bağı, hısımlık, eş durumu olanların konuşmaları dinlenemez kuralı çiğnendi; baba ve oğul arasındaki görüşmeler kaydedildi.
CEVAP: “İki taraf birlikte suç işliyorsa, her zaman dinleme yapılır. Yargıtay’ın bu istikamette kararları var. Meselâ, aile boyu uyuşturucu ticareti içinde olanlara rastlıyoruz. Dinlemediğimiz takdirde suçu nasıl ortaya çıkaracağız?”
İDDİA 5: Bakanlar dokunulmazlıkları olmasına rağmen dinlendiler.
CEVAP: “Hiçbir bakan hakkında dinleme ya da teknik takip kararı alınmadı. Ama meselâ Barış Güler, babasıyla konuşunca, ister istemez Muammer Güler’in sözleri de kayda geçiyor. Konuşmanın tek tarafını verip, muhatabını vermezsek, o konuşmadan bir anlam çıkar mı? Delillerin bütünlüğünü muhafaza açısından görüşmeyi yapan 2 kişinin de sözlerini kaydetmek, koruma altına almak zorundayız. Bakan değil, milletvekili olsalar, Meclis’ten dokunulmazlıklarının kaldırılmasını isteyip, sonra da o kişileri soruşturma dosyamıza katardık. Bir taraf milletvekili ya da bakan diye teknik takipten vazgeçilemez. Onların soruşturma prosedürü ayrı, o kadar. Bakanlar özel soruşturmaya tâbi.”
İDDİA 6: Deliller yasaya aykırı elde edildi. Zira bakana ulaşıldığında, hemen, onunla ilgili iddialar tefrik edilip, TBMM’ye gönderilmeliydi.
CEVAP: “Bizim hedefimizde bakan yok ki. Biz, Rıza Sarraf liderliğindeki bir suç örgütünü takip ediyoruz. Bakanla ilişkisi ortaya çıkıyor. Bizim yapmamız gereken, soruşturmanın bitiminde, bakanlarla ilgili ele geçen tesadüfi delilleri bir fezleke yazıp TBMM’ye göndermek. Bunu yaptık. Soruşturmayı yarıda kesip, bakanlara ilişkin bilgileri TBMM’ye verseydik, gizlilik ihlâl edilir, soruşturma tamamlanamazdı ve tabii deliller de toplanamazdı. Hâkimlerin ve savcıların soruşturulması da izne tâbi. Ama soruşturmanın tamamlanması bekleniyor. Ancak ondan sonra, hâkim ve savcının ismi geçmişse, HSYK’ya yazıp, izin isteniyor. Dosya tekemmül etmeden, soruşturma tamamlanmadan, kimseye bilgi verilmiyor. Uygulama hep böyle. Kaldı ki, bakanla konuşmaların haricinde, rüşvet ilişkisini ortaya koyan bir yığın tape var. Rıza Sarraf’ın Zafer Çağlayan’ın oğlu Kaan Çağlayan’la ya da Muammer Güler’in oğlu Barış Güler’le yaptığı rüşvet konuşmaları… Niçin onların gereği yapılmıyor da takipsizlik kararı veriliyor?”
İDDİA 7: Çok fazla ve basit suçlarla ilgili yoğun dinleme kararı alındığından söz etti takipsizlik kararını veren Savcı Ekrem Aydıner.
CEVAP: “Dinleme kararları tek bir hâkimden değil, onlarca farklı hâkimden alındı. İstanbul’daki 32 Sulh Ceza Mahkemesi’nin en az bir kararı mevcut. Bir mahkemenin verdiği birden fazla karar da var. Savcı, hâkimin takdir hakkına nasıl müdahale edebilir?”
‘Cinayet olmadıkça müdahale edilmez’
İDDİA 8: Madem suçun işlendiği tespit edildi. Neden suçüstü yapılmadı? Paralara, delillere el koyup, rüşvet engellenmedi?
CEVAP: “Ben bir örgütlü suçu takip ediyorum. Bütün boyutlarıyla ortaya çıkmasına gayret ediyorum. Cinayet gibi, telâfisi mümkün olmayan bir zarar doğmadıkça, müdahale edilmez. Tek bir kişiye bağlı suç değil ki! Öyle olsaydı, ‘Neden rüşveti engellemediniz?’ derdiniz. Ama örgütlü suçlarda, her türlü yasa dışı ilişkinin tespit edilmesi için delil toplamaya devam etmelisiniz.”
© Tüm hakları saklıdır.