Hürriyet gazetesi yazarı Uğur Meleke, Türkiye'ye futbolcu değil 'aşık' lazım olduğunu belirterek, "Sevilla, Fenerbahçe'nin bugünkü, Galatasaray'ın geçen yılki kadrolarından çok fazla bir bütçeyle kurulmuş değil. Sezon başında en iyi iki oyuncusu Bacca’yı Milan’a, Vidal’i Barcelona’ya satmalarına rağmen nisan tabloları yine harika: Avrupa Ligi’nde yarı finaldeler. İspanya Kupası’nda finalde. Eğer bu iki yolla Avrupa bileti alamasalar bile yine lig sıralamasıyla Kupa 2’ye gidebilirler. Son 10 yılda 4 UEFA Kupası, bir Süper Kupa, iki de İspanya Kupası kazandılar" dedi. Takımın bu dönemde 7 antrenör değişikliği yaptığını hatırlatan Meleke, "Sevilla'da uygulanan 'sportif direktör' modeli Türkiye'ye uygun mu?" diye sordu.
Uğur Meleke'nin, "Bize futbolcu değil aşık lazım" başlığıyla yayımlanan (22 Nisan 2016) yazısı şöyle:
Önceki perşembe akşamı üst üste 3. Avrupa Ligi Kupası için dev bir adım atan Sevilla, 190 milyon Euro'luk bir ekip.
Yani F.Bahçe’nin bugünkü, G.Saray’ın da geçen yılki kadrolarından çok fazla bir bütçeyle kurulmuş değil.
Sezon başında en iyi iki oyuncusu Bacca’yı Milan’a, Vidal’i Barcelona’ya satmalarına rağmen nisan tabloları yine harika: Avrupa Ligi’nde yarı finaldeler. İspanya Kupası’nda finalde.
Eğer bu iki yolla Avrupa bileti alamasalar bile yine lig sıralamasıyla Kupa 2’ye gidebilirler.
Son 10 yılda 4 UEFA Kupası, bir Süper Kupa, iki de İspanya Kupası kazandılar.
Üstelik bu dönemde 7 antrenör değişikliği yaptılar.
Ama değişmeyen bir şey vardı: O da sportif direktörleri Monchi...
Kulübe Sergio Ramos, Kanoute, Dani Alves, Navas, Reyes, Adriano ve Rakitic gibilerini kazandıran Monchi...
Peki Türk futbolunun kendi Monchi’sini bulma şansı var mı?
Bulmalı mıdır ya da?
Nedir bu sportif direktörlük sahi?
Ne iş yapar?
Avrupa’da her kulüpte var mıdır?
Türkiye koşullarında sportif direktörlük yapmak mümkün müdür?
Nedir bu sportif direktörlük?
Ansiklopedik bir karşılığı olmamakla birlikte, sportif direktörlüğün tanımı aşağı yukarı şu: Sportif direktör, genelde eski teknik direktör ya da eski futbolculardan seçilir; hocayı asiste eder, yönetim kuruluyla köprü vazifesi görür.
Teknik direktör bütün mesaisini idmanlara, taktik çalışmalara ayırdığı için; onun yetişemeyeceği birtakım işler de sportif direktörün alanındadır: Oyuncu izleme ekipleriyle ilişkiler kurar, bütçeye, altyapıya, akademiye kafa yorar.
Genelde teknik direktör seçiminde de bulunur, hatta bulunmalıdır da...
Zira eğer sportif direktörün, teknik direktör seçen masada olduğu bilinirse, yeni gelen hoca da tam bir güven hisseder; sportif direktörle çatışma içine girmez.
Türkiye'ye uygun mudur?
Kesinlikle evet. Hem de bu ülkenin sportif direktöre ihtiyacı, İngiltere’den filan birkaç kat fazla.
Ligdeki 18 takım içinde geçen yılki teknik direktörüyle yola devam eden yalnızca 3’ken, kulüplerin anlayış istikrarını sağlayacak yegâne pozisyondur sportif direktörlük.
Bu kadar teknik direktör hareketini yavaşlatabilecek adam da ‘sportif direktör’dür aslında.
Çünkü futbol tecrübeleri olmayan kulüp yöneticilerinin teknik direktörün başarısını ölçmede kullandıkları metot yanlış olabilir.
Ki bir ligde bir sezonda 30 teknik direktör çalışıyorsa, bu metodun doğru olduğuna kimse beni ikna edemez.
Futbolun içinden gelen bir sportif direktör, teknik adamın başarısını doğru ölçme konusunda da yönetim kurulunun ufkunu genişletebilir.
Belki de yönetim kurulunun 9’uncu haftada göndereceği bir hocaya sportif direktörün kazandıracağı bir 8 hafta, daha fazla ‘4 yıllık G.Saray-Terim’ evliliği yaşatabilir Türk futboluna...
Peki neden uymadı ki bir türlü bize?
Türkiye’de sportif direktörlük kurumunun tam olarak yerleşememesinin altında iki güçlü neden yatıyor: Birincisi, teknik direktörün sportif direktörü bir tehdit olarak görmesi.
Oysa Sevilla’nın dâhi sportif direktörü Monchi, pozisyonunu şöyle tanımlıyor: “Ben kendimi antrenör için bir araç olarak görüyorum. Emery, bana istediği futbolcunun özelliklerini söyler, ekibimle o özellikte oyuncu ararım ben de. Sportif direktörün temel vazifesi, antrenörle koordinasyondur zaten.” İkinci sorun da, kulüp başkanlarının bu pozisyonu ekstra bir maliyet olarak görmeleri.
Dünyanın dört bir yanına maç izlemeye adam göndermeyi masraflı görmeleri Monchi, bunda da farklı düşünüyor: “Dünyanın hiçbir yerinde oyuncu izleme ajanımız yok. Sevilla merkezli küçük bir ekibiz, gerektiğinde Belçika’da, Fransa’da veya Şili’de maç izliyoruz. Dünyanın bütün ligleri televizyonda ve internetteyken gerçekten Güney Amerika’da arama-tarama ekibimiz olduğunu mu sanıyordunuz siz?”
Bu ülkenin kendi Monchi’lerini çıkarması gerektiğini düşünmeme neden olansa çok naif bir öyküydü aslında.
Yine Monchi anlatıyor: “Rakitic’in Bundesliga performansından etkilenmiştim. Hayır, sadece futbolcu olarak değil, karakter olarak da. Sevilla kentine ve takıma aidiyet duyacağını hissetmiştim bu genç çocuğun. Beni yanıltmadı: Sevilla’daki ilk gecesinde oturduğumuz restoranda bir garson kız ile tanıştı. Genç kızın adı Raquel’di... Halen görüşüyoruz Raquel’le. Ve tabii eşi Rakitic ve çocukları Althea ile birlikte.”
Sevilla nasıl Sevilla oldu sahi?
Dani Alves’leri, Rakitic’leri nasıl buluyor?
Tüm dünyada yüzlerce adamları mı var maç izleyen?
Futbolcu mu transfer ediyorlar kente, yoksa insan mı?
Rakitic nasıl oldu da uyum sağladı bu Barcelona’ya yahu?
Peki Arda da aynı mı hissediyor Rakitic’le?
Nasıl seçiyorlar oyuncuları, karakterlerini de izliyorlar mı?
Cevap tek bir küçük öyküde gizli sanırım: Bir kulübe sadece iyi futbolcular değil, aşık gençler lazım...
Yazının tamamını okumak için tıklayın