T24 - Şemdinli'de şehit edilen 11 askerin ardından TSK, Meclis Başkanı, Başbakan ve muhalefetten çeşitli tepkiler yükseldi. Yeni Şafak gazetesi yazarı Kürşat Bumin, devletin zirvesinden yapılan bu açıklamalara dikkat çekerek, siyasilerin konuşmalarının nerelere varacağını irdeledi.
Kürşat Bumin'in Yeni Şafak gazetesinde "10 delikanlı 'demokrasimiz' geliştiği için mi öldü?" başlığıyla yayımlanan (20 Haziran 2010) yazısı şöyle:
10 delikanlı 'demokrasimiz' geliştiği için mi öldü?
Bir günde 10 şehit!
Bu ülkenin "normal" bir diyar olmadığı apaçık.
Ama hemen her konuda olduğu gibi bu kahredici olaya ilişkin de laf çok...
Her cenah kendi açısından ülkede bir şeylerin tükendiğini ilan ediyor. Son günlerde yokluğundan en fazla şikayet edilenlerin başında "hukuk" geliyor.
Madem bugünlerde âdet böyle, ben de şunu ilan edeyim: Bir günde 10 şehit, - diğerlerinden raflarda ne kadar kaldığı ayrı sorun- bu ülkede "siyaset"in de tükendiğinin-sonunun geldiğinin bir delili değil midir?
Dün Genelkurmay'ın sitesinde yer alan son "Bilgi Notu"nda 10 şehitle (daha doğrusu 8 şehitle, çünkü son iki gencin şehitlik sırası henüz gelmemişti) ilgili üç beş bilgi verilip "Çatışmada on iki terörist etkisiz hale getirilmiştir" şeklinde bir hatırlatma yapıldıktan sonra metin şöyle sonlandırılmıştı: "Kamuoyuna saygı ile duyurulur."
Ne "soğuk" bir dildir bu böyle...
"Kamuoyuna saygı ile duyurulur"muş...
Bir günde 10 şehit ve arkasından "saygı ile duyurulur"...
Şehit çok olunca hakkında sarf edilen laf da çok oluyor haliyle.
Cumhurbaşkanı, "Halkımızın demokratik standartlarının yükselmesini kendisine tehdit olarak gören terör örgütü, bu son hain saldırısıyla gerçek yüzünü ve amacını bir kez daha herkese göstermiştir" diyor.
Demek ki "bir günde 10 şehit" verilmesinin gerçek nedeni terör örgütünün "halkımızın demokratik standartlarının yükselmesini kendisine tehdit olarak görmesi"dir. Bilmiyorum, siz bir şeyler anlamışsınızdır belki ama bu denklem bana "içinden çıkılamaz" derecede korkutucu görünüyor. "Bir günde 10 şehit"in asıl nedeni sözü edilen "standartlar" ise, biz bu işten bir an önce vazgeçelim derim. Yani, eğer "bir günde 10 şehit" vermemenin koşullarından birisi "standartlar"ın yükselmemesi ise, varsın standartlar da yerinde kalsın derim...
Yine Cumhurbaşkanı: "Bu saldırıların, devletimizi ve milletimizi zayıflatacağını, halkımızın huzur ve güvenliğini bozacağını düşünenler, büyük gaflet içindedirler."
Tamam öyle olsun... Ama bana göre açıklamanın bu faslı da problemli. Çünkü bana göre sonuç "bir günde 10 şehit" ise, milletimizin bu olayı "zayıflamadan" atlatabilmesi imkansızdır. "Devletimizin" zayıflayıp zayıflamayacağını bilemem, ancak "milletimiz", "devletimiz" gibi sadece "manevi şahsiyet"ten ibaret olmadığı için bir günde 10 delikanlıyı şehit vermesi onu tabii ki zayıflatır; "halkımız" olarak da tabii ki bu olaydan dolayı "huzuru ve güvenliği" bozulur.
TBMM Başkanı bu sefer farklı bir tepki vererek, Genelkurmay'dan "tatmin edici bir açıklama" beklediğini söylemiş. İddiaya girmem ama bana göre Şahin'in zihnini de benim gibi , Genelkurmay'ın "Bilgi Notu"nda yer alan "Kamuoyuna saygı ile duyurulur" final cümlesi meşgul etmiş sanki...
Bu durumda Genelkurmay ne yapsın, "tatmin edici bir açıklama"yı nasıl yapsın? Dünya âlem "bir günde 10 şehit" derken o daha "Bilgi Notu"ndaki şehit sayısını 8'den 10'a çıkarmamış.
Başbakan ise yaptığı açıklamada "Fitneyi bertaraf etmek için her türlü bedeli ödemeye hazırız" diyor. Başbakan'ın bu sözlerinden -Allah esirgesin- "bir günde 10 şehit" haberleriyle daha çok karşılaşabileceğiz gibi bir anlam çıkardım.
Başbakan, sözlerini şöyle sürdürmüş: "Hangi güçler adına taşeronluk yaptığı aziz milletimiz tarafından yakından bilinen terör örgütü..."
Başbakan haklı, "terör örgütü"nün tarihinde "taşeronluk" yapmış olacağını bu ülkedeki her sağduyulu vatandaş gibi ben de düşünüyorum. Ama bu örgütü sadece "taşeron" olarak nitelemenin doğru bir tespit olduğunu sanmıyorum. Ayrıca "aziz milletimiz"in PKK'nın "hangi güçler adına taşeronluk yaptığı"nın "yakından" bilindiği söyleniyor. Oysa ben "aziz milletimiz"in bir ferdi olarak –bütün samimiyetimle söylüyorum- söz konusu "güçler"in bugün itibariyle kimler olduğunu gerçekten bilmiyorum. Bu "güçler" ABD midir? Yoksa AB, ya da İsrail filan mıdır? Bu konuyu uzatmamın nedenini de açıklayayım: "Taşeron" olmakla tarif edilen bir "terör örgütü" ile mi mücadele edilecektir, yoksa sırasında taşeronluk yapmış olsa da bambaşka nedenlerden dolayı oluşmuş bir silahlı örgütle mi? Tarifi doğru yapmadan çözüme ulaşabilmek mümkün mü?
Son olarak "bir günde 10 şehit" verilmesiyle ilgili Ak Parti milletvekili Dengir Mir Fırat'ın açıklamasından bir iki satıra dikkat çekmek istiyorum.
Dengir Mir Fırat: "Terörün hangi tarihlerde tırmandığına bakalım. Üst üste koyduğunuz zaman enteresan bir netice ile karşılaşırsınız. Ne zaman Türkiye'de insan hakları yönünden adım atılmışsa mutlaka terör olayları tırmanıyor..."
Bana göre bu sözler de –tabii ki istemeden- yanlış sonuçlara yol açabilecek niteliktedir. Toplumun hiç değilse önemli bir bölümünün bu sözlerden "Başımıza ne geliyorsa insan hakları-demokrasi yönünde atılan adımlardan geliyor" gibi bir sonuç çıkartması mümkün çünkü. Fırat'ın aklı başında her insanın onaylayacağı şu sözleri de –korkarım- yanlış yorumlanmaya müsaittir:
"Yapılmak istenen şey müspet gelişmelerin önünü kesmektir. Panzehiri daha çok demokrasi daha fazla özgürlüktür. Ne zaman artıyorsa terör olayları artıyor. Demek ki bu onları rahatsız ediyor. Rahatsız ettiğine göre bunu yapmakta devam etmek zorundayız."
Söylediğim gibi, "daha çok demokrasi"den bir "panzehir" olarak söz edilmesi çok yerinde bir tespit. Ancak –bir kere daha- toplumun bu bileşik kaplar olgusundan "Demokrasi de bitsin, terör de bitsin!" gibi korkutucu bir sonuç çıkarabileceği ihtimalini de unutmayalım.