21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü Milli Güvenlik ve Dış Politika Araştırmaları Merkez Başkanı Erol Başaran Bural, Rusya'nın ABD, İngiltere ve Fransa'yı Suriye hükümet güçlerinin kimyasal silah kullandığı bahanesiyle Suriye'yi yeniden vurma hazırlığı yaptığı iddiasına ilişkin olarak değerlendirmede bulundu. Bural, "Eğer geniş kapsamlı bir operasyon kararı verilirse İdlib’de çatışmalar daha yoğun ve sert olacaktır. Sayı olarak yaklaşık 100.000 silahlı kişinin aynı bölgede bulunduğunu göz önünde bulundurursak İdlib bölgesine düzenlenecek bir operasyonun sonucu Sayın Dışişleri Bakanımızın da belirttiği “felakete” dönüşür" dedi.
Hürriyet'ten İpek Özbey'e konuşan Bural, "İdlib’in ülkenin en kalabalık yerleşim yeri haline geldiğini, nüfusu 3.5 milyona yakın bir bölgede sivil halkın silahlı gruplar ve terör örgütleri arasında sıkışıp kalacağını, sivil kayıpların büyük rakamlara ulaşacağını da hesaba katmak gerekiyor" ifadesini kullandı.
Bural'ın söyleşisi şöyle:
İdlib konusunda müzakereler sürüyor. Ancak dün Rus tarafının vahim iddiasına göre, ABD ve müttefikleri Suriye’nin İdlib bölgesinde yeni kimyasal saldırı provakasyonu hazırlıyor. Mümkün mü?
Özellikle klor gazı açısından Esad’ın sicili epey kabarık... Kimyasal Silahların Yasaklanması Örgütü 4 Şubat'ta İdlib'de klor gazı kullanıldığını doğrulamıştı. Son olarak ABD, İngiltere ve Fransa Suriye’de kimyasal silah kullanıldığında müdahale edeceğiz açıklaması yaptı... Aradan 4 gün geçtikten sonra bu kez Rus tarafı klor gazının ABD ve İngiltere tarafından İdlib Cisr El Şuğur bölgesine taşındığı iddialarını medyaya taşıdı... Akla iki husus geliyor... Birincisi ABD Kasım seçimleri öncesi Suriye’ye daha önceden yaptığı gibi Tomahawk’larla müdahale ederek iç kamuoyuna güçlü olduğu ve kimyasal silah kullanımına dünyanın hiçbir yerinde müsaade etmeyecekleri mesajını verebilir... İkinci akla gelen ise Esad’ın İdlib operasyonunda klor gazı kullanabileceği ve bu nedenle operasyon başlamadan ihaleyi ABD-İngiltere’ye bırakarak, “Klor saldırısını ABD düzenledi” demek... Hangisi doğrudur? Bence ikisi de olabilir, yüzde 50-50…
Bir yandan da Türk ve Rus Dışişleri Bakanları meseleyi fikir ayrılıklarına rağmen masada çözmek için çalışıyor. Ne dersiniz; Astana süreciyle başlayan ittifak bugün bir anlamda sınanıyor diyebilir miyiz?
Rusya ve İran, İdlib bölgesindeki muhalifler ve radikal örgütler tasfiye edilmediği sürece kendilerini güvende hissedemeyeceklerini, Suriye rejiminin de ülke genelinde kontrolü tam olarak sağlayamayacaklarını savunuyorlar. Buna karşılık Türkiye; sınırlarının yanı başında bir çatışma istemiyor. Muhtemel bir operasyonda yaşanacak sivil zayiatı, çatışmalar nedeniyle büyük bir göç dalgasının Türkiye’ye yönelmesi, İdlib’de konuşlu Türk askeri varlığına yönelik operasyondan kaynaklanabilecek riskler Türkiye’yi endişelendiriyor. Bu nedenle de bölgeye büyük bir operasyon düzenlenmesi yerine tüm grupları iknaya yönelik bir tutum izlenmesini savunuyor. Her ne kadar yöntem olarak taraflar farklı düşünceler savunsa da nihai hedefin Suriye’nin toprak bütünlüğünün korunması ve çatışmaların sonlandırılması olduğu akılda tutulmalı. Özelikle Rusya-Türkiye ilişkilerinin zedelenmeyeceği bir uzlaşı yolu çizilebileceğini, stratejik seviyede Rusya-Türkiye ilişkilerini değerlendirdiğimizde İdlib gibi sahada işbirliği ile çözülebilecek bir sorunun bu ilişkiye zarar veremeyeceğini düşünüyorum.
Rusya’nın onayı ya da Türkiye’nin mutabakatı olmadan Esad’ın atağa kalkması mümkün mü?
Hayır. 24 Ağustos itibariyle Türkiye ve Rusya arasında Dışişleri ve Milli Savunma Bakanları ile birlikte Milli İstihbarat Başkanımızın diplomatik temasları aslında tam da bu açıdan devam ediyor. Dışişleri Bakanımızın bir kez daha İdlib’e yönelik bir operasyonun felaketle sonuçlanacağı ancak teröristlerin temizlenmesinin de önemli olduğunu dile getirmesi, Rus Dışişleri Bakanı Lavrov’un ise teröristlerin kökünün kazınmasının da planlar arasında olduğunu belirtmesi meselenin nasıl çözüleceğine yönelik ipuçları veriyor.
Ne diyor ipuçları?
Bana göre Rusya ve Türkiye, terör örgütü olarak kabul ettikleri silahlı grupları son bir kez daha silahlarından arındırmak üzere girişimde bulunmalarının ardından bu örgütlere yönelik mahdut hedefli ve sivillerin zarar görmeyeceği bir operasyona izin verecek. Aynı zamanda daha ılımlı olarak görülen silahlı grupları ikna ederek siyasal muhalif haline getirecekler. Esad’ın İdlib gibi tüm silahlı unsurların bir arada bulunduğu, sivil nüfusun milyonlarla telaffuz edildiği bir bölgede askeri operasyon yapma kabiliyetinin oldukça sınırlı olduğu görülüyor. Esad yönetiminin Rusya’nın hava desteği olmadan, karadan bir İdlib operasyonu düzenlemesi büyük maliyetleri de beraberinde getirecektir. Heyet Tahrir El Şam’ın (HTŞ) yerleşim yerlerinde konuşlanmış olması, meskûn mahal operasyonlarındaki sivil zayiatı riskinin yüksek olması bu maliyeti daha da artıracaktır.
İstihbarat raporlarında en az 250 bin kişi Türkiye’ye göç edebileceği vurgulanıyor. Ne dersiniz; başımıza yeni bir dert mi açılıyor?
Bu durumda bence en iyi yöntem belki de sayıları çatışmaların şiddetine göre 500 bini geçebilecek sığınmacı akınının Türkiye-Suriye hudut hattının Suriye tarafında karşılanması ve bu tampon bölgelerde oluşturulacak güvenli bölgelerde sığınmacıların barınma ve beslenme ihtiyaçlarının karşılanması olacaktır. Bu yöntemle hâlihazırda Suriyeli göçmen sayısı 3.5 milyonu bulan ülkemizin daha fazla sığınmacı yükü almamakla birlikte, çatışmalardan kaçan sivillerin arasına sızabilecek terör örgütü elemanlarını da sınır ötesinde tutarak güvenlik riski en aza indirilebilir. İdlib’den Türkiye’ye doğru yaşanacak kitlesel bir göç hareketinden faydalanarak ülkemize giriş yapmak isteyecek yabancı teröristlerin de olabileceğini hesaba katmak gerekiyor. Geniş bir kitleye karışarak öncelikle Türkiye’ye ardından da diğer ülkelere sızmaya çalışabilecek yabancı teröristlerin varlığı da olası bir göçün sınırlarımız ötesinde durdurulması gerekliliğini güçlendiriyor.
İdlib'in bugüne kadarki en çetin yer olduğu söylenebilir mi?
Eğer geniş kapsamlı bir operasyon kararı verilirse İdlib’de çatışmalar daha yoğun ve sert olacaktır. Sayı olarak yaklaşık 100.000 silahlı kişinin aynı bölgede bulunduğunu göz önünde bulundurursak İdlib bölgesine düzenlenecek bir operasyonun sonucu Sayın Dışişleri Bakanımızın da belirttiği “felakete” dönüşür. Aynı zamanda İdlib’in ülkenin en kalabalık yerleşim yeri haline geldiğini, nüfusu 3.5 milyona yakın bir bölgede sivil halkın silahlı gruplar ve terör örgütleri arasında sıkışıp kalacağını, sivil kayıpların büyük rakamlara ulaşacağını da hesaba katmak gerekiyor.
İdlib çalışmanızda PKK/PYD terör örgütünün olası bir operasyonda denkleme dahil olma talebini vurguluyorsunuz. İşler daha da karışmaz mı?
Zeytin Dalı Harekâtı’nda Afrin’i kaybeden PKK/PYD, ilçenin sınırlarına yeniden yerleşmeyi planlıyor. Hatta yaşadığı hezimeti kapatabilmek adına, İdlib operasyonunda aktif rol alarak, Afrin bölgesini yeniden ele geçirebilmenin hayalini kuruyor. Suriye rejimi ile PKK/PYD’nin maske kuruluşu Suriye Demokratik Güçleri’nin Şam’da düzenlediği bir dizi görüşmede, PKK/PYD’nin Afrin’in de operasyon alanına dahil edilmesi durumunda İdlib’de düzenlenecek operasyonlara destek verebilecekleri şartını öne sürdükleri bilgileri açık kaynaklara yansıyor. PKK/PYD’nin İdlib operasyonunda yer almak istemesinin ikinci nedeni ise ABD’nin de isteği üzerine rejimle yakınlaşma ve işbirliğini artırarak Suriye’nin geleceğinde söz sahibi olabilmek, müzakere masasında daha güçlü bir şekilde oturabilmek. Üçüncü neden ise kendisini DAEŞ ve DAEŞ türevi radikal terör örgütleriyle mücadele eden en önemli güç olarak konumlandırılmaya ve uluslararası kamuoyundan destek almaya devam edebilmek. PKK/PYD terör örgütünün İdlib’e dahil olma talebinin Suriye Rejimi tarafından da kabul görmeyeceği, Rejimin de PKK/PYD varlığının Fırat batısına daha fazla kaymasına razı olmayacağı, Esad’ın PKK/PYD’yi İdlib operasyonuna dahil etmesinin bölgenin kurtarılmasından çok, bölgenin daha da karmaşık hale geleceğini değerlendireceğini düşünüyorum.