Gündem

15 gazeteden 20 yazar gündem hakkında ne yazdı?

Ali Söylemezoğlu: Başbakan'ın Mısır konusundaki tutumu sorunu adeta bir iç siyaset meselesine indirgiyor. Türkiye'nin de AK Parti'nin de gözden geçirmelere ve tahsislere ihtiyacı var

27 Ağustos 2013 13:29

Radikal'den Murat Yetkin, Koray Çalışkan ve Ahmet İnsel, Taraf'tan Murat Belge, Hayko Bağdat, Milliyet'ten Melih Aşık, Vatan'dan Reha Muhtar, Zaman'dan Herkül Milas, Mümtaz'er Türköne, Star'dan Selim Atalay, Yeni Şafak'tan Ali Bayramoğlu, Cumhuriyet'ten Özgen Acar, Hürriyet'ten Sedat Ergin, Ertuğrul Özkök, Akşam'dan Fikret Aydemir, Sabah'tan Mehmet Barlas, Yeni Çağ'dan Özcan Yeniçeri, Takvim'den Ergün Diler, Yeni Akit'ten Ali Karahasanoğlu ve HaberTürk'ten Umur Talu, bugünkü köşelerinde gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu.

Murat Yetkin - Radikal

İncirlik üssü Suriye harekâtında kullanılabilir

“NATO’nun Suriye’deki iç savaşın bölgeye yayılmaması için müdahale kararı alması durumunda İncirlik üssünün operasyona açılması gündeme gelir.” Bu sözler gelişmelerin tam ortasında bulunan ama isminin gizli kalmasını isteyen üst düzey bir yetkiliye ait.

Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun Milliyet’ten Fikret Bila’ya Suriye’deki iç savaşa müdahale amacıyla Birleşmiş Milletler kararı olmasa da harekete geçecek bir ‘Gönüllüler Koalisyonu’nun kurulabileceği, Türkiye’nin de burada yerini alabileceği yolundaki açıklamalarından sonra bu gelişme askeri müdahale ihtimalinin çok da uzak olmadığını gösteriyor.

Konuştuğum yetkili, “Siyasi ve askeri değerlendirmelerin ardından” dedi, “NATO’nun bir çağrı yapması ihtimali var. NATO Suriye’ye müdahale kararı alırsa Türkiye buna katılacaktır; o durumda hükümet İncirlik’in harekâta katılmasına onay verebilir.”

Yetkilinin sözünü ettiği toplantılardan siyasi olanı dün, 26 Ağustos’ta İstanbul’da yapıldı. Kendilerine ‘Suriye Halkının Dostları’ adını takan ülkelerin ‘Çekirdek Grubu’ ile Beşar Esed’e muhalif güçleri çatısında barındıran Suriye Ulusal Koalisyonu (SUK) yetkililerini bir araya getiren toplantıda, rejimin devrilmesi sonrası kurulacak yapı ve Suriye’nin çok dinli, çok etnik kökenli yapısının korunması için önlemler de konuşuldu.

Böyle bir NATO kararında Türkiye’nin açabileceği İncirlik üssü, stratejik önemi bakımından dünyadaki en etkili askeri üslerden sayılıyor. Ve Irak ve Afganistan’daki operasyonların yanı sıra Kosova operasyonunda da kullanıldığı biliniyor.

Yazının tamamını okumak için tıklayınız

 

Koray Çalışkan - Radikal

Vatan yahut Kürdistan, karar zamanı

Bağdat’ta Şii başbakan Maliki, Kürtlerin güçlenmesinden rahatsız. Ama lügatinde ‘Kuzey Irak’ diye bir laf yok. ‘Kürdistan’ diyor. Sünni liderler Kürtlerin otonomisinden huzursuz. Ama ‘Kuzey Irak’ diyen yok. Meseleyi ‘Kürdistan’ diye tartışıyorlar.

Şu anda Türkiye’nin en uzun sınır komşusu, düşünülenin aksine Suriye değil. Irak da değil. Türkiye’nin en uzun sınır komşusu Kürdistan. Suriye sınırı artık Esad yönetimi tarafından kontrol edilmiyor. Bildiğimiz Suriye ile sınırımız yok. Sınırın büyük bir kısmını Kürtler kontrol ediyor.

Irak’ta ise merkezi yönetimle sınırımız yok. Bağdat yeşil bölgeye sıkışmış kantonlardan ve Saddamcıklardan müteşekkil.

Yeni Ortadoğu Yani bildiğimiz Ortadoğu’da sınır komşularımız artık Araplar değil, Kürtler ve İranlılar. Suriye sınırının bir bölümünde de El Kaide ve yamalı bohça ÖSO. Bu durum Türkiye için Ortadoğu siyasetini radikal olarak gözden geçirmesi gerekliliğini dayatıyor. Irak kendini toplayacak gibi durmuyor.

Bu noktada Türkiye’nin dış politikası nasıl şekillenmeli? İktisadi ve sosyal olarak Türkiye’ye bağlı, Şii ittifakının dışında ve laik bir Kürdistan’dan mı yoksa mezhep savaşlarına ve teröre boğazına kadar batmış merkezi Suriye ve Irak devletlerinden mi yana olacaktır? Artık ciddi ciddi düşünme zamanı.

Yazının tamamını okumak için tıklayınız

 

Ahmet İnsel - Radikal

Suriye'de dehşet dengesi

Afganistan ve daha önemlisi Irak ve Libya müdahalelerinden sonra ortaya çıkan sonucun eskisini aratır olmasını dikkate alarak, ABD’nin bugün son derece temkinli davranıyor olması anlaşılabilir. Gözlemciler, 1995’te Clinton’ı Bosna’ya müdahaleye ikna etmeyi başaran Fransa ve Birleşik Krallık’ın, bugün olsa başarısız kalacağı konusunda hemfikirler. Bunu Esad rejiminin kurmayları da gayet iyi biliyor.

Esad yönetimi, Halep’i gözden çıkararak, ama bugün oluşturduğu Şam-Lazkiye hattını elinde tutacağı bir bölgenin kalıcılaşmasını sağlayacak bir sınırlı müdahaleyi provoke etmek istemiş olamaz mı? Bunun anlamı, Suriye’nin kâğıt üzerinde bir devlet çatısı altında yer alan mezhep temelli bölgelere ayrılması demek. Muhalefe güçlerine karşı daha fazla kazanmasına izin verilmeyeceğini Esad da bildiğine göre, azami fayda noktasına geldiğine karar vermiş olabilir. Bosna-Hersek ve Kosova’da uygulanan bu yönteme büyük güçlerin razı olması kuvvetle muhtemel.

Bugün İslami örgütler kaynaklı terörü en büyük ve yakın tehlike olarak gören ABD ve müttefikleri ve onların kamuoyu karşısında, Suriye’de yaşanan büyük insanlık dramına, insanlığa karşı işlenen suçlara öfkelenmek, bunu en ağır kelimelerle kınamak gerekli elbette. Ne var ki bunların etkisinin bundan sonra son derece sınırlı olacağını unutmamakta ve Suriye’de artık bütün olası çözümlerin ileride felaket olarak adlandırılacak nitelikte olacaklarını dikkate alarak adım atmakta yarar var. Üstelik söz konusu ülke Türkiye gibi sınır komşusuysa, suçlu taraflardan birinin arkasında yer alıyor veya böyle gözüküyorsa, felaketin asli sorumlularından biri olarak ileride algılanması kuvvetle muhtemel değil midir?

 

Yazının tamamını okumak için tıklayınız

 

Murat Belge - Taraf

Tek derste Demokrasi ve Diktatörlük

Başbakan, “diktatörlük” konusunda, aynı mesajı vermeye devam ediyor. Basit bir akıl yürütme: “Ben diktatör olsaydım, kendime diktatör dedirtmezdim [diktatörler dedirtmiyorlar]. Burada aklına esen bana diktatör diyebildiğine göre, demek ki ben diktatör değilim.”

Öteki temaya da devam: “Seçim dediğimiz şey, sandıktır.” Ve ekliyor: “Biz böyle öğrendik.” Olabilir tabii, öyleyse yanlış öğrenmişsiniz ya da eksik öğrenmişsiniz.

Diktatörlük dediğimiz şey, bu eğilimdeki adamdan başka, aynı zamanda kurumsal bir şeydir. Klasik örnek, Hitler. Hitler 1923’te aldığı oylar sonucunda Hindenburg tarafından Şansölye olmaya çağırıldığında, Almanya oldukça (zamanına göre bayağı bayağı) demokratik bir ülkeydi. Hitler’in “diktatoryal eğilimleri” olan bir adam olduğu şüphesi yaygındı ama o anda ona henüz diktatör denmezdi.

Kaldı ki, bu “diktatoryal eğilimleri”ni dünyadan saklamak için fazla mesai yapmayan Hitler’in de, bizde çıkan deyimle, ünlü bir “balkon konuşması” bile vardır. Chaplin, Diktatör’ün sonunda, Hitler’e çok benzeyen Yahudi berber rolünde (zaten iki rolü de kendi oynar), bu konuşmanın bir parodisini yapmıştır.

Başkanlık Sistemi” filan daha yokken, Başbakan’ın, Başbakan, Belediye Başkan’ı, Vali, Polis Müdürü rollerini üstlenerek yağdırdığı talimatlar, Cumhurbaşkanı’na haddini bildirmeler, Bakanlar’a gösterilen muamele gibi (Gezi sırasında ama öncesinde de) davranışlar düşürüldüğünde, Tayyip Erdoğan’ın “diktatoryal eğilim”den bu koşullarda olabileceği kadar nasibini almış bir siyaset önderi olduğu anlaşılıyor.

Yazının tamamını okumak için tıklayınız

 

Hayko Bağdat - Taraf

Çocuğu kim öldürdü

Radikal gazetesinden İsmail Saymaz’ın ortaya çıkardığı son video kayıtları sayesinde, 19 yaşında kafasına vurula vurula öldürülen Ali İsmail Korkmaz’ın katillerini daha net görebildik.

Görüntülerde bir veya birkaç sivil polis memuru ve mahallede esnaf olan “devletin polisine yardım ettik” diyen fırıncılar mevcut.

Fırıncılar kim?

Ruşen Çakır’ın Mısır’daki Baltacılar’a benzettiği bu sıradan katillerden başka var mı etrafımızda?

Devletin polisinin döverek bir çocuğu öldürmesine yardımcı olacak motivasyonu nereden alıyorlar?

Olayların vahametini koruduğu günlerde Başbakan “Yüzde 50’yi evde zor tutuyorum” deyivermişti.

Bunlar evde tutamadıklarından mı?

“Vur de vuralım, öl de ölelim” sloganları atanlar mı bunlar?

Bekir Bozdağ’a yumruk atıldığı vahim olaydan sonra aralarında Hacıbektaş Polis Merkezi AmiriYasin Karip, Nevşehir Emniyet Müdürlüğü Koruma Şube Müdürü Faruk Yaman’ın da olduğu beş Emniyet personeli açığa alındı.

Roboski katliamından sonra tam olarak kimler görevinden alındı?

Askeriyeden atılan havan mermisi ile paramparça edilen 14 yaşındaki Ceylan Önkol olayından sonra kimler görevinden alındı?

Babasının yanında iken vücuduna yakın mesafeden 13 kurşun sıkılan 12 yaşındaki Uğur Kaymaz’ın katilleri beraat etti bu ülkede.

Ali İsmail Korkmaz’ı gerçekten kim öldürdü?

Ölülerden ölü beğeniyoruz artık.

Ne mutlu ki Mısır’da vahşice katledilen 17 yaşındaki Esma’ya tüm Türkiye’nin akıtacak gözyaşı var.

Yazının tamamını okumak için tıklayınız

 

Melih Aşık - Milliyet

Suriye kartalı..!

Dışişleri Bakanı Davutoğlu diyor ki:

“Eğer Suriye’ye karşı BM yaptırım uygulamazsa gönüllü ülkeler koalisyonu kurulur. Biz de bu koalisyonda yer alırız...”

Suriye’nin şahini hatta kartalı biziz... Suriye’de kimyasal silah kullanıldığı ya da kimin tarafından kullanıldığı hâlâ belli değil ama bizim hükümet ilk günden kimyasal silahı Şam’ın kullandığını ilan ediverdi.

Oysa... Geçen mayıs ayında Adana’da yapılan bir operasyonda El Nusra üyesi olduğu ifade edilen 12 kişi yakalanmış, evlerinde 2 kilo sarin gazı ele geçirilmişti. Şu dönemde kimyasal silahı muhalefetin kullanması için daha çok sebep var...

Bu arada Reuters Ajansı Suriye muhalefeti ÖSO’nun “Türkiye bize 400 ton silah gönderdi” haberini geçiyor.

Bir barış konferansını zorlamak varken...

Türkiye hâlâ Suriye’de iç savaşı ve kan dökülmesini teşvik ediyor.

Bu korsanlık Türkiye’yi hedef haline getiriyor.

İnsanımız vuruluyor, kaçırılıyor, ölüm korkusu içinde yaşıyor.Bir savaş durumunda çok daha kötü duruma düşeceğiz...

Yazının tamamını okumak için tıklayınız

 

Reha Muhtar - Vatan

Murdoch’un kanalından sürpriz siyasi atak... Fatih Portakal...

Rupert Murdoch, Avustralya kökenli uluslararası bir medya patronu...

Murdoch’un dünya çapında 175 gazetesinin hepsi, Irak savaşının yanında bir politika izledi...

Murdoch grubu 1981 yılında İngilizlerin ünlü gazetesi The Times’ı satın aldı...

Geçtiğimiz günlerde, “dünyadaki bazı ünlü sanatçıların gazeteye tam sayfa verilen bir ilanla” Gezi olaylarını eleştirdiği ve Başbakan’ı ağır biçimde suçladıkları gazete The Times gazetesi...

FOX grubu The Times gazetesinin sahibi olan grup...

Fatih Portakal, genç ve umut vaat eden bir anchorman... Fox TV’nin “iktidarın uygulamalarına en muhalif sesi ve yüzü aynı zamanda Fatih Portakal...”

Çalar Saat programında “iktidarın uygulamalarına yönelik lafını sakınmayan eleştiriler getirmekle ünlü” bir sunucu...

Umuyorum Radyo Televizyon Üst Kurulu’ndan da bu demokratik anlayışı görür, “Çalar Saat” programında başına çok geldiği gibi, “fazla uyarı” yemez...

Murdoch ve Fox grubu, medyada hareketli gireceğimiz Eylül ayına, sürpriz bir siyasi atakla başlıyor... Amerikan ve İngiliz medyasının muhafazakar (conservative) sermayesi, Türkiye’de kendisini Eylül için yeniden konumlandırıyor...

Yazının tamamını okumak için tıklayınız

 

Herkül Milas - Zaman

Irkçılık nedir, nasıl yayılır?

Birilerini kötülemek (eleştirmek, hicvetmek, alay etmek) ırkçılık değildir. Bir gruba karşı yakışıksız sıfatlar kullanarak mücadele etmek hatta iftira etmek de ırkçılık değildir.

Irkçılar her grubun (milletin, soyun, ırkın, dinin vb.) değişmez biz özü olduğuna inanırlar. Kötü olan hep kötü olacaktır! Hitler Yahudileri yok ederken bu mantıkla hareket etmiştir: Bize zarar veren Yahudiler, çocuklar dâhil, değişmez, onları yok etmekten başka çarem kalmadı!

Irkçılığın bu yanı hoşgörüsüzlüğü besler. Çünkü ırkçılar yanlış yolda olanın (böyle algılananın) değişmeyeceğini düşünür. Kötülüğü “ötekinin” değişmez karakteri ve “özü”  ile açıklar. “Milli karakter” diye bir şeye inanır.

Irkçılık, en başta bir düşünce biçimidir. Her zaman vahşete, kırıma, saldırıya varmayabilir. Ama potansiyel bir tehlike olarak hep oradadır. Bir kriz anında en çirkin yanı ortaya çıkar.

Yazının tamamını okumak için tıklayınız

 

Mümtaz'er Türköne - Zaman

PKK, iç savaşa mı hazırlanıyor?

PKK’nın silah bırakma sözünün “bir aldatmacadan ibaret” olduğu tezini, giderek zayıflasa da hâlâ dile getirenler var. Geri çekilmenin % 20’yi aşmadığı bilgisi, bu tezi desteklemek için kullanılıyor.

Silahsız bir PKK, elbette bazıları için çok sevimli; ama tırnakları ve dişleri sökülmüş bir kurttan kim korkar?

Silaha odaklandığımız için değişen şartları, dengeleri ve ortaya çıkan yeni sorunları ve ihtiyaçları gözden kaçırıyoruz. PKK, Rojawa’da El Nusra militanlarından ziyade, düpedüz ve doğrudan doğruya KDP’ye yönelik operasyonlar yürütüyor. Suriye Kürtleri ağırlıklı olarak KDP uzantısı, yani Barzani yanlısı siyasî gruplara bağlı; PKK Türkiye’deki gücüne göre PYD ile Suriye’de çok daha marjinal durumda. Baas rejimi ile geleneksel dostluk ilişkisi, bu marjinalliğin temel sebebi. Buna karşılık, iç savaşın şiddet yüklü atmosferinden istifade ederek ve silah üstünlüğünü devreye sokarak rakip Kürt hareketlerini ortadan kaldırıyor. PYD militanları bol bol KDP’li tutukluyor. Suriye, silahın namlusuna uygun bir hedef ve bütün dinamikler PKK’ya (Kürtlere değil) tarihî bir fırsat sunuyor. Erbil’de yapılacak Kürt konferansını bu gözle takip etmelisiniz.

PKK’nın sıkıştığı zaman, büyük şehirlerde sivil-kitlesel eylemlere girişme potansiyeli var. Militanlarını bu eylemler için ikna etmesi ve eğitmesi beklenen bir gelişme; ama silahlı şiddetin gerekçeleri PKK ile hedef kitlesi arasında derin bir uçurum oluşturmaya aday. PKK propagandası, artık bir etnik sorunu  değil, salt çıplak bir iktidar mücadelesini temsil ediyor.

Yazının tamamını okumak için tıklayınız

 

Selim Atalay - Star

Önemli olan vurmak değil, sonrası

Suriye’yi bombalamak, ABD ve NATO standardındaki ordular için zor değil. Hedefler belli, bombalar akıllı. Düğmeye basınca adrese gidip vuruyor. Batı askeri teknolojisinin Suriye’yi vurmasında sıkıntı yok.

Önemli olan, bombardımanın siyasi sonuç yaratıp yaratmayacağı... Bu da kullanılacak gücün miktarına ve  planlamaya bağlı. Şam rejimini devirecek bir bombardıman ile sadece cezalandıracak bombardıman, birbirinden farklı... Bu aşamada ABD ya da Batı’nın Şam’daki rejimi devirme niyeti taşıdığını gösteren bir işaret yok. Hatta bütün heyecanlı haberlere rağmen sınırlı bombardıman bile olmayabilir. Önemli olan vurmak değil, darbeyi vurduktan sonra olacakları kontrol edebilmek.

ABD Genelkurmay Başkanı Dempsey geçen hafta Kongre’ye mektup yazdı ve -ABD askeri gücü Suriye’de askeri dengeyi değiştirir, ancak bu çatışmayı besleyen tarihi etnik dini ve aşiret meselelerini çözemez- dedi.

Ve General, ABD’nin Suriye hava kuvvetlerini isterse yok edebileceğini, ancak ondan sonra ABD’nin Suriye meselesine daha derinden taraf olacağını söyledi. Kilit nokta burada: Askeri hedefleri dümdüz ederiz, ama sonra siyaset ve hayat devreye girince ne olur?

Yazının tamamını okumak için tıklayınız

 

Ali Bayramoğlu - Yeni Şafak

Dış politika mı iç politika mı?

Davutoğlu Suriye'ye müdahale olursa Türkiye'nin aktif bir rol oynayacağını açıklarken, Başbakan'ın Mısır konusundaki tutumu sorunu adeta bir iç siyaset meselesine indirgiyor, askeri darbeye karşı olmanın ötesinde adeta İhvan'la bir özdeşlik görüntüsü taşıyor.

Bu Ortadoğu politikasının pek çok açıdan tartışmaya yol açtığı ortada.

AK Parti, Türkiye'nin yerleşik dış politika eksenlerini değiştirmiş, Batı ve Doğu politikaları terazisini dengelemiş, bölgesinde güç olma, bölgeye çatışma yerine siyaset fikrini taşıma istikametinde güçlü adımlar atmıştır. Ortadoğu'yla yaşanan bu sıcak temas, Türkiye'nin Şii-Süni, Selefi-Meşruiyetçi, Batı-Doğu gibi bölgeye has çatışma eksenlerinin merkezine ilerlenmesini ve bu noktalarda tavır alınmasını, bunu güçlü bir şekilde benimsemesini beraberinde getirmiştir.

Darbe karşıtlığı kadar, Müslüman Kardeşler'e aktivistizm düzeyinde politik destek, dini hareket varoluşu ile İslamcı politika savunusunun iç içe girmesi, bu çerçevede ABD'den Avrupa'ya tüm Batı'ya en azından söylem düzeyinde açılan bayrak, yanlış ya da doğru, ortadadır ve yenidir.

Doğaldır, Türkiye açısından, iç girdileri yüksek, 2014 arifesini resmeden bu tablo tartışılacaktır.

Türkiye'nin de AK Parti'nin de gözden geçirmelere ve tahsislere ihtiyacı var.

Yazının tamamını okumak için tıklayınız

 

Özgen Acar - Cumhuriyet

29. Çağdaş Olimpiyat (1)

Anadolu’da ilk olimpiyatları Antiohos 4. Epifanes İÖ 167’de Hatay ilimizdeki antik “Dafne (bugünkü Harbiye)” kentinde 30 günlüğüne düzenlemişti.

İlk günkü törene Romalı giysileri ile 5 bin genç, 5 bin Misyalı (Balıkesir), 3 bin Kilikyalı (Mersin-Adana), 3 bin Trakyalı, 5 bin Galat (Ankara), 20 bin Makedon katılmıştı. Ne var ki İmparator 1. Teodosius, İS 394’te “paganizm(putperestlik)” gerekçesi ile bu oyunları iptal etmişti.

Adını, Yunanistan’ın Olympia kentinde İÖ 776’daki ilk oyunlardan alan çağdaş olimpiyatların 29’uncusunun nerede yapılacağı 7 Eylül’de Arjantin’in başkenti Buenos Aires’te belli olacak.

104 ülkenin katılacağı 7 Eylül’deki oylamada, bakalım Anadolu topraklarına, 29. çağdaş olimpiyata ev sahipliği verilecek mi?
İstanbul, Madrid ve Tokyo’nun oylanacağı birinci turda 52 oy alan kazanacak.

İngiltere Başbakanı Tony Blair’in oylamanın yapıldığı yere gittiği için 2012 ve Brezilya Cumhurbaşkanı Lula da Silva’nın da oylama salonunda kürsüde ağlayarak 2016’yı kazandıklarını anımsatıyorlar. Son günlerde ağlaması ile öne çıkan Erdoğan’ın 7 Eylül Cumartesi günü Buenos Aires’te kürsüdeki sunumunda ağlayıp ağlamayacağı henüz belli değil!

Türkiye’nin 600 kişiyi bulacak Buenos Aires kafilesi üç aşamalı olarak Atlantik’i aşacak. 4-5 Eylül’de bazı bakanlar, milletvekilleri, TOKİ Başkanı, holding patronları, gazeteciler uçacaklar ve kulis yapacaklar.
6 Eylül’de ise Erdoğan St. Petersburg’dan katılacak. Söylendiğine göre Erdoğan, bu konuda önemli bir sürprizi o gün açıklayacakmış!

Yazının tamamını okumak için tıklayınız

 

Sedat Ergin - Hürriyet

Beyaz Saray kınaması ilişkilerde bir ilk?

Ankara’nın geçmişte Amerika’nın çıkarlarına zarar veren, prestijine darbe vuran hareketleri karşısında “hayal kırıklığı” ifade etmenin ötesine geçmeyen Beyaz Saray’ın, son olayda bu kadar ağır ifadelerin yer aldığı bir açıklama yapabilmiş olması neresinden bakılırsa bakılsın çok düşündürücüdür.

NATO’da bir müttefikin bir başka müttefiki ‘kuvvetle kınaması’, Türk-Yunan krizleri hariç tutulursa, NATO’nun 64 yıllık tarihinde pek örneği olmayan bir durumdur. Bu gibi ifadeler, ABD açısından çok farklı krizlerde çok farklı statüdeki ülkeler için başvurulabilecek bir kontenjan içinde kullanılabilir ancak.

Türk-ABD ilişkilerini 1970’li yılların ortalarından, ambargo döneminden bu yana izleyen ve bu ilişkilerin yaklaşık 6 yılını da Washington’dan gözlemiş olan bu satırların yazarının tanıklığı açısından hiç karşılaşılmamış, olağan gözükmeyecek bir durum söz konusudur.

Yazının tamamını okumak için tıklayınız

 

Ertuğrul Özkök - Hürriyet

Acaba Türkiye halkı da onun kadar gönüllü mü

Sayın Dışişleri Bakanımız hemen görüşünü açıkladı:

“Suriye’yi vuracak ‘gönüllüler koalisyonu’nda biz de yer alırız...”

Bu tarihi yükümlülük altına girmek için Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne tek kelime soru sorma ihtiyacı duymadı.

Bakanlar Kurulu’ndan böyle bir yetki aldı mı, bilmiyorum.

Milli Güvenlik Kurulu böyle bir temennide bulundu mu bilmiyorum.

Mesele 1 Mart tezkeresinin TBMM’de reddedildiği gün Başkanlık Kürsüsü’nde oturan ve o gün bu kararı “Milli iradenin zaferi” olarak gören sayın Bülent Arınç, Dışişleri Bakanı’nın bu sözleri hakkında ne düşünüyor...

Milli İrade’yi temsil eden Meclis’in görüşü acaba nedir?

Onlar da Suriye’ye savaş açacak gönüllüler arasında Türkiye’nin de bulunmasına bu kadar gönüllüler mi?

Acaba seçmenleri bu konuda ne kadar gönüllü...

Yapılan kamuoyu anketleri, halkın yüzde 65’inin Suriye politikasını yanlış bulduğunu gösteriyor.
Yani onlar gönüllü değil...

Peki tek başına bu tarihi yükümlülük altına giren sayın Dışişleri Bakanı şu sorumlulukların altına da giriyor mu?

-Yarın Esad rejimi çöktüğünde Nusra güçlerinin, El Kaide’nin, Müslüman Kardeşler’in girişeceği bir kıyamın sorumluluğunu da yüklenecek mi?

Yazının tamamını okumak için tıklayınız

 

Fikret Aydemir - Akşam

AB’nin Mısır çaresizliği

Sovyetler Birliği’nin ‘düşmesinden’ sonra ABD karşısında dengeleyici ve ‘ikinci güç’ olmak isteyen AB’nin, ‘süper güç’ olamayacağı bir kez daha tescillendi.

AB’nin çaresizliği Mısır politikası ile iyice su yüzüne çıktı. Mısır konusunda tavır alamayan AB, ‘kısık sesle’ mali desteği kesme tehdidinde bulundu.

Mısır’da masum insanların ölmelerinin önüne geçmek isteyen AB, geçtiğimiz yıl söz verdiği teminatlar, krediler ve ticari işlemlerde kolaylıklar içeren 5 milyar Euro’luk mali destek paketi ile Mısır üzerinde baskı kurmaya çalışıyor.

Kongre Araştırmalar Merkezi’ne (CRS) göre ABD’nin yaptığı yardım Mısır ordusunun malzeme harcamalarının yüzde 80’ini kapsıyor. CRS’e göre Mısır, 1979 yılından bu yana İsrail’den sonra Amerika’dan en çok yardım alan ikinci ülke. Amerika’nın Mısır’a yapmış olduğu yardım toplamda 50,94 milyar Euro.

Yazının tamamını okumak için tıklayınız

 

Mehmet Barlas - Sabah

‘Tayyip kazanacağına Beşar kazansın’ diyenler yok mu?

Suriye'nin "Amerika'nın meselesi" olması kabul ediliyor, ama Türkiye Suriye ile ilgili bir tutum belirleyince "Suriye'den bize ne" deniliyor.

Aslında galiba bizimkiler için asıl mesele Suriye falan değil. Beşar kalsa da gitse de, önümüzdeki seçimlerin sonuçları belli gibi.
Bu yüzden bazıları Beşar'dan çok Başbakan Erdoğan'ın, Amerika- İsrail-Suudi Arabistan tarafından hedef gösterilmesine bel bağlamış durumda değiller mi?
Bir dönemde "Edirne'ye Enver gireceğine Bulgar girsin" derlerdi.
Şimdi de "Tayyip kazanacağına Beşar ve Sisi kazansın" diyenler yok mu?

 

Özcan Yeniçeri  - Yeni Çağ

Sonuçlara katlanmaya hazır mıyız?

Suriye konusunda diplomasinin tatile çıkmak üzere olduğu şu sıralarda askeri seçenekler için bölgeye yoğun güç aktarımı yapılmaktadır.

Obama’nın bu bağlamda İngiltere Başbakanı Cameron ile görüştüğü her türlü seçeneği tartıştığı gelen haberler arasındadır.

Cameron,  “Ciddi bir yanıt vermek için ABD ile anlaştık” derken Kerry ile Davutoğlu’nun, “elimiz kolumuz bağlı oturmayalım”  görüşünde anlaştıkları açıklandı.

Obama’nın, Fransa Cumhurbaşkanı Hollande ile de benzer bir görüşme yaptığı, kimyasal silah saldırıları konusunda uluslararası toplumun atabileceği muhtemel adımları değerlendirdikleri bildirilmektedir.

Daha önce Irak’a benzer gerekçelerle yapılan müdahale, Irak’tan sonra en fazla zararı Türkiye’ye vermiştir. Suriye’ye yapılacak askeri bir müdahaleden İsrail’den sonra en fazla yararlanan PYD olacaktır. AKP iktidarı, Suriye’ye müdahaleye hazır da müdahalenin ortaya çıkaracağı sonuçlara katlanmaya hazır mıdır? Türkiye asıl bu soruya cevap aramalıdır.

Yazının tamamını okumak için tıklayınız

 

Ergün Diler - Takvim

İngiliz'e dikkat!

Esad sonrası ülkenin Ankara'nın kontrolüne girmemesi için düğmeye basıldı!

900 kilometrelik Suriye sınırı kaynayan kazan! Bir yanda onlarca Esad muhalifi güç, bir yanda Kürtler!

Sadece Esad için gelmiyorlar!

Mısır'a gözlerini kapatan Londra'nın gelişinin altında başka bir plan var!

Ama ne? Bilmiyorum!

Obama da bilmiyor! Bu nedenle susuyor!

Tek yapmamız gereken "Erdoğan'a nasıl zarar verebilirler?" sorusuna cevap aramak!

En azından şunu biliyoruz ki tek hedefleri Erdoğan!

Bu nedenle Kürtler'e sarılacaklar!

En güçlü bağı kesmeye çalışacaklar!

Kafayı çalıştırma ve uyanık olma zamanı!

Telafisi yok çünkü!

Yazının tamamını okumak için tıklayınız

 

Ali Karahasanoğlu - Yeni Akit

Onlara reklam bize dava

Cemaati temsil eden gazetede.

En önde gelen isim..

Yani, o gazetede köşe bulmuş ateist, liberal falan filan değil..

Gazetenin ev sahibi..

Bir konu bulup, dindar insanların içinde bulunduğu yönetimi eleştiriyor ise..

Deniyor ki:

“Keşke Türkiye yalnızlaşmasa..

Ne var ki, sadece Batı’dan ve ABD’den değil; İslam dünyasından da kopuyor..”

Nedir bu?

Bir iktibas daha:

“Türkiye’nin meydanlar ne Tahrir’e benzesin ne Adeviye’ye.

Bu ülkede insanlar darbe yanlısı, darbe karşıtı diye tam ortadan bölünmesin..”

Biraz insaf..

Biraz basiret..

Biraz adalet..

Biraz vicdan..

Olsun, yeter..

Yazının tamamını okumak için tıklayınız

 

Umur Talu - HaberTürk

Bir düşün Rabia!

Diyelim!...

Suriye'ye müdahale kararı verildi.

Kim edecek?

ABD?

İngiltere, Fransa?

Misal, Müslümanlar da olsun diye, başta S.Arabistan, Körfez ülkelerinden katkı.

Sonra?

Mehmet?

O vakit şu nasıl olacak?

Milyonlarca insanı Mısır katliamı için yanan, meydanlara çıkan, dört parmağını göğe yükselten Türkiye...

Bizatihi Mısır darbesinin tüm destekçileriyle birlikte olacak.

Dört koldan darbe destekçileri, finansörleri, teşvikçileri, tahrikçileri, kıyıcıları ile senin "darbeye karşı" hükümetin birlik ve beraberlik içinde olmuş olacak!