İyi haberler ve kötü haberler

Bugünün iyi haberi: Ekim ayı dosyası, polisiye yayında. Dünün kötü haberi: Sennur Sezer aramızdan ayrıldı. Yakında: Kasım ayı umut ayı…

08 Ekim 2015 15:24

Bayram tatili ve teknik bazı düzenlemelerimiz nedeniyle bu ay bir hafta ertelemiştik dosya yayınımızı. İşte, bugün yayında. Sorumuz:  Polisiye edebiyat bugüne nerelerden geldi? Ve nereye gidiyor?

Aslında bu sorudan önce polisiye edebiyata dair bir dosya yapmayı düşünmüştük fakat derine inip, geçmişi merak ettikçe bugünden biraz uzaklaştık. David Selim Sayers Bir Osmanlı polisiyesi başlıklı yazısında Sansar Mustafa Hikâyesi merkezinde bir çalışma yaptı. 

Çok merak ettiğimiz bir konu vardı: O dönemde Osmanlı-Türk polisiyesindeki yapı, ideoloji ve odak neydi, milliyetçilik etkisi var mıydı? Yanıtları ve daha fazlası Seval Şahin’in Osmanlı- Türk polisiyesinin ilk döneminde yapı ve ideoloji başlıklı yazısında. 

Didem Ardalı Büyükarman’ın yazısında ise Osmanlı-Türk polisiyesinin karakteristik özelliklerini madde madde okuyacaksınız. Osmanlı- Türk polisiyesinde ortaya çıkan alt türler ise oldukça ilginç. 

O kadar da uzaklara gitmeyelim bugünlerden de bir şey okuyalım diyenleri ise Perihan Mağden’in yazısını ve verdiği listeyi öneriyoruz. Mağden “Hakiki suç gibisi yok” başlıklı yazısında kışkırtıcı bir liste veriyor. “Hakiki insanların yaşadığı/ yaşattığı vahim (gerçek) olaylar varken; bunların ilmek ilmek dokunmuş fevkalade kitapları dururken- Niye daha azına razı olayım?” diyor Mağden ve kitap önerilerini sıralıyor. 

Nilüfer Kuyaş edebiyat değeri yüksek, nitelikli polisiye roman okumak konusunda ısrarcı haklı olarak. Ve şu sorunun peşinden gidiyor: Dedektif neden modern bir kahramandır?

Polisiye yazarları cevaplıyor: "Polisiye nedir?" başlıklı yazı ise Labirent Yayınları tarafından yayımlanacak olan Cinaî Söyleşiler kitabından alındı. Bu yazıda "Polisiye nedir?" sorusunu Sadık Yemni, Celil Oker, Şebnem Şenyener, Suphi Varım, Barış Uygur, Ahmet Ümit, Esmahan Aykol, Çağatay Yaşmut, Armağan Tunaboylu, Suat Duman, Sibel Köklü, Piraye Şengel, Osman Aysu, Hakan Yel, Ferhat Ünlü, Çağan Özdikenelli ve Cüneyt Ülsever yanıtlıyor... Dosyaya katkısı ve özellikle de bu görüşleri bizimle paylaşan, kitabın da hazırlayıcılarından biri olan Seval Şahin'e teşekkür ediyoruz. 

Bu hafta ayrıca Ethem Baran taşraya; Eray Ak Mustafa Baydar’ın Edebiyatçılarımız Ne Diyorlar kitabına; Ahmet Ergenç Işıl Kocaoğlan’ın Bir Sabah Uyandığımda Yoktum romanına;  Atilla Birkiye ise James Joyce’un Sanatçının Mektupları’na dair yazdı. Kitaplar’da ise Şebnem Soral Tamer’in Bu da geçecek üzerine yazdıkları var...

Sennur Sezer ve umudu beklerken

Önümüzdeki ay şimdilerde herkesin beklediği Kasım. Türkiye için önemli bir ay. Kasım ayının dosyasını da bu “öneme” uygun bir şekilde belirledik. Kızdığımızı söylemek, kızanlara söz vermek için… Belki çok umutlu belki de tersine umutsuz olacak her şey, bilmiyoruz. Yazılar 1 Kasım gününden önce yazılacak ama 1 Kasım’dan sonra yayınlanacak... Ama bildiğimiz bir şey var ki o da tutunduğumuzun ölümden ve savaştan beslenmediği. Kelimelerden, boyalardan, film makaralarından, açılan perdelerden yana umudumuz. Ve umudumuzla, sanat ve edebiyatla direniyor, direnenlere sözü veriyoruz Kasım ayı dosyasında. Ne olacak, biz de bilmiyoruz…

Direnmek, sanat ve edebiyat demiş, içimizden de emek ve vicdanı da mırıldanmışken… Dün edebiyat ve yayın dünyamızın çok ama çok önemli bir ismi, kiminin ablası, kiminin yoldaşı Sennur Sezer aramızdan ayrıldı. Sezer’i, sayfalarımızda onun için özel birinin kaleminden yakında okuyacaksınız. Ama ben de, onu tanımış ve hakikatli duruşuna hep inanmış biri olarak birkaç şey yazmak istiyorum.

Sennur  Hanım’ı ilk kez altı yıl önce Frankfurt Kitap Fuarı’nda görmüştüm. Çok değerli eşi, yazar Adnan Özyalçıner’le. Sanıyorum bir panelde konuşmacıydı da… Sanki yılları biriktirmişçesine doldurduğu bez çantasını anımsıyorum, içi kitap ve kâğıtlarla dolu, sıradan bir bez çanta. Sonraki görüşlerimde de hep o bez çanta vardı yanında… Sanıyorum iki yıl önceydi, çok daha yakından tanıma, birlikte bir etkinlik yapma şansım oldu. Elif Tanrıyar’la yapmış olduğumuz Tezer Özlü programına konuşmacı olarak gelmişti. Biz biraz korkarız büyüklerimizden, çekiniriz… Bu korku tamamen saygıyla alakalı bir durum elbette. Programdan önce onu ağırladığımız yerde bir saate yakın sohbet etmiştik. Adnan Bey de yanında, yanımızdaydı. Hayran kalmıştık birbirleriyle olan iletişimlerine. Dikkatle dinliyordu anlattıklarımızı. Onun saygısı, biz gençlere şefkati, mütevazılığı ve bilgisiyle biz galiba o akşam içten içe, küçüldükçe küçüldük. Benzer işler yapıyorduk ve onun yarı yaşındaydık. Davası, meselesi büyüktü Sennur Hanım’ın. Emeğin, vicdanın ve adaletin yanındaydı hep. Çok güzeldi. Çok çalışkandı. Gerçekti, emekti. O’nu ve o içinde dünyasını taşıdığı bez çantasını hiç unutmayacağız.

 

Kasım ayında daha güzel şeylerden bahsetmek ümidiyle…