19 Haziran 2013 14:25
Gezi Parkı eylemleriyle başlayan sivil direniş, Duran Adam'la zirveye çıktı. Ülkenin her yerinde Duran Adam protestoları gerçekleşirken 9 gazeteden 13 yazar, sivil direnişi ve AKP iktidarının güncel durumunu yazdı.
Radikal'den Eyüp Can, Cengiz Çandar; Taraf'tan Lale Kemal; Milliyet'ten Mehviş Even, Mehmet Tezkan; Vatan'dan Sanem Altan; Yeni Şafak'tan Ali Bayramoğlu, Murat Aksoy; Zaman'dan Hüseyin Gülerce; Hürriyet'ten Mehmet Yılmaz, Sedat Ergin, Cumhuriyet'ten Utku Çakırözer; Akşam'dan Nihat Sırdar'ın yazıları şöyle:
Eyüp Can – Radikal
Duran adam kimin ajanı?
Önceki akşam Gezi Parkı direnişi yeni bir aşamaya geçti.
Tam acaba Gezi direnişi sokak çatışmasına şiddet sarmalına yuvarlanacak mı derken, ilk günkü saflığına döndü.
Hem de dünya pasif direniş literatürüne geçecek bir duruşla.
Bir adam tek başına eylemcilere kapalı Taksim Meydanı’nda yüzü AKM’ye dönük öylece durmaya başladı.
Kime karşı?
Herkesten ve her şeyden önce şiddete karşı…
Siyasetçilerin hiçbir şey olmamış gibi davranmasına, medyanın sessizliğine, Gezi Ruhu’nun kaybolmasına karşı.
Ölenlerin unutulmasına, kalanların çaresizliğine karşı.
Yazının tamamını okumak için tıklayınız
Cengiz Çandar - Radikal
Gezi sonrası Türkiye'nin önünde iki yol...
Olayları tetikleyen ‘orantısız güç kullanımı’ olmuştur. Bitişte de ‘orantısız’, üstelik tümüyle gereksiz güç kullanıldı. Kimsenin kılına zarar gelmeden bitmesi için sadece iktidarın yarım gün daha sabretmesi gereken bir eyleme, Gezi Parkı’nın içindeki korunmasız insanlara insafsızca biber gazı ve suya karıştırılmış gaz sıkan TOMA’larla saldırıldı. İsrail’in Filistinlilere reva gördüğü ve Tayyip Erdoğan’ı çok sinirlendiren manzaralar, Tayyip Erdoğan’ın sorumluluğu altındaki güvenlik güçleri tarafından, Türkiye’nin genç insanlarına karşı tekrarlandı.
Bunun meşru görülecek, meşru gösterilecek tarafı var mı? Ülkemiz, uluslararası basının gözleri önünde, Tayyip Erdoğan iktidarı tarafından, dünya önünde küçük düşürüldü.
Yazının tamamını okumak için tıklayınız
Lale Kemal - Taraf
Avrupa’dan kopuş mu?
AK Parti hükümeti, Türkiye’nin onlarca yıl kapısında beklediği AB ile 2005 yılında tam üyelik müzakerelerini açmayı başardığı birlik ile ipleri tamamen koparıyor mu sorusu yalnızca Batı başkentlerinde değil Türkiye’de de sorulmaya başlandı. Tam da Türkiye ve AB arasında uzun süren bir kopukluktan sonra 26 haziran tarihinde bölgesel yönetimler başlıklı Kürt sorununun çözümüne, Türkiye’nin demokratikleşmesine katkıda bulunacak görüşme başlığının açılarak, ilişkilerin kısmen iyileşeceği bir döneme girilmişken. Türkiye’nin, protestoları aşırı güç kullanımı ile bastırmaya devam etmesi ve sorumlulardan hesap sormaması hâlinde bu başlığın açılmaması riski bulunuyor.
Gezi Parkı ile başlayan ve bugün hükümet aleyhtarlığına dönüşen kitlesel eylemlerin arka planında, yalnızlaşan, hayal kırıklığı yaşayan bir zihin dünyası olduğunu iktidar anlamamakta ısrar ediyor, polisin aşırı güç kullanımını engellemiyor, sorumlulardan hesap sormuyor, tam üyelik için aday ülke olduğumuz AB’nin haklı eleştirilerinin arkasında art niyet arıyor, resti çekiyor.
Yazının tamamını okumak için tıklayınız
Mevheş Evin - Milliyet
Duruyoruz
Mehmet Tezkan - Milliyet
Herkes haksız duran adam da!
Gezi Parkı yenileniyor.. İki üç gün sonra açılınca karşımıza bambaşka bir park çıkacak.. Yeri gelmişken sormak isterim.. İstanbul’u 1994 yılından beri AKP zihniyeti yönetiyor; bugüne kadar o parka neden el atmadı?
Hadi herkes kendinden mesuldür diyelim; Kadir Topbaş’a soralım.. 10. yılına girdi.. Gezi Parkı’na bugün yapılan neden daha önce yapılmadı.. Pislik içinde tinerci yeri olmaya mahkum edildi..
100 ağaç, 200 bin çiçek, 5 bin gül geçen sene dikilseydi..
Yapılmamasının bir nedeni var herhalde..
Neyse biz konumuza dönelim..
Derim ki, madem o parkı İstanbul’a çapulcular kazandırdı.. Gelin onların ismini verelim..
Taksim Çapulcu Parkı olsun..
Yazının tamamını okumak için tıklayınız
Sanem Altan - Vatan
Anlayamıyorlar! Laik kesim değişti…
AK Parti ısrarla laik kesimdeki değişimi göremiyor.
Belki de normal aslında…
Çünkü bu insanlar artık klasik “laik kesim” değil... Modern, demokrat şehirliler...
Bu sivil direnişin ardındaki gençler Türkiye’nin şimdiye kadar alışık olmadığı, bilmediği ‘birileri’…
İdeolojilerin “askerleri” olmuyorlar… Birey olmanın bilincindeler… Bizim ülkemizde örgütselliğin değil bireyselliğin önde olduğu ilk toplumsal hareket bu…
Geleceği ya da geçmişi istemiyor, bugünü istiyorlar…
Şiddete şiddetle cevap vermiyor ama şiddetten de yılmıyorlar… Şiddete mizah ve zeka ile cevap veriyorlar… Teknolojiyi iyi kullanıyor… Devletin ve Türkiye’nin alışık olmadığı bir güç yaratıyorlar.
Devlet bunu bildiği yöntemle bastırmaya çalışıyor, o da şiddet… Yaralıyor, zarar veriyor ama yenemiyor, yok edemiyor bu gücü…
Kararlığını aşamıyor…
“Koşan adamı” yakalasa, “duran adam” çıkıyor” karşısına.
Dünyaya örnek oluyor bu gençler…
Bir ara bize acıyordum yaşadıklarımızdan dolayı ama ben galiba AK Partiye acıyorum artık…
Bir siyasi iktidarın aynı zamanda hem saldırganlaşıp çirkinleştiği hem de çaresizleşip gülünçleştiği azdır çünkü.
Yazının tamamını okumak için tıklayınız
Ruşen Çakır – Vatan
Türkiye’yi durduran adam
Hızla hatırlayalım: Başbakan Erdoğan pazar günü Kazlıçeşme mitinginde yine direnişçileri anlamak yerine suçlamayı tercih etti; bazı kişi ve kurumları ima yoluyla da olsa hedef gösterdi ve “hesap soracağız” dedi. Dün de Meclis’te övgülere boğduğu polise daha geniş yetkiler vereceklerini ilan etti. Zaten sabahın erken saatlerinde de İstanbul ve Ankara’da çok sayıda yere yapılan baskınlarla bazı radikal sol gruplarla ilişkili oldukları gerekçesiyle çok sayıda kişi gözaltına alınmıştı.
Ne var ki “duran adam” sadece olduğu yerde durarak, hükümetin direnişi kırmak için geliştirdiği strateji ve taktikleri tek başına felce uğrattı. Çünkü onun bu duruşu, Gezi direnişinin özünün şiddetsizlik olduğunu bir kez daha gösterdi.
Yazının tamamını okumak için tıklayınız
Ali Bayramoğlu – Yeni Şafak
Kaza geliyorum diyor…
Kutuplaşma öyle sert ki, her eğilim, her kesim tek faktörle açıklıyor, yangına tek açıdan bakıyor, tek açıdan müdahale etmek istiyor. Bu da yangını biraz daha azdırıyor. Zira yangının birçok nedeni, birbirini etkileyen pek çok farklı odası var.
Siyasi iktidarın 'ataerkil dil'i, 'darlaştırıcı kamu alanı politikaları' bu yangında ciddi bir neden. Olaylardaki polis şiddeti, bu şiddet üzerinden doğan otoriter tedbir ve iklim önemli bir başka katman.
Bunlara yönelik politik sonuçlar içeren 'toplumsal tepkiler' bir diğer katmanı oluşturuyor.
Ancak bu tepkilerin ötesinde de bir katman var. Bir siyasi boyut, bir 'iktidar mücadelesi', fırsattan istifade iktidarı alaşağı etme hamleleri var.
Yazının tamamını okumak için tıklayınız
Murat Aksoy – Yeni Şafak
Muhalefetsiz Yeni Türkiye olmaz
Meşruiyetini seküler olan siyasaldan değil, dinsel meşruiyetten alan her yasal uygulama ve siyasal çıkışlar, hem evrensel laiklik ilkesine aykırı hem de bir tür toplum mühendisliği ima etmektedir. Her türlü toplumsal mühendislik girişimine ilkesel olarak karşı olmak demokratlığın zorunlu koşuludur.
Bu açıdan AK Parti'nin toplumu okuma, toplumsal sorunları çözme konusunda salt siyasal kimliğine, 2011'de aldığı 'yüzde 50'lik oy oranına ve bu 'milli irade' olarak tanımlayıp yeterli görmesi toplumu, toplumsal talepleri eksik okunmasıdır. Bu Türkiye Başbakanı'nın değil AK Parti Genel Başkanı'nın okuması olur ancak.
Yazının tamamını okumak için tıklayınız
Hüseyin Gülerce – Zaman
Sürecin sonu nasıl biter?
Başbakan; “Yargı kararına uyacağız, yargı kararı bizim istediğimiz şekilde çıksa bile plebisit yapacağız. Halk ne derse o olacak…” dedikten sonra, Taksim direnişçilerinin “mücadeleye devam” kararı almaları, şunu açıkça ortaya koydu: Maksatları üzüm yemek değil, bağcıyı dövmektir. Bakınız yaptıkları açıklamada şu cümleler vardı: “Taksim Gezi Parkı’nda ağaç katliamını durdurmak için başlayan direnişimiz, Gezi Parkı sınırlarını aşarak İstanbul halkının ve ardından Türkiye’nin dört bir yanından, yurttaşların on bir yıllık AKP iktidarına karşı birikmiş olan öfkesi ile buluştu.” Buna “şimdi anlaşıldı Vehbi’nin kerrakesi…” denir.
Yazının tamamını okumak için tıklayınız
Mehmet Yılmaz – Hürriyet
İktidar için bölücülük yapıyor
DÜNYANIN her yerindeki diktatörler benzeri davranışlar içinde olurlar.
Sesini yükseltenden, protesto edenden, karşı çıkandan hazzetmezler.
Bunları sindirmek için polisleri, askerleri vardır. Mecbur kalırlarsa halkın üzerine elleri silahlı, sopalı paramiliter rejim muhafızlarını sürmekten de kaçınmazlar.
Onlara göre, halk bir protesto hareketinde bulunuyorsa, bunun sebebi hep “dış mihraklar ve içerideki hainlerdir”.
İktidar koltuğunu ve kendilerini dev aynasında görürler, herkesin onları devirmek peşinde olduğuna inanırlar.
Halkın kendiliğinden hareket edebileceğine inanmak istemezler, inanırlarsa kendi durumlarını gözden geçirmeleri gerekir çünkü.
Onlar için rejim ile sorunu olan herkes teröristtir.
İnsanların özgürlük alanlarının daraltıldığı ülkelerde yüz binlerce, milyonlarca terörist bulunduğunun iddia edilmesinin nedeni budur.
Vatandaşlarının bir bölümünü, kendi iktidarlarına karşı olduğu için “hain” diye nitelemeye çekinmezler.
En çok dini hassasiyetleri sömürürler.
Diktatörlük diye bildiğiniz bütün ülkelere bakın, hep aynı şeyi göreceksiniz.
Suriye’de, Belarus’ta, İran’da, eskiden Mısır’da, Libya’da, Tunus’ta!
Yazının tamamını okumak için tıklayınız
Sedat Ergin – Hürriyet
Biber gazı Türkiye’nin dünyadaki yüzünü kızartıyor
AİHM içtihatlarında, ayrıca biber gazının sağlık açısından yol açtığı sorunlara kuvvetli bir şekilde dikkat çekiliyor. Örneğin mahkemenin 2012 tarihli Ali Güneş/Türkiye kararında, bu gazın doğrudan yüze sıkılmasının yol açtığı fiziksel ıstırap, ihlalin gerekçesi içinde değerlendirilmiştir.
Hastaneye biber gazı sıkılması ise AİHM’nin geçen yılki DİSK/KESK kararında yer alan bir ihlal nedenidir. Burada ihlalin gerekçelerinden biri polisin 1 Mayıs 2008’deki 1 Mayıs olayları sırasında Şişli Eftal Hastanesi’ne gaz bombası atmış olmasıdır.
Tabii, çok önemli bir konu daha var. Avrupa Konseyi İşkenceyi Önleme Komitesi, sağlığa dönük mahzurları nedeniyle şu koşulu da getirmiş hükümetlere: “İstisnai olarak açık alanda kullanılması ihtiyacı doğduğunda, söz konusu yerde açıkça belirlenmiş koruyucu önlemlerin bulunması gerekir. Örneğin, biber gazına maruz kalan kişilere derhal bir tıp doktoruna erişim ve rahatlatıcı önlemler sağlanmalıdır”.
Yaralıların bulunduğu bir otel lobisine biber gazı sıkılmasının ne anlama geldiğini AB müktesebatı açısından değerlendirmeyi okurlarımıza bırakıyoruz.
Yazının tamamını okumak için tıklayınız
Utku Çakırözer - Cumhuriyet
Gül: Bir Büyük Devlet Projesine de 'Hacı Bektaş' Diyelim
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Çankaya Köşkü’nde düzenlenen “Büyük Selçuklu Mirası” programı sonrasında gazetecilerin Gezi Parkı protestolarına ilişkin sorularını yanıtladı. Gül’ün sadece içeriyi değil, Avrupa’yı da hedef alan mesajları şöyle:
10 yıllık imaj bir haftada yıkılır: Hepimiz bir sarsıntı geçirdik. Alacağımız dersler var hepimizin. Şimdi artık hemen toparlanmamız lazım. Yoksa kendi kendimize zarar vermeye başlarız. Kolay değil imaj yapmak için 10 sene uğraşırsınız, imajı bir haftada yıkarsınız. Türkiye’ye de haksızlık etmemek lazım. Hatalar eksiklikler olabilir, bunlar düzeltilebilir. Şiddete başvurmadan itirazlar dile getirilebilir, getirilmesi de gerekir. Şiddet olursa o zaman haklı itirazınız da haksız duruma düşer. Onun için sokaklarda olanların hepsini kesmek lazım. Bundan sonrası zarar verir. İlk günlerde söyledim hatırlarsanız. Demokrasilerde herkes fikrini söyler ama belli bir noktadan sonra bunu başkalarının esir almasına, illegal güçlerin esir almasına müsaade etmemek gerekir.
Yazının tamamını okumak için tıklayınız
Nihat Sırdar - Akşam
Duran adam…
Adam sadece durdu...
Konuşmadan, bağırmadan, çağırmadan, kırıp dökmeden, “İllegal örgüt flamaları” olmadan sadece durdu.
Sayıları arttı.
Şimdi Türkiye’nin her yerinde duruyorlar.
Şiddete, yasaklara, sansüre karşı yapıyorlar bunu.
Sadece durarak.
Artık o da yasak.
“Durmak suretiyle polise şiddet ve hareket kullanmadan direnme” suçundan gözaltına alıyorlar.
Hani cinnet getiren polis arkadaş soruyor ya;
Ne yapalım?
Osuralım mı?
© Tüm hakları saklıdır.