Gündem

11 gazeteden 20 köşe yazarı gündem hakkında ne yazdı?

Zaman’dan Ali H. Aslan: Esed ve Mısır ordusu, Washington’u iyi okudu. Görülen o ki Mısır ordusu da Washington’un nabzını doğru okumuş. Gelişmeler, Türkiye’ye de gücünü fazla abartmaması gerektiğini öğretmeli

19 Ağustos 2013 12:05

Cumhuriyet'ten Ergin Yıldızoğlu, Utku Çakırözer; Hürriyet'ten Mehmet M. Yılmaz, Şükrü Küçükşahin; Milliyet'ten Aslı Aydıntaşbaş, Kadri Gürsel; Radikal'den Oral Çalışlar, Tarhan Erdem, Özgür Mumcu; Akşam'dan Gönül Tol; Yeni Şafak'tan Süleyman Seyfi Öğün; Zaman'dan Fikret Ertan, Ali H. Aslan; Taraf'tan Cafer Solgun, Taner Akçam; Vatan'dan Ruhat Mengi, Müge İplikçi; Sabah'tan Ömer Taşpınar; Star'dan Ardan Zentürk, Taha Kıvanç gündemi değerlendirdi.

11 gazeteden 20 köşe yazarının yazıları şöyle:

 

Utku Çakırözer - Cumhuriyet

 

İslam Teşkilatı'nı Toplantıya Çağırmadınız Bile!

 

Başbakan Tayyip Erdoğan, önceki gün Bursa’da yaptığı konuşmada, Mısır konusunda bugüne kadar sessiz kalmakla suçladığı BM ve AB’ye ilk kezİslam İşbirliği Teşkilatı’nı (İİT) da ekleyerek “Aynaya bakacak yüzleri kalmadı” dedi.

 

İhsanoğlu’na istifa çağrısı 

 

Başbakan’ın sözlerinin ardından hükümetten Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ ile iktidar partisi AKP’nin sözcüsü Hüseyin Çelik dün İİT’nin Türk Genel Sekreteri Ekmeleddin İhsanoğlu’nu hedef alan açıklamalar yaptılar. 

Mısır’da yaşananların “olağanüstü” bir durum olduğu konusunda tüm dünya birleştiğine göre İİT neden toplanıp konuyu ele almıyor? Bu soruya İhsanoğlu dün Twitter’dan yaptığı uzun bir açıklamayla çok net yanıt verdi:

“İİT sadece genel sekreter demek değildir. Her şeyden önce üye ülkelerin ortaklaşa belirledikleri politikaların sonucu olarak İİT tavrı ortaya çıkar. Müşterek bir karar olmadığı sürece açıklama yapmak için devletlerin konsensüsünü ve mekanizmaların harekete geçirilmesini beklemem lazım. Teşkilatımızda şu ana kadar hiçbir devlet resmen bir talepte bulunmamıştır. Talep üzerine toplandığımız zaman mutabakat hâsıl olduğunda o mutabakatın ulaştığı nokta neyse onu ifade etmekten aciz kalmayacağız.”

Yani bizzat teşkilatın tepesindeki isim itiraf ediyor ki bugüne kadar hiçbir İslam ülkesi, “Mısır’daki olaylar nedeniyle toplantı yapalım” çağrısında bulunmamış!

İşin ilginç yanı, Mısır konusunda dünyayı ayağa kaldıran Türkiye de bunun bir parçası. AKP hükümeti, İİT’nin olağanüstü toplanması için başvuruda bile bulunmamış...

Yazının tamamını okumak için tıklayınız

 

Ergin Yıldızoğlu - Cumhuriyet

 

Mısır'da Bir 'Trajedi'

 

“Nasıl oldu da liberaller Mısır’da bir askeri darbeden demokrasiyi restore etmesini beklediler? Nasıl oldu da İhvan liderliği siyaseti bu kadar yanlış okudu? Neden güvenlik güçleri bu kadar sert bir biçimde müdahale ettiler?”sorularına cevap aranırken bu Jacobean Trajedi’de “kahramanların” her birinin elinde farklı metin vardı. Her biri, farklı yanılsamaların esiri olarak sahnede adeta tek başınaydı, karşısındakinin özelliklerini yok sayıyordu. Şimdilik hiçbir diyalog, uzlaşma olasılığı yoktu. 

Liberaller, liberal solcular tarafında, ilk Tahrir olayları başladığından bu yana, soyut bir demokratikleşme söylemi alıp başını gitmişti. Toplumdaki ekonomik siyasi güç odaklarını yaşatan yapı değişmeden, bir sınıf kendi ekonomik, siyasi çıkarlarıyla demokratikleşme sürecinin içini doldurmadan, kavgayı üstlenmeden gerçekleşebilecek bir demokratikleşme hayal ediliyordu. Bunlar askeri darbeyle birlikte yanılsamadan öte bir “yararlı salaklık” konumuna terfi ettiler.

Gerçekteyse, Mübarek’in devrilmesine karşın eski rejimin egemen sınıfları, güç ilişkileri yerli yerindeydi, bunların bir liberal demokrasi talebi ve gereksinimi yoktu.

İhvan hareketinin projesi halifelik ve şeriat düzeni üzerine kuruluydu. İhvan 1980’lerden bu yana toplumun, devletin kılcal damarlarına nüfuz eden bir“pasif devrim süreci” yönetiyor, hem toplumsal tabanını genişletiyor hem de siyasi ekonomik iktidara yaklaşıyordu. İhvan’ın da ne bir demokrasi talebi ne de gereksinimi vardı. “Liberal demokrasi” esasen İhvan’ın simgesel, ahlaki evreninin dışında kalıyordu.

Yazının tamamını okumak için tıklayınız

 

Mehmet M. Yılmaz - Hürriyet

 

Yalnız kalmak dış politika değildir

 

Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun bir tür “atom karınca” olarak pazarlandığı günlerde pompalanan propaganda şuydu: Stratejik derinliği olan dış politika sayesinde Türkiye artık “masanın büyük oyuncularından” biridir.

Dün Cengiz Çandar’ın Radikal’deki yazısından öğrendim, durum değişmiş.

Çandar şöyle yazıyor: “İktidarın beyin takımı, bu saçma sapan dış politikayı İngilizce yazdıkları ve dış dünyaya pazarladıkları metinlerde ‘precious loneliness’ (Değerli Yalnızlık) olarak icat ettikleri bir kavramla sunuyorlar”.

Dış politikada “yalnız kalmak” politikanın iflasından başka bir anlam taşımaz.

Evet, katliamlara karşı çıkmak konusunda yalnız kalmak vicdani açıdan belki yüceltilebilecek bir durumdur ama bir dış politika değildir.

Buna neyin yol açtığı belli: Dış politikayı oluşturup yürüten iki kişi, Başbakan ve Dışişleri Bakanı, Suriye ve Irak konusundaki dış politikalarında mezhepçi bir tavra kendilerini kaptırdılar.

Yazının tamamını okumak için tıklatınız

 

Şükrü Küçükşahin – Hürriyet

 

Fişlemede MİT iddiasına devam

 

CHP’lilerle ilgili fişleme konusunda Kemal Kılıçdaroğlu, MİT’i adres gösterirken, Cumhurbaşkanı Gül ile Başbakan Erdoğan’ın değerlendirmeleri oldu.

Erdoğan, “Bizim fişleme gibi bir sanatımız yok. Bunları doğru bulmadık, bulmadığımızı da açıkladık” derken Gül özetle şunları söyledi:

“Siyasi partiler, milletvekilleriyle ilgili bu tip şeylerin olacağını hiç tahmin etmiyorum. Bana sunulan istihbarat raporlarında hiç böyle bir şey sezmedim de. Türkiye gibi kuralları belli bir ülkede bunlar olmaz, olamaz da. Bunlardan Türkiye’nin kurtulmuş olması lazım. Tahmin ediyorum ki öyledir”.

Bütün bu açıklamalara rağmen hem gerçek yeterince ortada değil hem de fişlemelerdeki bilgilerin çeşitliliği ve niteliği sorunlu. 

Hadi cümle, ‘Sözde Abhazya Cumhuriyeti’ diye başladığı için arkadan gelen ‘Abhazya Dostları inisiyatifinin kuruluş bildirisini imzaladı’ cümlesini makul bulup Türk-Rus-Abhaz İş Konseyi üyesi olmayı da sakıncalı görelim. 
Ancak, Rotary Derneği üyesi olmak, diplomatlarla görüşmek, yasal derneklere üye olmanın sakıncaları ne? 

Yazının tamamını okumak için tıklayınız

 

Aslı Aydıntaşbaş - Milliyet

 

Çarşı, Sisi’ye de karşı mı?

 

Dün Hürriyet’te Ahmet Hakan, uzun süredir aklımda olan bir konuyu yazmış; Gezi’den Mısır’daki darbeye karşı güçlü bir itiraz çıkmalı! 

Sahi, aylardır Gezi’nin aslında ulusalcı, ötekileştirici bir hareket olmadığını, özünde farklı kesimlerden insanları bir araya getirenin devletin tepeden inmeci tavrı ve muktedirlerin nobranlığına duyulan tepki olduğunu yazmıyor muyuz?

O zaman, Mısır’da hak aramak için sokağa çıkan insanlara yapılan zulme, tam da bizim Gezicilerin karşı çıkması lazım değil mi?

Bilemiyorum CHP ya da diğer muhalefet partileri, Mısır meselesini neden sadece Ak Parti’nin tekeline bırakıyor.

Ama gönül ister ki, en azından sivil toplum bazında Taksim Dayanışma Platformu, antikapitalist Müslümanlar, liberaller, HDK, Çarşı ya da Gezi’nin diğer bileşenleri, Mısır’daki vahşete karşı tek yumruk olsun, bir ses versin....

Yazının tamamını okumak için tıklayınız

 

Kadri Gürsel – Milliyet

 

Mısır’ın makus talihi

 

Mısır’da bir kez daha görüldü ki demokrasi, yeşerip kök salmasına uygun siyasi feraset ve kültür ortamının yokluğunda hızla solan nazlı bir çiçektir.

Maalesef Mısır, yeni açmış çiçeğine ihtimam göstermeyi bilemedi ve onu soldurdu.

Şimdi darbeye cesaretle direnmek de takdire şayandır ama evvelinde darbenin önlenmesi için bir siyasi beceri sergilenmesi gerekiyordu.

İhvancı Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi, yüzde 51 oy alarak iktidara gelişinin birinci yıldönümünde, istifasını istemek için sokağa dökülmüş toplam 14 milyon vatandaşını karşısında bulduğunda, emekleme çağındaki Mısır demokrasisinin selameti adına ne yapmalıydı?

Ülkede neredeyse her dört kişiden birinin kendisine karşı sokağa inmesine neden olmak gibi, istifasını talep eden dilekçeye tam 22 milyon Mısırlının imza atması da yüz kızartıcı bir başarısızlık örneği olarak kayda geçmiştir.

Darbecilerin şimdi Mısır’da döktüğü kan, bu kaydı silemez.

Çok merak ediyorum; kendilerinden çok daha genç olmakla birlikte demokratik rejimde politika yapmak bakımından kat be kat daha tecrübeli olan Türkiyeli İhvan, 3 Temmuz darbesi öncesindeki kritik haftalarda acaba sokağa ve askere karşı izlenecek taktik mevzuunda Mısırlı kardeşlerine bir tavsiyede bulundu mu?

Yazının tamamını okumak için tıklayınız

 

Oral Çalışlar – Radikal

 

Mısır'daki katliamdan 'Gezi Ruhu'na

 

Türkiye’deki kutuplaşma ile dünyadaki kutuplaşma Kahire’deki acımasızlık konusunda üst üste geldi. Bir taraf (buna Batı dünyasındaki bazı eğilimleri ve Türkiye’deki bir kesimi katabiliriz), Başbakan Erdoğan’a tepkileri nedeniyle, Mısır’daki darbe yönetimiyle AK Parti iktidarını aynı kefeye koyabiliyor. Hatta, bazı kesimler, kutuplaşma psikolojisinin etkisiyle, katliamı ve darbeyi meşru gösterecek gerekçeler üretmeye çalışabiliyor. 

‘Gezi Ruhu’nun sembollerinden, göstericilerin ‘örnek Müslüman’ diye tanımladığı İhsan Eliaçık, dün Twitter’deki hesabından şu değerlendirmeyi yaptı: “Gezi’de Erdoğan’ın yaptığı zulümle Mısır’da Sisi’nin yaptığı zulüm aynıdır. Birinde 5, diğerinde 500 ölü neyi değiştirir, ikisi de katildir.” 

‘Kutuplaşma ve sorunlara tek taraflı bakma’, yalnızca ‘laik elitler’in, ‘darbeleri bir kurtuluş olarak görebilen’ kesimlerin zaafı değil. İslami kesimde de bazı insani trajedilere karşı bir mesafe ve hatta sağırlık söz konusu. Mısır’daki gibi bir olay dünyanın çok farklı bir coğrafyasında yaşansaydı İslami kesimler ne kadar üzerinde dururlardı sizce? Hatta uzağa gitmeye bile gerek yok... Günlerdir Rojava’da, yani Suriye Kürdistanı’nda, Kürtlere karşı ‘El Nusra’ katliamına tanık oluyoruz. Dindar kesimler ne kadar ilgili? Yer yer Nusra’ya sempatiyle bakıldığından bile söz edilemez mi? 

Bu tür tahlillerin, toplumsal kutuplaşma üzerinden ve ‘ne olursa olsun bu hükümet gitsin’ ruh haliyle yapılması kabul edilemez. Zorlama Türkiye-Mısır karşılaştırmaları, sağlıksız bir siyasi tercihe işaret ediyor, orantısız benzetmeler abes yorumlara yol açıyor.

Yazının tamamını okumak için tıklayınız

 

Tarhan Erdem – Radikal

 

Felaket, yönetim sistemidir!

 

Başbakan, Bodrum Güvercinlik Körfezi’nde Bakan Bayraktar ve ekibiyle birlikte dolaştı ve “Belediyeler bu inşaatlar yapılırken neredeymiş? Durum felaket!” dedi. 

İşte, yeni büyükşehir kanunu içinde oluşturulacak Bodrum’a özel yönetim modeli önerisi: 

Bodrum Yarımadası’nda, kış nüfusları birbirine yakın mahalle muhtarlık ve yarımada meclisleri kuralım. Kendilerine özgü kararları mahalle, belde ve yarımada meclisi versin. Bu meclisler başkanlarını da seçsinler; kararlarını da yürütsünler. Ankara, Bodrum’un kararlarını değiştirmeden, tamamını kabul etsin veya tamamını kaldırabilsin; Bodrum için belde, ada veya parsel planı yapamasın. 

Nasıl anlatayım bilemiyorum; Başbakan, bakanlar ve belediye başkanları elbirliğiyle halkı ve doğayı felakete sürüklüyorlar!

Yazının tamamını okumak için tıklayınız

 

Özgür Mumcu – Radikal

 

Demokrasiyi sorgularız

 

2010’un Aralık ayında Tunuslu seyyar satıcı Muhammed Buazizi’nin polis muamelesi ve geçim sıkıntısı sebebiyle kendisini yakmasının buralara varacağını herhalde hiç kimse tahmin etmemişti. 

Muhammed Buazizi de yaktığı kıvılcımla önce Tunus, sonra Libya ve Mısır’da diktatörlerin alaşağı edileceğini, Suriye’de iç savaş çıkacağını aklından bile geçirmemişti. Victor Hugo’nun dediği gibi “Hiçbir şey vakti gelmiş bir fikri durduramaz.”

Arap Baharı’na herkes gibi memleketimiz hazırlıksız yakalandı. Davutoğlu’nun Ortadoğu’da siyasi etkiyi arttırma çabaları Arap Baharı’yla güncellenmeye çalışıldı. Netice ortada. Ortadoğu’da neredeyse Katar hariç ilişkilerin iyi gittiği bir ülke kalmadı. Diktatörlerin pabucu dama atılınca, çok yakın zamana kadar iyi geçinilen diktatörlerle köprüler atıldı. Kaddafi’den alınan ödüller, ‘kardeşim Esad’lar’ unutuldu. “Libya’da NATO’nun işi ne?” yalpalamaları yutuldu. 

Diktatörlerini teker teker deviren Arap halklarına bir model sunmak, onları himaye altına almak, bir Sünni ağabey olarak kanat germek arzusu dış politikayı biçimlendirdi. Netice, Suriye’deki iç savaşta neredeyse aktif bir taraf olmak ve Mısır konusunda yalnız kalmak oldu. 

Yazının tamamını okumak için tıklayınız

 

Gönül Tol - Akşam

 

Savaşın doğurduğu yeni aktörler

 

Suriye iç savaşı ne zaman sona erecek bilinmez ama herkesin mutabık olduğu bir nokta var: Çatışma sonrası Suriye’yi önemli sorunlar bekliyor. Bunlardan birisi savaşın yerle bir ettiği ekonomi. Ticareti, yatırımı yeniden başlatmak, finansal sistemi yeniden kurmak, işsizliği, enflasyonu çözmek kuşkusuz ekonomiyi yeniden ayağa kaldırmak için önemli. Fakat üçüncü yılına giren sivil savaş yeni ekonomik aktörler yarattı ve bu aktörleri çatışma sonrası oluşacak ekonomik ve siyasi sisteme entegre etmek de en az bu faktörler kadar mühim. 

Savaşla birlikte yeni sektörler önem kazandı. Uluslararası gıda ve ilaç yardımını muhaliflerin ellerindeki bölgelere dağıtan, muhaliflerin kontrolündeki bölgelerde belediye hizmeti veren, terk edilmiş fabrikalardaki makinelere bekçilik eden ve bunlardan inanılmaz paralar kazanan silahlı gruplar  var. Tüm bu faktörler savaşın devamından çıkar sağlayan, eli silahlı yeni bir ekonomik elitin doğmasına neden oldu. Ve eğer bu grup çatışma sonrasında oluşacak yeni sisteme entegre edilmez ve ekonomik pastadan alacağı pay garanti edilmezse çatışmanın ömrü uzayabilir.

Yazının tamamını okumak için tıklayınız

 

Süleyman Seyfi Öğün - Yeni Şafak

 

Mısır'ın dramı ve orta sınıfların aymazlığı

 

Mısır'daki kanlı olaylar başlamasından îtibâren medya, çok sayıda uluslararası İlişkiler uzmanını konuk ediyor; değerlendirmelerini alıyor. Söz dönüp dolaşıp, dünyâ kamuoylarının; özellikle Batılı devletlerin yaşananlar konusundaki ilgisiz, tutarsız yaklaşımlarına geldiğinde keskin bir yaklaşım ortaya çıkıyor. Bu yaklaşım, Türkiye'nin tek başına da olsa olaylara bir direnç ya da tepki göstermesi noktasında ayrıca keskinleşiyor. 

Bütün sorun, orta sınıf muhalif entelektüalizmin diğerkâmcılıktan bencilliğe evrilmesiyle alâkalı gözüküyor. Burada belirleyici olan orta sınıf entelektüellerin klâsik oryantalizm üzerinden yaptığı kirli-temiz ayırımı. Bu ayırımda temiz olan Batı'nın diğerleriyle uyumlu olan; kirli olan ise onunla uyumsuz olan 'İslâmiyet'ten başkası değil. Orta sınıf bencilliği insanlık referansından sapıyor ve her türlü neo-paganizmde rahatlıyor. Bunu da bireysel-topluluksal hak ve özgürlükler dâiresinin istismârında buluyor. Bu öylesine bir tutkuyla yapılıyor ki, demokratik meşruiyeti bile aşıyor. Onun için 'Diren Gezi' diye başlıklar atan Alman dergileri Mısır'daki katliam karşısında susuyor; yeri geldiğinde insanlık değerlerinden dem vuranlar, Mısır için reelpolitik analizler döktürüyor.

Yazının tamamını okumak için tıklayınız

 

Fikret Ertan - Zaman

 

Doğu Akdeniz’de üçlü mutabakat

 

Bugünkü gündemin en önemli konusunun Mısır’da yaşanan facia ve bununla ilgili vahim gelişmeler olduğuna hiç şüphe yok. Böyle de olması gerekir. Ne var ki, Mısır’ın da yakın olduğu Doğu Akdeniz’de özellikle Türkiye’yi yakından ilgilendiren başka gelişmeler de yaşanıyor.

Bunlardan birisi de son yıllarda Kıbrıs Rum Kesimi (KRK)-İsrail ve Yunanistan arasında ortaya çıkmakta olan işbirliği süreci.

Diğer yandan, Amerika’nın da bu süreci ve ittifakı desteklediği, anlattığımız KRK-İsrail-Yunanistan arasındaki son mutabakatı ‘istikrar ekseni’ olarak nitelediği de biliniyor. Bu bağlamda, Yunanistan Çevre-Enerji-İklim Bakanı George Lakkotripis’in önümüzdeki ay Washington’a önemli bir ziyaret yapacağı, bu ziyarette KRK’nin doğalgaz potansiyeli konusunda Amerikalı yetkilileri bilgilendireceği ve taze destek arayacağı bugünden söyleniyor. Esasen bir süre önce Washington’u ziyaretinde Başkan Obama ile görüşen Yunanistan Başbakanı Samaras da söz konusu konularda destek aramış, Yunanistan-KRK-İsrail üçlüsünün Avrupa’nın doğalgaz ihtiyacının karşılanmasında önemli rol oynamaya hazır olduğu mesajını da vermişti.

Sonuçta, doğmakta olan yeni Doğu Akdeniz jeopolitiği bizi de önemle ilgilendirmektedir. Bunu çok söyledik; ama son üçlü mutabakat sonrasında bir kere daha söylemiş olalım..

Yazının tamamını okumak için tıklayınız

 

Ali H. Aslan – Zaman

 

Biraz da sağdan mı yanaşsak?

 

Esed ve Mısır ordusu, Washington’u iyi okudu. Her ne kadar duraklama dönemine girmiş olsa da, büyük krizlerde sonuca en çok tesir edebilecek kabiliyetteki dünya gücü niteliğini koruyan ABD’nin dış politika yorgunluğunu en erken keşfedenlerden biri, Suriyeli Esed olmuştu. Rusya’yla kavgaya üşenen Obama yönetiminin orada yüz bini aşkın kişinin ölümünde kısmi vebali var. Görülen o ki Mısır ordusu da Washington’un nabzını doğru okumuş. Her şeyden öte, Obama’nın dünyayı ve Amerika’yı değiştireceğini iddia eden heyecanlı bir idealistten soğukkanlı bir reelpolitik öğrencisine doğru evrilişini çok iyi tespit etmişler.

Obama’nın Mısır’a yaklaşımı, Amerika’nın dış politikaya fazla zaman ve kaynak harcamasını istemeyen halkın eğilimleriyle uyumlu aslında. Beyaz Saray’ın darbeye zımni destek verip demokrasi ve özgürlük prensiplerini çiğnemesi pek az kimsenin umurunda.

Ankara gerek açıktan gerek diplomatik kanallardan mesajlarıyla Obama yönetimini Mısır’da orduya müzahir çizgisinden uzaklaştırmaya çalışıyor. Başbakan Erdoğan, Obama’nın son Mısır çıkışını yeterli bulmadığını ima etti. Ama Washington üzerinde ne İsrail kadar nazımız, ne de Suudi Arabistan’ın petrodolarları kadar lobi gücümüz var.

Ortadoğu’da ABD ve Rusya gibi büyük güçleri, İran ve Suudi Arabistan gibi bölgesel güçleri yer yer karşıya alarak izlenen değer ve prensipler ağırlıklı dış politika milli gururumuzu okşamakla birlikte, kısa vadede Türkiye’yi yalnızlaştırıyor.

Türkiye şüphesiz bölgede etkisiz eleman değil. Ancak küresel güçleri bile aciz bırakan son gelişmeler, Türkiye’ye de gücünü fazla abartmaması gerektiğini de öğretmeli. Ekonomisi ve yumuşak gücü gelişkin sayılabilecek Türkiye’nin bölgede milli politikalarında istediği sonuçları alamamasında askeri caydırıcılığının nispeten düşük olmasının da payı var. Şu durumda belki de en iyisi, çok mükemmeliyetçi davranmadan, küresel ve bölgesel oyunculara biraz da sağdan yanaşıp sahadaki gelişmeleri öyle etkilemeye çalışmak.

Yazının tamamını okumak için tıklayınız

 

Cafer Solgun - Taraf

 

Batı’yı fırçalamak kolay da...

 

Mısır’da darbeciler katliam yaptı. Aynı gün medyada “Mısır’da bundan sonra ne olur?” tartışmaları başladı.

Katliamlar en açık ve sert ifadelerle kınanmalı, lanetlenmeliydi. Bu tür durumlarda “ABD” ve “AB” dememek için tercih ettiğimiz “Batı”nın olmayası çıkarları için darbecilere dolaylı destek veren ikiyüzlü tutumları da. Ve elbette Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) başta çoğu Arap ülkesinin Mısır’da işlenen insanlık suçuna ortak olmaktan başkaca bir anlama gelmeyen tutumları da...

Meseleye son derece duyarlı Türkiye’nin Batı’yı somut önerilerle tutum almaya zorlaması, BM’yi harekete geçirmek için daha güçlü bir diplomatik kampanya yürütmesi, sokaklarda “kahrolsun Amerika” sloganlarına gaz veren açıklamalar yapmaktan daha yararlı olacaktır. Mısır’da insanlar ölürken “şehadete” selam durmak yerine, daha çok insanın hayatını kaybetmemesi için çaba göstermenin gereği de, herhâlde budur.

İnsanları ajite etmek böyle zamanlarda kolaydır. Tam da bu nedenle dikkat ve duyarlılık gerektirir. Bugün sert çıktığınız için alkış aldığınız güçlerin tutum almasına ihtiyaç var. Bunu sokaktaki insan düşünmeyebilir, ama siyasetçiler bilmek ve düşünmek durumunda. Kendiyle çelişmek durumuna düşmemek adına bile olsa...

Yazının tamamını okumak için tıklayınız

 

Taner Akçam - Taraf

 

Devlet görevlilerinin yargılanması ve hukuk

 

Eğer darbelere açıktan destek veren ulusalcı koroyu bir kenara bırakırsak, Ergenekon ve Balyozdavalarına yapılan önemli itirazların başında, duruşmalar sırasındaki hukuksuzluklar geliyor. Hukuk ihlallerinin yargılamaların önemini gölgede bıraktığı ve vicdanları ciddi ölçüde yaraladığı iddia ediliyor.

Konu “hukuk” ile “siyaset” arasındaki ilişkisi meselesidir ve Ergenekon ve Balyoz davalarının siyasi muhtevalarını doğru anlayabilmek için bu konuda ciddi tartışmalara ihtiyacımız var. Oysa yapılmakta olan tartışmalara baktığımda, ortada ciddi bilgi eksikliği olduğunu söylemek isterim.

Sorun şudur: Tarihte belli haksızlıklar, adaletsizlikler yapmış; ciddi insan hakları ihlallerine yol açmış siyasi iktidar mensupları nasıl yargılanacaklardır?

Suç işlemiş devlet görevlileri, bu suçu keyfî ve kişisel olarak değil ama işgal ettiği makamın siyasi bir kararı olarak hayata geçirmişse, bu kişiler bireysel olarak sorumlu tutulabilirler mi ve eğer tutulacaklarsa hangi ceza maddelerine göre nasıl yargılanacaklardır?

Bu konu bizde hemen hiç tartışılmadı. Ama Batı dünyası bu konuyu haydi diyelim ki Napolyon’un 1815’te sürgüne gönderilmesinden beri sürekli tartışmaktadır.

Yazının tamamını okumak için tıklayınız

 

Ruhat Mengi - Vatan

 

Mısır olaylarından ders çıkaralım!

 

Mısır’da ordunun Mursi karşıtlarına yaptığı katliam dünyayı felce uğrattı, Türkiye’nin gösterdiği tepkilerin ise Mısır’da dinlenme ümidi hiç yok. Tam aksine “siz kendi işinize bakın, bize karışmayın” cevabı geliyor.

Dünya çapında basın örgütleri “hapiste en çok gazetecisi olan ülkelerin başında geliyorsunuz” diyerek Türkiye’yi kınayınca kızıyoruz. Batı medyası Hükümet üyelerini överse makbul sayılıyor, “son zamanlarda durum değişti, demokratik kurumlar üzerindeki baskılar arttı, yargılamalar adil değil vs” derse onlar da Türk medyasında eleştiri yapanlar gibi tu kaka oluyor.

Batı ülkeleri bizdeki şiddete tepki verdiğinde “Dış güçler destek verdi, Türkiye’nin yükselmesini istemiyorlar” derken kendimiz Suriye, Mısır ve her ülkenin sorunları bizden sorulurmuş gibi ilk öne atılan oluyor ve hatta bu yanlış politikalarımızla kendi insanlarımızı ve ülkemizi tehlikeye sokuyoruz.

Yazının tamamını okumak için tıklayınız

 

Müge İplikçi – Vatan

 

Yaşam Kalitemiz

 

34 ülkeyi kapsayan bir araştırma sonucunda (Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü OECD’nin araştırması bu) ülkemiz ‘Yaşam Kalitesi Endeksi’nde son sırada yer aldı. ‘Nasıl olur?’ diyeceksiniz şimdi... Hani AVM’lerimiz vardı. Gökdelenlerimiz? Metrolarımız? Hızlı otobüslerimiz! 

Hatta bir kısmınız herkesin bizi kıskandığını, hemen her şeyin dış mihrakların işi olduğunu söylemeye devam edecek, dudaklarına asılı kalan dipsiz öfkeyi sinirli sinirli gülerek kinayeli laflarla gidermeye çalışacak... Oysa sırf bu öfkeyle birbirimizi tüketiş eğilimimiz, ‘beni mutlaka birisi aldatıyordur!’ biçimindeki takıntılı reflekslerimiz bile (bilesi fazla) yaşam kalitemizi düşüren nedenlerin başında geliyor.

Bereket araştırmada bu yok! Bu araştırmada yaşam kalitesinden kastedilen çevre, eğitim, sivil katılım, iş, çalışma saatleri, yıllık gelir, sağlık gibi hususlar.

Yazının tamamını okumak için tıklayınız

 

Ömer Taşpınar - Sabah

 

Mısır’da suç ortakları: ABD ve Suudi Arabistan

 

Batı'nın medyasından çok, izlediği politikayı eleştirmek gerekiyor. Ancak bu tepkinin bile haklı olduğu kadar eksik olduğunu kabul etmek gerekiyor. Zira Mısır'da katliam gerçekleştiren askeri darbenin en büyük siyasi ve ekonomik destekçisi Batı değil, Suudi Arabistan. Müslüman Kardeşler hareketi ABD açısından ölümcül bir tehdit değil. Zaten Mursi'nin Hamas ve İsrail politikası bölgesel statükoyu zorlamadı. Hatta Mursi yönetimi İsrail ve Hamas arasında Türkiye'nin oynayamadığı bir arabuluculuk rolünü bile başarıyla oynadı. Ama Suudi Arabistan açısından rejimin en büyük düşmanı demokrasi. Demokrasinin iktidara getireceği Müslüman Kardeşler tipi hareketler Riyad açısından ölümcül bir tehlike. O nedenle Mısır'daki darbe ve katliamı doğru okumak istiyorsak, sadece ABD'ye değil bölgesel dinamiklere de bakmalıyız. Soli Özel'in de ifade ettiği gibi Mısır'daki, Batı ile siyasi İslam arasında yaşanan bir kavga değil. Batı devletleri (dikkat edin medyası değil) burada taraf tutan bir seyirci konumunda. Asıl kavga İslam dünyasının kendi içinde yaşanıyor. Demokrasi isteyenler ve demokrasinin siyasi İslam getireceğinden korkanlar iki ayrı kampa ayrılmış durumda. Bölgede demokrasi istemeyen en önemli güç Suudi Arabistan. Bu durum kaçınılmaz olarak Türkiye ve Suudi Arabistan arasında sorun yaratıyor.

Yazının tamamını okumak için tıklayınız

 

Ardan Zentürk – Star

 

‘Türk modeli’ ve ‘yalnızlık’ üzerine

 

İç ve dış medyada, özellikle Ortadoğu’daki son gelişmelerden sonra “Türk modeli” denilen kavramın çöktüğü ileri sürülüyor. Kendi yarattıkları bir modelin çöküşünü ilan etmenin telaşı içindeler. Bizim ihraç etmek gibi bir niyetle sahiplendiğimiz bir model ortalıkta olmadığına göre, hangi model çöktü, anlamak hayli zor. Eğer çöken Türkiye ise, Türkiye yerinde duruyor, yeni anayasa çalışmalarını sürdürüyor, Kürt sorunu başta tüm sorunlarını çözmek için de kendi arasında didişip (sağlıklı anlamda kullanıyorum) duruyor.

Yazının tamamını okumak için tıklayınız

 

Taha Kıvanç – Star

 

‘Aptal gibi suç olsam, yine de oynar mısın benimle?’

 

Yarın ya da öbür gün, binlerce insanın kanını döktükten, devirdiği Cumhurbaşkanı Mursi’nin örgütü Müslüman Kardeşler’i ‘yasa-dışı’ ilân ettikten sonra, Gen. Sisi, kendini ‘Halife’ ilân eder ve Mısır’da ‘İslâmi demokrasi’ adını verdiği rejimi uygulamaya koyar mı?

Sizlere tuhaf gelebilir bu sorum, ama Mısır’da Mübarek’in yerinden edilmesinden bu yana meydana gelen her şey bana zaten tuhaf geliyor... Böyle bir gelişme olursa, birbiri ardına meydana gelen tuhaflıklar devam etmiş olacak sadece...

ABD-destekli, Suudi Arabistan ve Körfez ülkelerinin mali katkılarıyla hayat bulan askeri darbe ‘İslâm’ adına demokrasiyi öldürür ve yanlış işler yapmaya başlarsa bu size garip mi gelir, yoksa şimdiye kadar cesaret edilmemiş çapta muazzam bir oyun oynanmakta olduğunu mu düşünürsünüz?

İngiltere bu tablonun neresinde? İngilizler olmadan bu oyun iyi oynanmaz da ondan soruyorum...

Yazının tamamını okumak için tıklayınız