14 Ağustos 2013 10:47
Hürriyet’ten Mehmet Y. Yılmaz; Milliyet’ten Sami Kohen, Serpil Çevikcan, Melih Aşık; Radikal’den Cüneyt Özdemir, Ezgi Başaran; Akşam’dan Kurtuluş Tayiz; Taraf’tan Lale Kemal; Yeni Şafak’tan Abdülkadir Selvi, Murat Aksoy; Zaman’dan Mustafa Ünal, Mehmet Kamış; Star’dan Fehmi Koru; Vatan’dan Ruhat Mengi, Ruşen Çakır; Habertürk’ten Umur Talu; Cumhuriyet’ten Ergin Yıldızoğlu, Takvim'den Ergün Diler gündem hakkında yazdı.
İşte o yazılardan hazırladığımız derleme:
Mehmet Y. Yılmaz – Hürriyet
Dışarıda doğru söyler, içeride şaşar
Almanya’da bir Türk, havaalanı polisi tarafından copla dövülerek hastanelik edildi.
Belli ki ırkçılık ile kontrolsüz polis gücü bir araya gelmiş.
Umuyorum ki Dışişleri yetkilileri Almanya’da işlenen bu suçu takip ederler ve ırkçı polislerin cezalandırılmalarını sağlarlar.
Bu olay üzerine Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ bir tweet atmış.
“Almanya Köln Havalimanı’nda vatandaşımıza
uygulanan polis şiddetini kınıyorum. Alman yetkililerin bu konuda yapacaklarının yakın takipçisiyiz” diyor.
Bir vatandaşımız ağır şekilde yaralanmamış olsa Bozdağ’ın bu sözlerine gülerdim ama mesele şakayı kaldırmayacak kadar ciddi.
Belli ki Bozdağ’da “dahili körlük” var, tedavisi var mıdır bilemeyeceğim.
Ülke dışında cereyan eden polis şiddetinin farkına varıyor, bunu şiddetle kınıyor ama ülke içindeki polis
şiddeti mağdurları ile ilgili tek kelime ettiğini duymadık.
Yazının tamamını okumak için tıklayınız
Sami Kohen – Milliyet
Ortadoğu politikası neden aksadı
Hükümetin başta büyük umutlarla yürüttüğü bu politikada son zamanlarda karşılaşılan sorunlar ve başarısızlıklar, bu yeni durumun nedenlerinin iyice incelenmesini gerektiriyor.
Hemen belirtelim ki, bu olumsuzlukların tüm kabahatini Türkiye’ye yüklemek haksızlık olur. Tabii ki bölgesel ve küresel konjonktürün de Türkiye’nin karşılaştığı sıkıntılarda payı var.
Örneğin Arap Baharı’na kadar Türkiye’nin Suriye ile ilişkileri “stratejik ortaklık” noktasına ulaşmışken, bu ülkedeki ayaklanmadan sonra Esad yönetimi ile bir çatışma aşamasına girilmiştir.
Aynı şekilde son dönemde Mısır dahil, diğer bölge ülkeleriyle de iyi giden ilişkiler bozulmuştur.
İlk bakışta bu değişiklik, Arap Baharı ile ilintili görülebilir. Ancak bunda önemli olan, Türk Hükümeti’nin bu yeni gelişmeler karşısında nasıl bir tavır aldığı, tercihlerini ne yönde kullandığıdır.
Yazının tamamını okumak için tıklayınız
Serpil Çevikcan – Milliyet
Tarihi kongre
Sadece Türkiye’de değil, Suriye, İran ve Irak’taki Kürtler için tarihi bir dönemden geçiliyor.
Suriye’de Esad’ın boşalttığı kuzeyde 1 yıldır fiili olarak yönetimi devralan Kürtler, ateşkes ilan ettiği Özgür Suriye Ordusu’nun El Kaide bağlantılı bileşenlerinden El Nusra ile uzun süredir çatışmasız bir süreç yaşıyordu.
Ancak özellikle bölgedeki petrol yatakları üzerindeki hâkimiyet çabası, PKK’ya yakınlığıyla bilinen PYD ile El Nusra arasındaki çatışmaları başlattı. Başlangıçta PYD’ye bütünüyle mesafe koyan Türkiye de çatışmaların başladığı günden sonra bölgeye ilgisini arttırdı ve PYD lideri Salih Müslim’le temas kurmaya başladı.
İran’da da durum farklı değil. İran’daki Kürt yapıları, dikkatle Irak, Türkiye ve Suriye’deki gelişmeleri izliyor. Buralardaki gelişmelere göre, İran’daki Kürt yapılarının özellikle Suriye’ye “asker” ve “silah” takviyesi yaptığı da biliniyor.
Irak’ın kuzeyinde, merkezi hükümetle ilişkileri rayına oturtamayan Bölgesel Yönetim’in lideri Barzani de hem Suriye’de PYD’nin diğer Kürt gruplarını dışlayarak bir yönetim kurması çabalarına karşı durmaya çalışıyor hem de Suriye’nin kuzeyindeki Kürt yapılarının üzerinde etkisini hissettirmeye çabalıyor.
Yazının tamamını okumak için tıklayınız
Melih Aşık - Milliyet
Mutafyan’a suikast!
Ergenekon sürecinde kirli propagandanın ahlak düşkünü senarist ve tetikçileri tam kapasite çalıştılar. O günlerdeki gazete haberlerini hatırlayın... Orhan Pamuk’a suikast yapacaklardı... Ahmet Türk’ü öldüreceklerdi... Ermeni Patriği hedeflerindeydi... Alevi Dernekleri Başkanı Ali Balkız vurulacaktı vs.
Böylece aydınlar, Ermeniler, Aleviler, Kürtler davaya karşı bilendiler.
Suikast planları iddianamede ve gazetelerde ayrıntılı şekilde yer aldı.
Ermeni Patriği Meşrob Mutafyan’la ilgili “Tedhiş Planı Mutafyan” başlıklı planda, eylemin hangi silahla, nasıl ve kimler tarafından gerçekleştirileceği belirtiliyordu. Eylemin lav silahı ile gerçekleştirileceği, hücre başkanının polis memuru Kenan Temur olduğu anlatılıyordu.
Lav silahı gece karanlığında karşı binaların damına yerleştirilecek, Mutafyan evinden çıkarken ateşlenecekti.
İddianamede bu konu sayfalarca anlatıldı. Uzun sorgular yapıldı. Sonra ne mi oldu?
Kenan Temur 13 ay hapishanede yattı. Hem kendisi hem annesi sinir hastası oldu. Sonunda Kenan Temur tek gün ceza almadan beraat etti.
Diğer suikast planlarında adı geçenler de beraat etti... İhbarlar balon çıktı.
Peki bu ihbarları kim yaptı? Bu suikast senaryolarını kimler, nerede yazdı?
Bunlar bilinmediği gibi araştırılmıyor da... Belki de bilindiği için araştırılmıyor!
Yazının tamamını okumak için tıklayınız
Cüneyt Özdemir - Radikal
Gülen cemaati aslında ne diyor?
Cengiz Çandar – Radikal
İktidar, şizofreni, demokratikleşme...
İktidar odağında da bir ‘kampanya’ algısı var. Buna göre, “Gezi olayları ile birlikte ivme kazandırılarak sürdürülen medya kampanyası, ülke içinde ve dışında farklı frekanslarda devam ettiriliyor. Genel anlamda AK Parti’yi, özelde ise Başbakan Erdoğan’ı hedefe koyan bu kampanyanın temel amacı, Başbakan Erdoğan’ın ‘diktatör’ olduğu algısını oluşturmak, kamuoyunu buna inandırmak, toplumsal psikolojiyi biçimlendirmek ve Başbakan Erdoğan üzerinden hükümete ‘anti-demokrat’ yaftası yapıştırmaktır. Otoriterlik suçlamaları arasında her gün, Başbakan Erdoğan’ı hedef alan onlarca yazı yazılıyor... Aslında bu; siyasete girmeden, gazete köşeleri üzerinden, gönüllü hizmet sundukları merkezler adına siyasete ve hükümete nizam vermektir.”
Kafa yapısı bu; ‘dışarıdaki merkezler’ ve bunlara ‘gönüllü hizmet sunan’ içerideki uzantıları söz konusu. Bunlar da genellikle ‘köşe yazarı’ ve ‘dışarıdaki merkezler’e –nedense- ‘gönüllü hizmet sunarak’ Başbakan’a ‘karakter suikastı’ yapıyorlar.
Bunun karşılığı ise ‘yedirtmeyiz’ olmak zorunda ve iktidar çevreleri, kendiliğinden –olan biteni- ‘iktidar mücadelesi’ optiğinden görme eğilimindeler.
Yazının tamamını okumak için tıklayınız
Lale Kemal – Taraf
Obama Erdoğan’ı gözden çıkarmaz ama…
Türkiye’deki darbe teşebbüsü davalarına ilişkin verilen hükümler, Ankara’daki özellikle NATO üyesi yabancı diplomatlar arasında da bölünmelere yol açtı. Bu çevrelerde ağır basan görüşün, maalesef davalar ve verilen hükümlerin, hükümetin muhalefeti bastırmasının bir aracı olarak görülüyor olması. Hele de Gezi protestolarını hükümetin kötü yönetmiş olması ve gösterilere destek veren kişi ve şirketlere yönelik devam eden baskısı, Ergenekon davasında verilen hükümlerin, adeta iktidarın muhalefete sistematik baskısı gibi algılanmasında rol oynadı. Dolayısıyla bu algı, sanki Türkiye’nin 60 yılı aşan darbe tecrübesi yokmuşçasına mevcut davalara adeta hükümetin bir öç alması şeklinde bakılmasında rol oynadı.
Ne var ki, hükümetin yalnızca Gezi protestolarını kötü yönetmiş olması değil, demokratikleşme adımlarını uzun süre kesintiye uğratmış olması da hem ülke içindeki kimi sözde laik çevrelerin hem de kimi Batılı ülkelerin, mümkünse darbeleri aklama kampanyasına dönüşmesini sağladı denebilir.
Yazının tamamını okumak için tıklayınız
Abdülkadir Selvi - Yeni Şafak
Ergenekon’da fırtına neden koptu?
Şili ölüm döşeğinde Pinochet'i, İspanya ölümünden sonra Franco'yu, Almanya Nörnberg'de Hitler zihniyetini, İtalya bacağından asmak suretiyle Mussolini'yi, Yunanistan Albaylar cuntasını, Arjantin darbeci generalleri yargılayıp hesap sorarken, kimi idama mahkum edilip, kimi ağır müebbet hapis cezalarına çarptırılırken, biz bunu yapamadık.
Tam tersine Ergenekon ve darbe Siyam ikizleri gibi yükselmenin iki aracı oldu.
Ergenekon yargılaması, 12 Eylül ve 28 Şubat davaları ile biz geciktirdiğimiz tarihi hesaplaşmayı yapıyoruz.
Geçmişte bu tür yapılanmaların paydaşları ve suç ortakları ise şimdi yeni bir görev üstlenmiş, bu süreci engellemeye çalışıyorlar.
Ergenekon üzerine koparılan fırtınaların özü bu.
Yazının tamamını okumak için tıklayınız
Murat Aksoy – Yeni Şafak
İP-CHP ittifakını zorlayanlar CHP'nin ulusalcıları
Kamuoyunda Kılıçdaroğlu'nun liderliğine yönelik pek çok eleştiri var. Ama önceki akşam Kılıçdaroğlu, CNN Türk'te katıldığı programda önemli bir açıklama yaptı ve parti içindeki duruşundan ödün vermeyeceğini sinyalini 'Seçimlerde CHP'nin oyunu arttıramazsam bırakırım' diyerek vermiş oldu.
CHP 2009'daki yerel seçimlerde yüzde 23,1 oy aldı. Yani, CHP Mart 2014'te bu oyu geçemezse Kılıçdaroğlu görevi bırakacak.
Çok kez yazdım bir kere daha yazmakta beis görmüyorum. Kılıçdaroğlu CHP'yi yenileştirme, partiyi sola çekme iddiasından vazgeçmiş değil. Hatta bu konuda özellikle CHP'nin genç kadrolarında epey mesafe aldığı da söylenebilir. Kılıçdaroğlu'nun bu süreçte önündeki en büyük engeller partinin otoriter Kemalist çizgideki kurumsal kimliği, bu kimlikle büyük ölçüde özdeşleşmiş mevcut Meclis grubu ve parti içindeki siyasi yalnızlığı olmuştur.
Kılıçdaroğlu'nun CHP'nin tarihine geçmesi için tek yapması gereken biraz daha risk almak.
Yazının tamamını okumak için tıklayınız
Mustafa Ünal – Zaman
İP’in CHP ile ittifak arayışı
2014 seçimlerinde muhalefet partilerinin seçim işbirliği sürpriz olmaz.
Tek başlarına AK Parti ile başa çıkmaları zor çünkü. Türkiye bugüne kadar pek alışık olmadığı ‘blok siyaseti’ ile cumhurbaşkanlığı seçimlerinde zaten tanışacak. Seçimin ikinci tura kalması durumunda en fazla oy alan iki aday blok olarak mücadele edecek. Önce yerel seçimler... Mahallî idarelerde AK Parti 1994’ten bu yana iktidarda. Durun hemen itiraz etmeyin, haklısınız AK Parti 2002’de kuruldu. Ancak partinin üzerine oturduğu siyasi geleneğin geçmişi çok daha eski. AK Parti’ye vücut veren yerel yönetim kadroları. Partinin kurucusu Erdoğan, İstanbul’un belediye başkanıydı. Başta İstanbul ve Ankara olmak üzere Türkiye’nin önemli şehirleri 20 yıldır aynı siyasi geleneğe mensup başkanlar tarafından yönetilmekte.
AK Parti yine seçimlerin favorisi. Kamuoyu yoklamaları yüzde 50 oyu koruduğunu gösteriyor. Muhalefet çok gerilerde. Bu yarışa girmeyeceği anlamına gelmiyor elbette. Bazı şehirlerde seçimler başa baş mücadeleye sahne olacak. Neticeyi küçük oy oranları belirleyecek. Bir oyun bile önemi var. Kaybedilen veya kazanılan sadece başkanlık olmayacak çünkü. Siyasi mevzi söz konusu... Ve tabii cumhurbaşkanlığı seçimi. İktidardan muhalefete partilerin seçimlere ‘yerel yönetimlerin’ ötesinde anlam yükleyeceğini tahmin etmek zor değil.
Yazının tamamını okumak için tıklayınız
Mehmet Kamış – Zaman
Tasfiye
12 Haziran seçimlerinde AK Partiyi hararetle desteklerken bu ülkenin en temel problemini ortadan kaldırmasını bekliyorduk. O problem devletin toplumun herhangi bir kesimini ötekileştirmesiydi. Bunca zaman devlet dindarları, Kürtleri, solcuları, Alevileri hep dışlanması gereken insanlar olarak görmüştü. Biz yeni Türkiye’de AK Parti’nin öyle bir sistem getireceğine inanıyorduk ki, bu düzende hukuk mutlak hakim olacak, kimse düşüncesinden, kimliğinden ya da inandıklarından dolayı dışlanmayacak, ötekileştirilmeyecek, işlemediği suçtan dolayı tasfiyeye maruz kalmayacaktı. İsteyen o dönemde yazdıklarımıza ve AK Parti’nin söylemlerine yeniden bakabilir.
Türkiye olarak çok sıkıntılı bir süreçten geçerken AK Parti, seçim öncesindeki ruh haline yeniden dönmek, ötekileştirilmenin kökünü kazıyacak şekilde evrensel bir hukuk düzeninin tesis edilmesini sağlamak zorundadır. Bunu yapmaması halinde bu ülkede çatışmaların, kavgaların önünü almak mümkün olmayacaktır. Üstelik de bu, galip gelenin bile zerre kadar bir şey kazanmadığı kavgadan ibarettir. Her şeyin akıp gittiği ve herkesin konup göçtüğü bu dünyada bizi yarınlara taşıyacak, yarınlarda da hayırla anılmamızı sağlayacak en önemli işlerden birisi evrensel hukukun tesisi olacaktır kuşkusuz.
Yazının tamamını okumak için tıklayınız
Fehmi Koru – Star
İktidarı eleştirirken
Siyasetin merkezinde eleştiri vardır; içinde yer alanlar, dışında bulunanlar tarafından eleştirileceği gibi, siyaset içindeki aktörler de birbirlerinde buldukları beğenmedikleri unsurları rahatlıkla ifade edeceklerdir...
Türkiye siyasetin bu kuralının tepe tepe kullanıldığı bir ülke zaten...
Bizi diğer demokratik ülkelerden ayıran önemli bir yön var: İçte ve dışta eleştirilerini dile getirenlerin tutarlı olma gibi bir derdinin bulunmaması... Sözgelimi, iktidarda karşı çıktıkları, kıyasıya eleştirdikleri söylem ve eylemleri kendilerine yakıştıran muhalifler, bu durumdan hiç yüksünmüyorlar...
İktidar sert, kibirli, tepeden bakan, toplumu kutuplaştıran bir parti olarak eleştiriliyor bazı çevreler ve partilerce; zaman zaman bu eleştirilere sahip çıkmaya hazırlandığım da oluyor... Ancak, yaptıkları açıklamalara veya davranış tarzlarına bakarak, muhalefetin de, dile getirdikleri hemen her konuda eleştirdiklerinden farklı davranmadıkları ortaya çıkıverince...
Yazının tamamını okumak için tıklayınız
Ruhat Mengi – Vatan
Bu nefret suçunun ta kendisi
Adına “ileri demokrasi” denilen bir sistem içinde vatandaşların “konuşmaları veya yazdıkları nedeniyle” yani düşünce ve ifade üzerinden cezalandırılamayacağını, bunların ve korku havasının olduğu yerde bırakın “ileri”yi, normal bir demokrasinin bile mevcudiyetinden söz edilmeyeceğini anlamıyorlar. Mehmet Ali Alabora’ya karşı “sadece attığı bir tweet nedeniyle ve Ankara Belediye Başkanı’nın kışkırtmalarıyla” başlatılan kampanya sindirme konusunda en güzel örnektir.
Eğer twitter’da yazılanlar ceza gerektiriyorsa önce bu belediye başkanı bugüne kadar takipçisi kadınlara yazdığı “kabul edilemez ve açıkça suç sayılacak sözler” nedeniyle cezayı hak etmiştir. Sanatçı Alabora’ya karşı yürütülen kampanya ise “halkı kin ve nefrete tahrik, nefret suçu”nun ta kendisidir. Öyleyse yargıyı neden duymuyoruz?
Yazının tamamını okumak için tıklayınız
Ruşen Çakır – Vatan
Cemaatten manifesto gibi açıklama
Açıklamadaki 11 iddia ve o iddialara verilen cevaplar hakkında ayrı ayrı çok şey söylenebilir, söylenmeli de. Bu yazıda şimdilik en çok dikkatimi çeken noktaları aktarmakla yetineyim:
- Gezi direnişinin ilk günlerine sahip çıkmaktaki ısrar;
- Hizmet’e yakın olduğu iddia edilen yargı mensuplarının tasfiye edildiği iddialarının doğrulanması;
- Siyasi eleştiriler karşısında “siyasete karışma”, “öyleyse parti kur”, ya da “seçimleri bekle” denmesinden duyulan rahatsızlık;
- Bürokrasideki cemaate yakın isimlerin fişlenmesi ve tasfiye edilmesinden kaygı duyulması;
- Hükümetin KCK davalarının faturasını kendilerine kesmek istemesine itiraz;
- “Cemaat Başbakan’ı tutuklayacaktı” iddialarının yol açtığı öfkeyle karışık rahatsızlık;
- “Siyasi partilerle ittifaklar yapmamakla birlikte, demokrasi, çoğulculuk, insan hakları, inanç özgürlüğü, adalet gibi temel ilkelerine uygun politikaları ve uygulamaları hangi parti tarafından yapılırsa yapılsın” destekleme kararlılığı...
Sonuç olarak, Fethullah Gülen cemaatinin ülkemizin önde gelen güç odaklarından biri olduğu, bir süredir de AKP ile belli bir mücadele içinde olduğu tescillenmiş ve bu tartışma/mücadelenin kapıları herkese açılmış durumda.
Yazının tamamını okumak için tıklayınız
Umur Talu – Habertürk
Hibe çocuk raporu
30 yılda 30 savaşta 50 bin ölü.
Dörtte birine “şehit”, dörtte üçüne “etkisiz hale getirilen” diyoruz!
Bunların arasında, aynı yoksul ailelerden, aynı sıvasız hanelerden gelip, birbirlerini katleden binlerce çocuk.
Doğmamışken gencecik kefeni hazırlanmış onbinlerce bebek. Komutanların, örgütün hanesinden toprağa taşıdığı onca çocuk.
Cephaneliğe vakitsiz, lüzumsuz, insafsız sokulup 25’i bir arada parçalanmış çocuklar.
Katırlarıyla bir hayat taşımaya çalışırken bombalanmış çocuklar.
Pusu çocukları, puslu hava çocukları, umursanmayan istihbaratların, derme çatma karakolların, hinoğlu hin oyunları kurbanı çocuklar.
Yok kınalı kuzu denerek, yok bayrağa sarılarak, yok bir cenazede resmi taşınarak ve birçoğu hep yok sayılarak, kimi bir mezardan dahi yoksun bırakılarak uçup unutulmaya atılmış çocuklar.
18 yıl sonra, devlet birimleri marifetiyle atıldığı asit kuyusundan 13 yaşının kemikleriyle aklımızın kapısı çalan, aklımızı başından alan çocuklar.
Molotofla otobüste yakılan, karakoldan ateşle yıkılan, 12 yaşında 13 devlet mermisiyle delik deşik edilen çocuklar.
Ergin Yıldızoğlu – Cumhuriyet
‘Adalet üzerine not’
Ergenekon davasındaki kutuplaşma, adalet kavramının içeriğinde anlaşan insanların, gerçekleşmesine ilişkin yaşadıkları bir görüş ayrılığındankaynaklanmıyor. Kutuplaşma adalet kavramının içeriği üzerinde oluşuyor. Bu, “görüş ayrılığının” ötesinde, çok vahim bir duruma işaret ediyor.
“Adalet” kavramı evrensel olmakla birlikte, bu evrenselliğin kapsamı ve içeriği konusunda bir mutabakat gerektiriyor. Bu mutabakat ise bu adalet kavramının dayandığı “hakikat”e (en temel ilkeye) sadakat üzerinden şekilleniyor. Örneğin, liberal demokratik toplumda, hırsızlığı cezalandırmak kolaydır, bir dilim ekmek çaldığı için birkaç yıl yatmaya mahkûm olanların durumu bile açıklanabilir. Bu toplumum adaleti özel mülkiyete sadakate dayanır.
Buna karşılık, devrimi yapmakta olan hareketin adaleti ile devrimi bastırmakta olan iktidarın adaleti birbirine taban tabana zıttır. Her iki kesimin adalet kavramının içeriğini oluşturan sadakatler birbirini dışlarlar. Bu durumda her iki adaleti kıyaslayacak bir üçüncü bakış noktası da bulunamaz.
Yazının tamamını okumak için tıklayınız
Ergün Diler - Takvim
Cemaat
© Tüm hakları saklıdır.