Cinsel Şiddeti Anlamak, Amerikan hapishanelerinde yatan 114 tecavüzcü ve 75 kişilik başka suçlardan tutuklu kontrol grubuyla yapılan görüşmeler üzerinden, tecavüzün erkekler için öğrenilmiş ve ödüllendirici bir davranış olduğunu öne süren bir araştırma
11 Şubat 2016 13:05
Lady Gaga’nın “Till Happens to You”[1] şarkısıyla öne çıkan, Amerikan kampüslerindeki tecavüz kültürünü konu edinen The Hunting Ground adlı ödüllü belgesel[2], Amerika’da cinsel şiddet tartışmalarını tekrar gündeme taşıdı[3]. RAINN’in[4] açıkladığı verilere göre Amerika’da her 6 kadından 1’i hayatı boyunca en az bir kez cinsel şiddete maruz kalıyor. Cinsel şiddet vakalarının yetkili kurumlara bildirilme oranı ise yüzde 32. Tecavüz konusunda dosyası oldukça kabarık olan ülkede güçlenen feminist hareketler 80’li yıllarda üniversitelerde kadın araştırmalarının tetikleyicisi oldu. Kadına yönelik cinsel şiddet de hukuki çıkmazlarıyla[5] birlikte tıp alanının hâkimiyetinden çıkarak sosyolojik araştırmaların konusu olmaya başladı. Ele aldığım kitap da bu araştırmalardan biri.
Metis yayınlarının 20 yılın ardından tekrar baskısını yaptığı eser, tecavüzcü erkekler üzerine bir inceleme: Cinsel Şiddeti Anlamak, Amerikan hapishanelerinde yatan 114 tecavüzcü ve 75 kişilik başka suçlardan tutuklu kontrol grubuyla yapılan görüşmeler üzerinden, tecavüzün erkekler için öğrenilmiş ve ödüllendirici bir davranış olduğunu öne süren bir araştırma. Türkiye’de kadına yönelik şiddet araştırmalarının sayısı oldukça azken, cinsel şiddete odaklanan bir alan araştırmasına rastlamak neredeyse imkânsız.[6] Bu açıdan araştırma paha biçilemez.
Bu yazı yazılırken bir tecavüz olayı daha yaşandı.[7] 2014 yılında Hacettepe Üniversitesi tarafından yapılan aile içi kadına yönelik şiddet araştırması, Türkiye’de kadının hedef olduğu şiddetin[8] dozunda artış olduğunu, şiddetin ağırlaştığını ortaya koyuyor.[9] Bu araştırmaya göre Türkiye’de yaşamının herhangi bir döneminde cinsel şiddete maruz kalan kadınların oranı yüzde 12.[10] Yazının son bölümünde Türkiye’de bu konuda yapılan araştırmalara daha detaylı olarak eğileceğim. Konunun önemine istinaden, kitabın yöntem ve teorik tercihlerinin eleştirisini yapacak olmakla birlikte öncelikle vurgulanmasını elzem gördüğüm bazı hususları özetleyeceğim.
Tıbbın bilimsellik konusunda kazanmış olduğu statü, psikiyatrik yaklaşımın 90’lı yıllara kadar tecavüze dair araştırmalarda hâkim paradigma olması sonucunu doğurmuştur. Özellikle adli tıpla birlikte psikiyatri, günümüzde de bu nüfuzunu korumaktadır. Tecavüzün bir akıl hastalığı sonucu olduğunu varsayan psikopatolojik bakış, bu “hasta” bireylerin denetlenemeyen bir cinsel dürtünün tutsağı olduğunu savunur. İtki teorisi olarak adlandırılan bu yaklaşım, failin olaydan sorumlu tutulamayacağı sonucuna varır. Bunun neticesi olarak da cinsel şiddet uygulayan erkekler “istisna” sayılır ve “normal” erkeklerle herhangi bir ortak yanları ya da benzerlikleri olması ihtimali dışarda bırakılır.
Feminist/sosyo-kültürel modele dayanan kitabın teorik tavrı, psikopatolojik modelin tecavüz araştırmalarında yanlı ve başarısız olduğu konusunda oldukça ikna edici. Diana Scully, çeşitli referansları tartışarak psikopatolojik çalışmaların tutarlı bir tecavüzcü profili çıkartamadığını belirtmekle birlikte yaptığı alan araştırmasının sonuçlarıyla bu modelin işlemediğini de gösteriyor: Tecavüz suçu işlemiş olanların profilinin diğer suçlu grubundan farklı olmadığı ve çoğunun psikiyatrik rahatsızlıklarının bulunmadığı ortaya çıkıyor. Bu da tecavüz eden erkeklerin “özel” ya da “farklı” olmayabilecekleri iddiasını güçlendiriyor.
Scully, “hastalık” yaklaşımının erkeğe ait olanın tek ölçüt olduğu ataerkil ideolojiyi sürdürdüğünü vurguluyor: Bu modelle, cinsel şiddetin kültürel etmenlerle arasındaki bağ ve buna bağlı olarak toplumsal cinsiyetler arasındaki güç dengesizliği göz ardı edilmiştir. Kadınların neden sadece erkeklerin yakalandıkları bir “hastalığın” hedefi olduğu sorusunu cevapsız bırakan psikopatolojik model, tecavüzün mücadele edilmesi gereken bir “erkek sorunu” olarak değil, kaçınılması gereken bir “kadın sorunu” olarak görülmesine yol açmıştır.
Kadına yönelik şiddet araştırmalarının büyük çoğunluğundan farklı biçimde hedef kitlesinin erkekler olması, söz konusu araştırmanın öne çıkmasında önemli bir role sahip. Erkeklerin dünyasında feminist araştırmanın gerekliliğini vurgulayan araştırmacı, yalnızca kadınların deneyimlerinden yola çıkılarak ataerkillik gerçeğinin açıklanamayacağını söylüyor: Cinsel şiddet kullanan erkeklerin dürtülerini ve gerekçelerini açıklayabilmenin yolu, onların toplumsal kurgularına müdahale etmekte ve bu kurguyu eleştirel bir incelemeye tabi tutmakta yatmaktadır.
Scully, kitabın amacını cinsel şiddeti tecavüzcünün bakış açısından anlamak olarak koyuyor. Bu hedef, bir tür duygudaşlıktan ziyade erkeklerin düşünme biçimlerinde kültürel tutumların nasıl rol oynadığını açıklamaya ve bu yolla ifşa etmeye yönelik.
Kültürlerin, normallerle birlikte dışarıda kalan davranışların da kurallarını ve sınırlarını belirlediği gözleminden yola çıkan Scully, tecavüzün çoğu zaman diğer davranışlar gibi toplumsal olarak, başkalarıyla kurulan ilişkilerle öğrenildiği varsayımında bulunuyor. Bu varsayımı, uyguladıkları cinsel şiddeti tecavüz olarak görenler ve bunun tecavüz olduğunu inkâr edenlerle yapılan görüşmelerle sınıyor. Tecavüzcü erkeklere kendi suçları ve kurbanları hakkında ne düşündüklerini soruyor.
Cinsel şiddeti toplumsal olarak kabul edilebilir kılmanın yolları, inkârcılar ve kabul edenlerden oluşan iki uç grupla yapılan görüşmelerde ortaya çıkıyor. Tecavüzün doğru olmasa da uygun bir davranış olduğunu söyleyen inkârcıların gerekçeleri arasında “kadınlar hayır derken evet demek isterler,” “kadınlar sonunda gevşer ve bu işten zevk alırlar” ve “iyi kızlara tecavüz edilmez” gibi –ne yazık ki oldukça tanıdık- yargılar bulunuyor. Diğer grup ise davranışlarının tecavüz olduğunu kabul etmekle birlikte kendilerinin tecavüzcü olmadığını açıklayabilmek için “alkol ve uyuşturucu” ile “hastalık” gibi özür mekanizmalarını kullanıyor.
Cinsel şiddete karşı mücadelelerde tecavüze dair yanlış inançlar olarak öne çıkarılan bu mitlerin[11] tutuklu tecavüzcüler tarafından paylaşılıyor oluşu, kültürel tutumlar ile tecavüzcülerinki arasında açık bir ilişki olduğunu gösteriyor. Peki, çoğunluğu tanıdık olmayan kadınları hedef alan cinsel şiddetin failleri tutuklu tecavüzcüler, erkeklerin tecavüz kurgularını açıklamak için doğru hedef mi?
Araştırma, tecavüzcü erkeklerle başka suçlardan tutuklu erkekleri karşılaştırarak psikopatolojik yaklaşımın geçersizliğini gösterebiliyorken, incelemenin “klasik” tecavüzcüleri hedef alıyor oluşu, kurumlara bildirilme oranı oldukça düşük olan aile içi ya da tanıdıklara yönelik cinsel şiddetin faillerini dışarıda bırakmış oluyor. Tecavüze dair efsanelerden birinin de “saldırgan bir yabancıdır” yargısı olduğu göz önüne alındığında bu noktanın önemi büyüse de yakalanmamış suçlularla görüşmenin koşulları oldukça tartışmalı.
Alberto Godenzi, Cinsel Şiddet adlı kitabında suçlularla ilgili yapılan araştırmaların tutuklu erkekler değil, ortalama suç failleri üzerinde yoğunlaşması gerektiğini söylüyor: “Cinsel şiddetin toplumun zaten daha çok suçun işlendiği yoksul tabakaları içinde yaygın olduğu tezi oldukça rağbet görmektedir. Bu kaderci yaklaşımın hâlâ çok yaygın olmasının nedeni, suçlularla ilgili araştırmaların hemen hep cezaevlerinde yapılıyor olmasıdır.” Araştırmasında telefon ile görüşme yöntemiyle[12] ortalama suç faillerine ulaşan Godenzi, özellikle eşlerine yönelik cinsel şiddet uygulayan erkeklerin davranışlarını nasıl gerekçelendirdiğine dair önemli sonuçlar çıkarsa da görüşmelerin sayısı ve süreleri, araştırmanın bu kısmını belli bir seviyede kalmaya zorlamış.
Scully, ideal bir araştırma modelinin hapishane dışındaki yakalanmamış tecavüzcüleri de içermesi gerektiğini belirtmekle birlikte bu kişilerin tutum ve davranışlarının ortaya çıkarılabilmesi için yüz yüze uzun görüşmelerin yapılması gerektiğini belirtiyor. Bu da araştırmacının tecavüzcünün kimliğini koruyarak suç ortağı haline gelebileceği gibi olasılıkları da içeren bir dizi ahlaki çıkmaza sebep olabilmektedir. Özellikle görüşmecinin gelecekle ilgili planlarının bir başkasının yaşamını tehdit etmesi ihtimali, yakalanmamış suçlular üzerine araştırma yapmayı neredeyse imkânsız hale getirmektedir.
Godenzi gibi birçok araştırmacı ve aktivist tecavüzün bir şiddet olduğunu, cinselliğin burada yalnızca araç olduğunu savunurken Scully, araştırmasında tecavüzün bir şiddet eylemi olmasının yanı sıra bir cinsel eylem olduğunu ve bu özelliğinin onu diğer suçlardan ayırdığını önemle vurguluyor.[13] Tecavüzün cinsel yönünü öne çıkaran psikopatolojik yaklaşımın karşısında dururken şiddete odaklanılmasının “normal” erkeklerle cinsel şiddet arasındaki ilişkinin kurulmasını önlemekte stratejik bir rol oynadığı uyarısında bulunuyor. Araştırmada pornografi tartışılırken bu ilişkinin bir örneği de açılmış oluyor.
Yapılan araştırmalarda pornografi ile tecavüz arasında doğrudan bir ilişki kanıtlanmamış olmakla birlikte, kadına yönelik şiddet pornografide artan oranda yer almakta. Scully, bu yayınlarda sıklıkla işlenen kurbanın uyarılma halinin, tecavüz fantezisinin “normal” erkekler arasında oldukça yaygın oluşunda önemli bir rol oynadığını gösteriyor: Erkekler acı ve orgazmın birlikteliğini, yaşattıkları acıya rağmen kadınların bundan zevk alabilmesi için onları zorlamak gerektiği şeklinde yorumluyor.
Araştırmada bilimsellik iddiasına ilişkin erkek egemen görüşe yöneltilen eleştirilerle birlikte herhangi bir araştırmanın referans gösterilmesinde hakikat söyleminde bulunmamak konusunda özen gösterilmiş. Fakat görüşmecilerin sayısı, bir kez açıklandıktan sonra kitabın devamında istatistiki bilgilerin sürekli olarak yüzdelik dilimlerle verilmesi, eleştirilen “bilimselliği” yansıtıyor. Öyle ki bir grubun içerisinde bir alt grubun bir başka alt grupla karşılaştırılmasında verilen yüzdelik dilimlerin birinin diğerinden gerçekten ne kadar fazla kişiyi kapsadığını bilebilmek için okuyucunun bir hesaplama zahmetine girmesi gerekiyor. Toplamın yarısını geçen herhangi bir yüzdenin ne derece çoğunluğu oluşturduğu toplamın gerçek sayısına oldukça bağlı olduğundan, araştırmacının bu yüzdelik dilimlere getirdiği yorumları sorgulamanız oldukça zorlaşıyor. Yanlış teşhis sonucu hapsedildiğini öne süren inkârcı üçüncü grubun tecavüzcü profillerinin açıklandığı bölüme dâhil edilip, sonraki bölümlere dâhil edilmediğini hatırlamanın oldukça zor oluşu, yüzdelik dilimlerin sürekli kullanımının bir diğer sonucu.
Araştırmaya dâhil edilen 114 tutuklu tecavüzcü şu üç gruptan oluşuyor: Tecavüz ettiğini kabul eden 47, tecavüz ettiğini inkâr eden fakat cinsel ilişkiye girdiğini kabul eden 33 ve cinsel ilişkiye girmediğini iddia eden 34 erkek. “Tecavüz hakkında hiçbir bilgilerinin olmadığını iddia ettikleri için” üçüncü grubun özelinde bir alt başlığın açılmaması, her ne kadar araştırmanın amacı “mahkûmiyetleri tersine çevirmek ya da katılımcılardan itiraf almak” olmasa da sorunlu bir durum. Bu erkeklerin, suçsuz olduklarına dair inançlarını neye dayandırdıkları ve kadınlara bakış açılarına dair görüşme notlarının paylaşılması faydalı olabilirdi. Cinsel ilişkiye girmediğini beyan eden tutuklunun, adli kararın doğruluğu esas alınarak –diğer suçlardan tutuklu grupla karşılaştırılmak üzere- tecavüzcü erkeklerin profil bilgilerine dahil edilmesi, araştırmaya gönüllü katılımı göz önüne alındığında tartışmalı bir husus haline geliyor.
Cinsel şiddeti mazur göstermek adına öne sürülen alkol kullanımına dair “sarhoş davranışlarının” kültürel olarak öğrenildiği savı oldukça güçlü referanslarla temellendiriliyor. Fakat tüm referanslar alkol kullanımına dair iken, ilgili bölümün devam eden paragraflarında bu yargıyı uyuşturucular için de genelleyerek araştırma tutarlılığını kaybediyor. Özellikle “8 şişe bira içip dört doz LSD aldığını tahmin eden” bir tecavüzcüden alıntı yapılması, LSD’nin etkileri göz önüne alındığında bir sapma olarak değerlendirilebilir.
Kitabın “İçeriye Bakış” adlı giriş bölümünde hapishanede görüşme yapmanın zorluklarından bahsediliyor. Bu bölüm özellikle araştırmacılar için önemli öneri ve deneyim aktarımlarını içeriyor. Toplamda 700 saate varan 15.000 sayfalık veriye dönüşen görüşmeler bir yılı aşkın sürede tamamlanmış. Scully, mahpusların haklarını korumak konusunda oldukça hassas davranmış: 7 saate varan yüz yüze görüşmelerde, mahpusa karşı delil niteliği taşıma ihtimalini engellemek için ses kaydı almamış; hukuki olarak kulaktan dolma bilgi kategorisinde değerlendirilen not alma yöntemiyle görüşmeleri sürdürmüş.
Türkiye’de kadınlara yönelik şiddet konusunda sivil toplum mücadelesi[14] hatırı sayılır bir güce erişmişken[15] teorik çalışmaların bu gücün oldukça gerisinde kaldığını söylemek mümkün. Akademi ve dışı teorik çalışmalar içinde medya[16] ve kültürel ürünler üzerinde söylem analizleri ve feminist literatüre dayanan tartışmalar yoğunlukta. Alan araştırmaları ise bu çerçevede ağırlığı en az olan çalışmalar. Cinsel şiddet özelinde bu çalışmaların sayısı daha da azalıyor.
Akademik tezler içinde kadına yönelik şiddetin meşrulaştırılması ve tecavüze dair tutumları konu edinen yayınlanmamış “birkaç” araştırma var. Son on yılda –raflarda bulamasanız da- yayınlanmış, hacim ve nitelikleri bakımından öne çıkan araştırmalardan 2007 tarihinde yapılmış “Toplumsal Cinsiyete Dayalı Şiddet: Sorun Tespiti ve Mücadele Yöntemlerinin Analizi”[17] dışında sayabileceğimiz 2008 ve 2014 yıllarında gerçekleştirilen “Türkiye’de Kadına Yönelik Aile İçi Şiddet” araştırması bulunuyor. Bu çalışmanın detaylarına inmeden evvel, Türkiye’de fail erkekleri hedef edinen herhangi bir araştırmanın olmayışı ile ilgili birincil neden olan hapishanelerin araştırmacılara kapalı olması olgusuna değinmek istiyorum.
Sivil toplumun yükselen mücadelesine[18] karşın hapishane araştırmaları yasal sınırlamalarla oldukça kısır bırakılmaktadır. Hapishanelerde var olan mahpuslara dair verilerin paylaşılmaması bir yana araştırmacıların hapishane içinde çalışma yapması neredeyse imkânsız hale getirilmekte. Bakanlık, derinlemesine mülakata izin vermemekle birlikte anket sorularında değişiklik talep ediyor ve araştırmacının yayınlama hakkını izne tabi tutuyor. Bunlar da yetmiyormuş gibi konuyla ilgili basına konuşmasını da onay şartına bağlıyor.[19] Bir şekilde hapishaneye girdiğinizde de görüşme için ses kayıt aracı kullanma hakkınız da yok. Bunun sebebinin mahpusların haklarıyla ilgili olmadığı açık. Yazının ele aldığı kitapta Scully’nin kendi tercihiyle ses kayıt aracı kullanmaması ve aradan geçen yılları bir arada düşündüğümüzde vahametin boyutu artıyor. Belirtelim: Ceza Tevfik Evleri Genel Müdürlüğü[20] verilerine göre 02.12.2015 yılı itibariyle 14.449 adet cinsel suçtan hükümlü ve tutuklu bulunuyor.[21]
Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı desteğiyle Hacettepe Üniversitesi tarafından hazırlanan, 2015 yılında açıklanan[22] Kadına Yönelik Aile İçi Şiddet Araştırması,[23] Türkiye’de kadına yönelik fiziksel ve cinsel şiddete dair en güncel alan araştırması.[24] Mahpus erkeklerle de görüşülmüş olması, şiddetin gerekçelendirilmesiyle ilgili erkeklerin tutumlarını göstermesi, araştırmanın çapı, kurumlarla kurulan ilişkiler açısından oldukça önemli olan çalışmadaki bakanlığın tutumu olarak da okunabilecek birkaç noktadan bahsedeceğim.
Türkiye’de kadınlara dönük şiddetin engellemesine yönelik olarak devlet tarafından yapılan birçok yasal düzenleme ve çalışmaya[25] karşın bu düzenlemelerin toplum tarafında kayda değer bir etki yaratmadığı görülüyor. Hem uygulanan şiddet rakamlarında önemli oranda bir düşüş gözlenmiyor hem de kurumlara güvenle ilgili büyük problemler devam ediyor. Şiddet mağduru kadınların kurumlara başvurma oranı yüzde 11.[26] Proje sorumlusu Doç. Dr. İlknur Yüksel-Kaptanoğlu, verdiği röportajda siyasetçilerin soruna etkisine vurgu yaparak, kadın ve erkek arasında fıtrat farkını öne çıkaran söylemlerin ve zihniyetin, yasal düzenlemelerin etkisiz kalmasında rol oynadığını belirtiyor.
Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanlığı’nın adının Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı olarak değiştirilmesiyle[27] birlikte bakanlığın kadın ve erkek eşitliği politikasının önceliğinin “kadın” değil “aile” içindeki kadına yönelik olduğu daha da belirginleşti.[28] Araştırmanın başlığındaki “Aile içi” vurgusu[29] bu yönüyle okunmaya müsait. Diğer taraftan araştırmada kadına yönelik fiziksel şiddetten ötürü hapsedilmiş 12 erkek mahpus ile yapılan görüşmelerin çektiği dikkati gölgede bırakan bir gerçek var: Erkeklerle yapılan odak grup görüşmelerinde namus ve aldatma gibi konular konuşulmuş, toplumsal cinsiyet rolleri eleştirilmiş olmasına karşın “cinsel şiddet” konuşulmamış. Tüm raporda cinsel şiddet ifadesi neredeyse her sayfa başına geçerken, odak grup görüşmelerinin aktarıldığı ve “Erkeklerin Kadına Yönelik Şiddete Bakışı” başlıklı bölümün de dâhil olduğu sayfalarda (195-270) bir defa dahi geçmemiş.
2014 araştırmasında yaşamının herhangi bir döneminde eşi veya eski eşi tarafından fiziksel şiddete maruz bırakılan kadınların oranı yüzde 36; duygusal şiddet yaşayan kadınların oranı yüzde 44; cinsel şiddete maruz kalan kadınların oranı yüzde 12. Fiziksel veya cinsel şiddetin birlikte yaşanma oranı yüzde 38. Yaşadıkları şiddeti kimseye anlatamayan kadınların oranı yüzde 44.[30]