Gündem

10 gazeteden 18 köşe yazarı gündem hakkında ne yazdı?

Cengiz Çandar: Mısır’daki gelişmelerle birlikte ‘mağduriyet’ ve ‘mazlumiyet’ zırhına bir kez daha bürünerek, görülmemiş bir ‘zalimlik’ ve ‘gaddarlık’ yapabilecek bir kitle türüyor Türkiye’de

16 Ağustos 2013 11:28

 

Sedat Ergin – Hürriyet
Kürt açılımında karar zamanı yaklaşıyor


Hükümet, muhtemeldir ki, önümüzdeki haftalarda hazırlıklarını sonuçlandırıp kamuoyuna bir açıklama yapacak. Bu paket Kürt sorunu dışında başka alanlara ilişkin düzenlemeler de içerecektir. Burada şöyle bir durumla karşılaşmamız şaşırtıcı olmamalıdır: 
Bu paket Öcalan’ın, Kandil’in ve BDP’nin beklentilerini karşılamaktan uzak, hatta bir hayli uzak olabilir. Ama bu haliyle bile, bu aktörlerin Kürt hakları açısından kazanım olarak göreceği, kolay kolay ‘Hayır’ diyemeyecekleri iyileştirmeler de getirebilir. 
Bu takdirde Kürt siyasi hareketi Erdoğan’ın sınırlı tutacağı bir esnekliğe nasıl karşılık verir? Bu konudaki soruma Demirtaş’ın yanıtlarından aldığım izlenim, Kürt hareketinin başlamış olan süreci tümden koparma riskini pek göze alamayacağını gösteriyor. Demirtaş, bütün olumsuz ihtimallerin sıralanmasına karşılık, yine de “silahlara dönüş olmaması için çalışacaklarını” ifade etti.
Peki 15 Ekim’e gelindiğinde hiçbir ilerleme sağlanmazsa ne olur? Demirtaş, Öcalan’ın bu takdirde muhtemelen görüşmelerden çekilip “Devlet istiyorsa gidip Kandil’le görüşebilir” diyeceğini aktardı. Kuşkusuz böyle bir çıkış, Öcalan açısından Ankara’ya önemli bir “rest” olur.

Yazının tamamını okumak için tıklayınız

Aslı Aydıntaşbaş - Milliyet
Kendi ölüsüne ağlayanlar ülkesi


Anladığım kadarıyla bu günlerde MİT heyeti, İmralı’da yeniden Öcalan’la müzakere halinde. Adına ‘yol haritası’ denmese de, artık çözüm sürecinde atılacak somut adımlar konuşuluyor. Ama MİT’in konuşması yetmiyor. (Şu zamana kadar 50’den fazla görüşme olmuş Öcalan’la ). Kürt tarafının asıl bilmek istediği, hükümetin bu adımları atmaya niyeti olup olmadığı...

Demirtaş, dün bir araya geldiği gazetecilere 2 tarih veriyor. Kürt cephesi, 1 Eylül’e kadar hükümetin ne yapacağı konusunda bir ‘irade beyanı’, 15 Ekim’e kadar da yasal bir adım bekliyor. (Mesela silah bırakan PKK’lıların geri dönebilmesi için bir dönüş yasası.) Başbakan ve kurmaylarının ‘demokrasi paketi’ üzerinde yoğunlaşmasının nedeni de bu.

Demirtaş’ın aktardığına göre, Öcalan ‘kaygılı.’ Hükümetle yaşadığı ufak pürüzlerin süreci tıkamasını istemiyor; ancak hükümet oy ve seçim hesabı yüzünden her şeyi ağırdan aldığı için bu ‘tarihi fırsatın’ kaçmasını da istemiyor. Aradaki zaman açılırsa, işe şeytanların karışacağının farkında. Her şeyin bir yıl içinde hallolmasını istiyor. Demirtaş’a ‘Neden hemen? ’ diye sorduğumda, Öcalan’ın çok çarpıcı bir sözünü aktarıyor: “İleride bölgesel gelişmeler izin vermeyebilir. Kürtlerin önüne yeni fırsatlar çıkabilir. Bu meseleyi ‘biz bize’ çözme fırsatını bir daha yakalayamayabiliriz.”

Yazının tamamını okumak için tıklayınız

Sami Kohen - Milliyet
Sisi’ye kim “dur” diyecek?


Askeri rejimin sert tutumuna rağmen, Müslüman Kardeşler (İhvan) “pasif direniş” hareketini sürdürmeye kararlı.

Bu durum General Sisi’yi göstericilere karşı gene hunharca davranmaya iter mi, yoksa onun tavrını değiştirmeye mi sevk eder? Birinci şık, Mısır’ı bir iç savaşa kadar götürebilir.

İhvan şimdiye kadar barışçı bir tavır sergilemiştir. Ancak Sisi’ye bağlı kuvvetlerin müdahaleleri bir kısım protestocuları “güce güç kullanmaya” itebilir. Halkın bir kesimini radikalize edebilir... Ve en tehlikelisi, El Kaide gibi terör örgütlerinin bu ortamdan yararlanıp devreye girmesine yol açabilir...

Nihayet, iç dinamikler bağlamında belki şimdiki yönetim veya güvenlik güçleri içinde bir çatlak olabilir, bazı unsurlar bu krizin silah zoru ile değil, diyalog ile halledilmesinden yana bir tavır alabilir. Nobel ödülü sahibi Baradey’in Cumhurbaşkanı yardımcılığından istifa etmesi belki başkalarına örnek olabilir... Ve belki de son trajik olaylardan sonra ilgili taraflar sağduyu gösterip bir araya gelir ve uzlaşmaya çalışır...

Böyle bir senaryo için hep “belki” diyoruz. Sadece bir umut...

Yazının tamamını okumak için tıklayınız...

İlker Demir – Taraf
Ergenekon, yeni sol kültür, Arınç


Ergenekon davaları daha çok tartışılır. Tartışma bitmez Türkiye’de. Ama asıl tartışılması gereken, tartışmaların yolu yordamı, yani tartışmalara egemen olan kültür ve egemen dildir ve bu tartışılmaz. Dolayısıyla tartışmalardan bir ortak payda çıkmaz. Çünkü Türkiye’de tartışmadan amaç, iletişim, ortak payda değil, kendi görüşünü hâkim kılmadır. Burada tartışma bir nevi kavgadır. Ta evlerde, ortaokulda alınan münazara kültürü, olayları yorumlamada, sorunları analizde etkilidir. Öğrenilen, çözüm değil, puan almadır. Hep eğri büğrü ya, beklenti, ‘uyanık olma’nın bir tür hırsızlık olduğu bilince çıkarılmadan, ‘ekmediğin yerden biçeceksin’ yönündedir. Puanı/parayı al da, nasıl alırsan al. İster arkaya dolan, ister öne, bir yolla, ama hileni belli etmeden. ‘Karda yürü izini belli etme!’ Anlayış bu. Sağ ayağını kaldırarak söylersen yalanı, yeminin de bozulmaz; önü açılan manevi ‘ceza’dan ‘kurtuluş’ uyanıklığı, ama esasında dürüstlüğün çözülmesi ve geçerli vizyona, koşullara intibakta her yol ‘Ankara’/mubah rotası. E, o ünlü söz de bir imdat kılavuzu olarak kullanılırsa buna, “Zaman sana uymuyorsa, sen zamana uy” diye, siyasallaşmamış dindarlara da kapitalizmle entegrasyona yol aralanır. Ağızlar dolusu karga kılavuz söz, modernitenin/ kapitalizmin verdiği ahlak ve kültür, yıllardır beyin yıkar. Şimdi çapak, kir ve örümcek dolu bu çarpık kültürel birikimden adil bir tartışma ve bu tartışmadan da adaletli bir sonuç beklenebilir mi?

Yazının tamamını okumak için tıklayınız

Amberin Zaman – Taraf
Mısır’daki katliam ve AK Parti’ye düşen


Mısır’da cuntacıların imza attıkları insanlık suçunu başta Amerika olmak üzere Batı engelleyebilir miydi? Darbe yapıldığında adını koyarak her yıl verdiği 1,3 milyar dolarlık askerî yardımı kesme tehdidinde bulunsaydı Washington Sisi’yi durdurabilir miydi? İsrail’in güvenliğini her şeyin önüne koyan Ortadoğu politikası etkilenecek mi? Bu sorular uzun süre tartışılacaktır. Ancak Mısır’daki kan banyosu faturanın tümünü Batı’ya çıkartma kolaycılığı bizleri hiçbir yere vardırmaz.

Arap dünyası üzerine analizler yayınlayan The Arabist isimli saygın sitede Issandr El Amrani’nin iddia ettiğine göre Mısır’da ordu kadar orduyu destekleyen liberal görünümlü elitlerin çoğunluğu bunu açıkça itiraf etmeseler de Müslüman Kardeşler’i bertaraf etmenin tek yolunun şiddet olduğuna inanıyorlar. Ve Müslüman Kardeşler’i şiddete yeniden sarılmalarına teşvik ederek bu kez onlara karşı yürütülen mücadeleye meşruiyet kazandırmak istiyorlar. Mısır’da derin devlet hâlen dipdiri. Ne yazık ki daha çok kan akacak Mısır’da. Dünyanın gözü Tahrir ve Adeviye’de ancak Sina Yarımadası da kaynıyor. Bölgenin Mısır’daki krizden bağışık kalması mümkün görünmüyor. Orta Doğu yakın gelecekte ne sulha ne de demokrasiye kavuşur. Kıpti Hıristiyanlara yönelik saldırılar meseleyi daha da çetrefil hâle getiriyor ve Batı’nın “İslam ile demokrasi birlikte yürümez” algısına su taşıyor.

Yazının tamamını okumak için tıklayınız

Oral Çalışlar – Radikal
Demirtaş: Öcalan detaylara takılmıyor


BDP heyetlerinin İmralı’ya her gidişinden önce, bir MİT heyeti veya devlet bürokrasisinden bir heyet geliyor ve bundan sonrasına ilişkin ne yapılacağına dair bir mutabakat sağlanıyor. Demirtaş’ın izlenimine göre; neler yapılacağı konusunda, Öcalan ve gelen heyet arasında büyük ölçüde bir mutabakat oluşmuş durumda. Tabii ‘mutabakatın hayata geçirilmesi’ için siyasetin karar vermesi gerekiyor. 

Beklentinin gelip dayandığı ilk nokta, 1 Eylül. O tarihe kadar, hükümet, neler yapabileceğini açıklayacak. 15 Ekim’e kadar ise ‘yapılacak olanların yasalara dökülmesi ve siyaseten benimsenmesi’ sağlanacak. “Bu tarihler sarkarsa...” noktasında, Demirtaş’ın değerlendirmesi, “Tabii ki küçük sarkmalar olabilir” şeklinde.  

“AK Parti’nin yerel seçimlerde yenilgiye uğratılması amacıyla kurulması muhtemel cephenin içine BDP katılabilir mi?” Demirtaş’ın cevabı açık: “Biz BDP olarak, AK Parti yandaşı veya karşıtı bir cephe içinde olmayacağız... Seçimimiz, yerel yönetimlerin halka en iyi nasıl hizmet edeceği üzerinden olacaktır. Tavrımızı yerel koşullara göre belirleyeceğiz.” 

Yazının tamamını okumak için tıklayınız

Cengiz Çandar – Radikal
Kahire’deki katliamın Türkiye’ye kötü yansıması…


Mısır’daki gelişmelerle birlikte ‘mağduriyet’ ve ‘mazlumiyet’ zırhına bir kez daha bürünerek, görülmemiş bir ‘zalimlik’ ve ‘gaddarlık’ yapabilecek bir kitle türüyor Türkiye’de. Bu kitle, büyük ölçüde, iktidar mücadelesinin keskinleşmesi üzerine, iktidar yitirme kaygısı ve korkusuyla bileniyor. Bilendiği ölçüde, ‘zalimlik’ ve ‘gaddarlık’ eğilimi artıyor. 

Mısır’da askeri darbe yönetiminin, Müslüman Kardeşler’e reva gördüğü katliamın aynısını, ‘karşıtları’na, hasım bellediklerine ya da kendilerine öyle tanıtılanlara yapmakta bir an için tereddüt etmeyecek bir vicdansız, gözü kararmış bir kitle, iktidar partisinin çevresinde oluşuyor. 
Mısır’daki katliam, Müslüman Kardeşler üzerinde, Mısır’daki İslami hareket içinde ‘radikalleşme’yi üretmeden önce, Muhammed Mursi ve Müslüman Kardeşler’le dünyada hiç kimsenin tutmadığı kadar kesin ve katı bir saf tutan Türkiye’deki iktidar bloku sayesinde, Türkiye’de bir ‘azgın radikalleşme’ üretiyor. 

Yazının tamamını okumak için tıklayınız


Hayrettin Karaman – Yeni Şafak
İki yol da yanlış


İster bir kısım halkın ayaklanması, şiddete başvurarak, yakıp yıkarak, öldürüp yaralayarak duruma hakim olması ve seçimle işbaşına gelen iktidarı alaşağı etmesi, yerine kendilerinin veya istedikleri bir grubun gelmesi şeklinde olsun, ister bütün bunlara benzer haksız ve hukuksuz eylemleri asker yapmış olsun her iki yol da yanlıştır.

Doğru ve meşru olan yol hangisidir?

Laik demokrasilerde iktidarın yaptıklarını beğenmeyenler serbestçe tenkit haklarını kullanırlar, kanunlara uygun olarak toplantı ve gösteri yaparak itirazlarını kamu oyuna sunarlar, sivil toplum kuruluşları ve partiler olarak yanlış ve doğru hakkındaki düşünce ve tercihlerini açıkça söyler ve savunurlar; bütün bunları ya iktidarın yanlışlarını doğrultmak veya bir sonraki seçimlerde mevcut iktidarı düşürmek için yaparlar. Nihayet seçim tarihi gelir, sandık ortaya konur, iktidar ve taraftarları da düşünce ve projelerini seçmenlerle paylaşırlar. Seçim sonucunda ya muhalefetin dediği olur, iktidar değişir veya iktidarın dediği olur onlar yönetime devam ederler. Laik demokratik hukuk devletlerinde başka bir meşru yol yoktur.

Yazının tamamını okumak için tıklayınız

Süleyman Gündüz – Yeni Şafak
Özgürlük ve adalet olmazsa?


Yeni milenyumda algılar ve davranışlar değişti.

Hükümetler, sivil ve askeri bürokrasi bunu kavramakta zorluk çekiyor. Bireyler, düşüncelerine ve tercihlerine saygı gösterilmesini istiyorlar. Hükümetler ise bireyleri kendi bürokratları, darbeciler de askerleri gibi görmeye devam ediyor. 'Gösterileri veya eylemleri sonlandırın' talimatına 'baş üstüne efendim' sözünü bekliyorlar. Artık baskıyla ve talimatlarla yönetmenin devri geride kaldı. İslam dünyasındaki yöneticilerin veya darbecilerin de anlamadığı bu.

Totaliter, baskıcı ve tek tip birey arzulayan düşüncelerin sonu geldi. Daha katılımcı ve paylaşımcı bir dönem başladı. Bireyler ister azınlık ister çoğunluk olsun kendilerine saygı gösterilmesini, düşüncelerini ve eleştirilerini korkusuzca dillendirmeyi talep etmektedirler.

Katılımcı ve paylaşımcı demokrasi talebi sadece Orta Doğu'da veya az gelişmiş ülkelerde değil; kadim demokrasilerde de ortaya çıkmaktadır.

Yazının tamamını okumak için tıklayınız

Murat Aksoy – Yeni Şafak
Beyaz Türklerin yerini kim alacak?


Görünen o ki, Mısır'ı ve gelecekte başka Kuzey Afrika ülkelerini çok yazıp, çok konuşacağız. Ne Mısır ne de başka ülkelerde, toplumsal taleplere dayanmayan, toplumsal çoğulculuğu yok sayan ve hedefi, toplumu kendi kafasındaki tek doğruya, tek kimliğe ve tek kültüre göre şekillendirmek olan toplum mühendisliği projelerinin geleceği yok.

Geçmişte olmadı, gelecekte de olmayacak. Bu yüzden Mısır'da darbeci Sisi yönetimi demokratik talepleri şiddetle bastırabilir ama toplumsal değişim taleplerini erteleyemez. Toplum, mühendisliğin çok önündedir. 

Yazının tamamını okumak için tıklayınız

Hüseyin Gülerce – Zaman
11 maddelik açıklamanın önemi…


Onursal başkanlığını Muhterem Fethullah Gülen Hocaefendi’nin yaptığı Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’nın, 11 maddelik açıklaması, tahmin edildiği gibi hem ses getirdi hem de bazılarınca körük sallanan bir fitneyi önleme adına isabetli oldu. Yüzde 50 oy almış iktidar partisi ile hayır, huzur, istikrar ve demokratikleşme için gönüllü olmuş, fedakârlık yarışına girmiş milyonların arasını açmaya kalkmak düpedüz fitnedir.

Vakfın açıklamasına; “söz konusu iddialar, çoğunlukla sosyal medyada yer alan ve herkesin duyduğu-bildiği şeyler değil, abuk sabuk dedikodulardan ibaret. Bunlara cevap vermeye değmezdi” eleştirisini getirenler oldu. Bu eleştiriye katılmak mümkün değil. İki sebepten; birincisi, çamur at izi kalsın gerçeği. Ayyuka çıkmış, fısıltı gazetelerine manşet olmuş iddialar, iftiralar ve karalamalar karşısında sustuğunuzda, bunları doğrulamış gibi olursunuz. Sükût ikrardan gelir, diye buna deniyor. İkincisi, suskunluk; hem iktidar hem de Hizmet Hareketi içindeki hasbi ve makul büyük çoğunluğu, bir süre sonra üzüntü ve tedirginliğe sürükler. İnsanlar, “ne oluyoruz, neden bir şey yapılmıyor, bu iftira, dedikodu ve karalamalara, bu fitneye dur denmesi gerekmez mi?” diye kaygılarını dile getirirler…

Vakfın açıklamalarında üslup son derece dikkatli. Hükümete kafa tutma yok, “her zaman biz haklıyız, eleştiri kabul etmeyiz” tavrı yok. Tam tersine, insanın olduğu yerde hata olur, denilerek; “Hizmet Hareketi’nin, yapıcı eleştiriler getirilmesine sonuna kadar açık olduğunun, bunları dile getirenlere samimiyetle teşekkür edileceğinin” altı çiziliyor…

Yazının tamamını okumak için tıklayınız

İhsan Dağı - Zaman
Rasim Abi’yi dinleyecekler mi?


Mısır cuntasının son haftalar boyunca denediği katliam teşebbüsleri, onu oraya getiren güçlerin cunta üzerinde ne denli etkili olduğunun göstergesi olarak kabul edilmelidir. 14 Ağustos 2013, Çarşamba sabahından itibaren başlayan son katliam faciası durumun ne kadar kritik olduğunu gözler önüne seriyor.

Şimdi meşru iktidarın sahipleri ve onun meşru Cumhurbaşkanı Mursi yanlılarının da tuttukları yolda ne denli kararlı oldukları görülüyor.

Acaba biz politikadan ne anlıyoruz? Politika (diplomasi) kuru bir inatlaşmadan mı ibarettir, yoksa probleme çözüm arayışını kolaylaştıracak zemin oluşturma gayreti midir?

Yazının tamamını okumak için tıklayınız

Mümtaz’er Türköne – Zaman
Müslüman kanı


Mısır iç savaşa doğru sürükleniyor. Suriye’de kanın ne zaman duracağını henüz kimse kestiremiyor. İki İslâm ülkesinin arasına sıkışmış İsrail rahat nefes alıyor. Mısır ve Suriye’de Müslüman kanı akmaya devam ettikçe, İsrail güven içinde olacak. Batı’nın derin sessizliğinin arkasında yatan reel-politik hesap bu kadar basit. Nasıl olsa dökülen Müslüman kanı. Dökenler de Müslümanlar.  General Sisi’yi gözü dönmüş câni, katil gibi sıfatlarla haklı olarak yerden yere vurabilirsiniz; peki imanını sorgulayabilir misiniz? Müslüman kanı Müslüman’a haram; döken günaha girer. Peki kâfir olur mu? Ezher şeyhi, darbeye ilk onay verenlerden değil miydi?  Kahire’de olsanız Adeviyye’de, Nahda’da önceki gün savunmasız insanların üzerine, aldıkları emre uyarak yaylım ateşi açan askerlerle yarın camide cuma namazı kılarken aynı safta yan yana gelmeniz pekâla mümkün.

Batı’nın hesabının bu kadar basit ve sağlam olmasının sebebi yine Müslümanlar değil mi? Kim veriyor bu fırsatı Batı’ya?

Yazının tamamını okumak için tıklayınız

Güngör Mengi – Vatan
Karayılan da Eylül dedi


Kimlik ve demokratik hak talepleri artık belli bir gerçekleşme seviyesine dayanmıştır.

Dört ülkeye yayılmış Kürt aydınları tabanlarını şuna ikna etmek zorundalar ki, terör geri tepen bir silâhtır.

Ölçü kaçırıldığı, tehdit ve şantaj geri getirildiği takdirde, yıllarca süren emeklerin karşılığı olan haklar kayba uğrayacak, onun öfkesi ilişkileri yeniden bozacaktır.

PKK’nın elebaşılarından Karayılan’ın ciddiye alınması gereken uyarıları medyaya yansıdı.

Çözüm sürecinde ikinci aşamanın Eylül ayına dek tamamlanması gerektiğini söylüyor, aksi halde tehlikeli bir sürece kapının aralanacağı uyarısını yapıyordu.

“Hükümet iradesini ortaya koymalıdır. Olmazsa Kürtler de farklı seçenekler üstünde yoğunlaşmak zorundadır” diyordu.

Yazının tamamını okumak için tıklayınız

Yalçın Akdoğan – Star
Teslimiyet ile yok oluş arasında


Son katliamla Mısır’da demokrasi inşa edildiği yalanı külliyen çökmüştür. Vatandaşına silah doğrultan, milletin iradesine ve varlığına tahammül edemeyen bir anlayış demokratik bir düzen kuramaz. Artık kimse demokratik geçiş süreci gibi palavralara inanmaz. Darbe işbirlikçilerinin başka Müslüman Kardeşler olmak üzere halkın iradesine ve sandıktan çıkacak sonuca rıza göstereceğinin garantisi yoktur.

Peki batı güdümlü, asker vesayetli yönetimler bölgede nasıl ayakta kalacaklar, halksız iktidarları nasıl sürdürecekler?

Hamas’ı, İhvan’ı, diğer ülkelerdeki İslamcı partileri yok sayarak, onları marjinalliğe ve radikalizme iterek bölge huzura erebilir mi?

Yazının tamamını okumak için tıklayınız

Güray Öz – Cumhuriyet
Mısır’da kardeş kavgası


Mısır’da olup bitenleri yalnızca darbecilerin giriştiği katliamı kınayarak, yalnızca ona bakarak anlayamayız. Tarihinde ilk kez demokrasiyi sokakta yaşayarak denemeye hazırlanmıştı Mısır. Tahrir demokrasisi halkın isteklerini yansıtıyordu. Hızla bastırılmasının ve iktidarın demokrasiyle hiçbir ilgisi olmayan şeriatçı Müslüman Kardeşler’e sunulmasının nedeni de buydu.“Bahar” devrime dönüşüyor, demokrasi istemi gerçekten yükselecek gibi görünüyordu.
Sisi’nin harekete geçmesinin, kıyım kararı almasının nedeni budur. Mısır’da iktidar söz konusu olduğunda kardeş falan dinlenmez. Şimdiki kavga bu nedenle gerçekten de kardeş kavgasıdır ve Sisi, Mursi’nin gerçekten kardeşidir. 
Devrim ise bir kere daha Mısır’ın ve 22 milyon Mısırlının elinden çalınmıştır.

Yazının tamamını okumak için tıklayınız 

Hikmet Çetinkaya – Cumhuriyet
Darbeler can yakar

Kahire’de insanlar ölüyor...
Irak’ın işgalinde de ölmüştü anımsadınız mı? Mavi Marmara gemisinde de...
İdeolojileri, ırkları, dinleri, mezhepleri ne olursa olsun ölenler için içim acır...
Mısır’da ölenler için de, Suriye’de, Tunus’ta, Libya’da ölenler için de...
Hem darbeleri lanetlerim hem de kör terörü...
Aleviler, Şiiler öldürüldüğünde, ciğerleri sökülüp yenildiğinde içim acır;Kahire’de Sünni İhvancılar vahşice katledildiğinde de...
Gezi Direnişi’nde ölenler için gözyaşı dökülürken yok camide içki içildi,bilmem ne yapıldı, başörtülü kadına saldırıldı yalanının arkasına sığınanlara, Mısır’daki kıyıma “insanlık dışı” diyenlere de hiç güvenmem...
İster sevin ister sevmeyin, ben böyleyim işte!
Ne yapayım

Yazının tamamını okumak için tıklayınız

Umur Talu - Habertürk
Cinlik, şeytanlık, dilsizlik!

“Dilsiz Şeytan Anketi” yapmak en doğrusu:
Darbeler, katliamlar, haksızlıklar: Tek tek işaretleyeceksin, susup susmadığını. Bağırıp, bağırmadığını. Ne yana yattığını., ne yanda iki büklüm kaldığını.
İster Mısır’dan başla, ister Türkiye’den. Öyle, 27 Mayıs’tan 28 Şubat’a atlamayacaksın.
27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül, 28 Şubat, 27 Nisan… Darbe ve muhtıralar?
Ermeniler, Dersim, Çorum, Maraş, Bingöl, Sivas, Başbağlar, Uludere ve ötekiler?
Tüm idam sehpaları?
Binlerce infaz, binlerce kayıp, binlerce sürgün, binlerce mahpus?
Alın terinin, emeğin, çocukların rızkının, insanların işlerinin alınması, çalınması, gaspı?
Her daim Afrika; Yunanistan, Cezayir, Naziler, İspanya, Portekiz, Şili, Arjantin, Endonezya, Sudan, Bahreyn, Irak, Suriye, Filistin, Pakistan, Afganistan, diğerleri?
Ülkenizdeki haksızlıklar karşısında, geçmişte veya bugün susan, susturulan gazeteciler?