Denemeciyi, o meçhul insanı, “çağımızın şairi” ilan ediyor ve “şiir kahramanı” ödülünde oyumu ona veriyorum. Veriyorum da, bakalım o kahraman, o yalnız, o ıssız insan bu ödülü kabul edecek mi?
04 Şubat 2016 13:30
Öyleyse bu iş tam şaire göredir! Tuhaf mı, değil. Yazarın, edebiyatçının, romancının, öykücünün “deneme” yazması doğal görünür, görülür, ne de olsa o da bir “yazı”dır, hatta bir “pay” gibi, artan kumaştan dikilen, fazla yazıdan kalan, el değmişken yazılan, göz çıkarmayan... Çoğunlukla da kendi yazısını, yazarlığını, kitaplarını, yazma serüvenini ve sürecini anlatan, kimi zaman da şurda burda, kuruluşların, dergilerin, gazetelerin kimi vesilelerle istemiş olduğu için yazılan yazılardan çatılan kitaplar, bazen de gazetelerde yazılan ve bir köşede kalmasın, unutulmasın diye toplanan kitaplar. Bunlar “deneme” olarak adlandırıldığı gibi, denemeyi bilen, seven, okuyan yazarların gönlü razı gelmediği için de “yazı” olarak tanımlanan kitaplardır, diyelim. Bu bölümü yazıya giriş olarak kaleme aldığımı fark etmişsinizdir, kim bilir belki de “şair ve deneme,” “şiir ile deneme” deyip genişşş bir soluk almak, önümüzde uzuuuuun yıllar varmış gibi yazmak ve bu mutluluk hiç bitmeyecekmiş, hep sürecekmiş gibi, güneşin vurduğu harfleri, “sizi yanıklar,” “sizi çakma sarışınlar” deyip kızar gibi yaparak sevmek, dokunmak... Biraz daha “edebiyat yaparsam” da bunun denemenin değil, yazının hesabına yazılmasını istemek, ummak, beklemek...
Ben şairin deneme yazanını galiba daha çok severim. Nedense benim “saudade”m de “heves”miş gibi gelir bana ve bir şeyi başka bir şeye heves ederek sevmeyi ey diyerek severim ve severim ey diyenleri de! İşte burada Turgut Uyar gelir ve “ey”ini ödünç vererek gider. Yo, o ödünç filan bilmez, verir gider, bırakır geçer, biz ona “ödünç” deriz. O da bir hevestir. Belki de şiirden denemeye, denemeden şiire “ödünç” olarak geçen, giden gelen şeylerdir “heves” de. Şiir mi denemeye heves ettirir yoksa deneme bir şair dokunuşu mu bekler, bilmiyorum. Ama denemede her zaman bir “poetik dokunuş” hissederim. Sanki yolculuğa beraber çıkmışlar da, tekrar ortada bir yerlerde buluşmak üzere ayrılmışlar gibi. Buluşacaklar ve yolculuklarını anlatacaklar, yaşadıklarını paylaşacaklar, sonra da yolun bundan sonrasını birlikte yürüyecekler, bir daha da hiç ayrılmayacaklar gibi.
Hayır, Türk şiirindeki deneme yazan şairlerden söz etmeyeceğim. Daha önce bu hususta birkaç yazı yazdım, “Şiir ile düzyazının arası” bunlardan biri örneğin. 20 yılı geçmiştir, güzel dergilerden Hürriyet Gösteri’nin aylık olarak çıktığı ve hayli heyecanlı tartışmalara, kavgalara yer verdiği yıllar. Orada yazdım, ama ne tuhaf, “deneme” değil, “düzyazı” demişim. Yoo, öyle “herkes şair olamaz,” “her yazı yazan denemeci sayılmaz,” gibisinden heyheylerim olduğu için değil, hem niye olsun, ne kadar çok yazılsa o kadar iyi diye düşünenlerdenim. Fakat sanırım yazı yazanların bazıları kendilerini “denemeci” olarak adlandırmak istemeyebilirler diye!
Cümlenin sonuna ünlemi de koyduğuma göre, bu, yazının burasında şaşırmış olmanızı beklediğim anlamına gelir. En azından ben sizi şaşırtmayı amaçladığımı söyleyebilirim. Evet, tam da yukarda söylediğim gibi, tamam pasaporta “yazar” yazmıyorlar, Sait Faik örneğindeki gibi “muharrir” yazıyorlar ama, bazıları da kendilerine “denemeci” denilmesini katiyen istemiyor. Bana diyen olsa isterdim. Niyesini de hemen mi söylesem acaba? Denemeciler nasıl yapardı, peki hem şiir hem deneme yazanlar?
Sanırım, şiir ile denemeyi buluşturan en önemli şey, sabır. Buna eklenebilecek başka duygular, özellikler de bulunabilir, metanet, diğerkâmlık, karşılık beklememek, yani aşk gibi şeyler. Sitemsiz, şikâyetsiz, serzenişsiz olmak, katlanmak, gülümsemek, karşılık vermemek, yüksünmemek, öfkeye, kızgınlığa, hatta kırgınlığa ve küskünlüğe de pek az yer vermek, düşmek, hüsrana uğramak... Daha ne olsun? Bunların hepsinin bir kişide mevcut olduğunu düşünsenize, ona ne denemeci demek gerekirdi doğrusu ne de şair, “derviş” der, hürmet ederdik.
Öyleyse denemeyi de aşkla yapılan, yazılan bir şey olarak görmekte sakınca yok. Hatta deneme yazanlara çağımızın kahramanları bile diyebiliriz. Eskiden şiire “beyhude” derdim, yoo hayır “ömre zarar” anlamında değil, öyle “şiir yazıyorum, ziyan oluyorum” türünden yazıklanmaları sevmem, pek de “şairane” bulurum. Tam tersine “şiirden bir şey beklemiyorum, beklenmemeli” anlamında söylerdim bunu. Yine söylüyorum. Söylüyorum da, şiirin yanına yazıyı ve denemeyi de kattığım uzun yıllardan bu yana, galiba “deneme” için daha çok söylüyorum bunu. Neden mi?
Şiirden şairin ne beklediğini bilmem. Her şairin beklentisi, ümidi birbirinden farklıdır hiç kuşkusuz. Para, lafı bile olmaz. Mutluluk, kim kaybetmiş? Aşk, belki. Şöhret, çoğunlukla öldükten sonra, şimdilerde yaşarken de biraz olabilir. Ölümsüzlük, kim bilir? Aslında şiir için hiç de fena bir sonuç değil. Cumhuriyet dönemi şairlerinden hayli ünlenmiş, tanınan, okunan şair var, hatta yaşayanlar arasında bile. Öyleyse o kadar da “beyhude” değilmiş şiir, hele denemenin yanında. Denemeciyi kim tanır? Ancak edebiyat çevreleri, bir de ödül kazandığında biraz daha tanınır ama... O kadar!
En azından bu nedenlerle bile denemeciyi, o meçhul insanı, “çağımızın şairi” ilan ediyor ve “şiir kahramanı” ödülünde oyumu ona veriyorum. Veriyorum da, bakalım o kahraman, o yalnız, o ıssız insan bu ödülü kabul edecek mi? Öyle ya, “insan kısım kısım yer damar damar,” ödülü kabul eden de reddeden de var, “benim denemeciliğim bana yeter kardeşim, şiir ödülü almak isteseydim şiir yazardım!” diyebilir.
Bilemiyorum ama şiir yazmasa da, denemeci dediğimiz insanın şiirle bir bağı, bağlantısı, gönül yakınlığı, ilişkisi vardır, olmuştur, olacaktır diye düşünürüm. En azından kendisinin olmasa bile, uğraşının bir akrabalığı vardır şiirle. O da yoksa “kader ortaklığı” diyelim, kim bilir belki de en yakışanı da budur ikisi arasındaki duruma. Durum dediğime bakmayın, bir muammadan söz etmiyorum burada, ikisi arasındaki arkadaşlığı tam olarak adlandıramadığım için böyle dedim. Denemeyi şiir okur gibi okuduğumdan belki de bunca ince eleyip sık dokumam, yazının da kırılıp dökülmesi. Yalnızca kibarlığından değil yani. Hani “iki beyhude bir tekkeye yakışır!” diyesim bile var. Şiir ile deneme. Al birini, sev ötekini! Ama ben ikisini de seviyorum ve beni anlasınlar istiyorum.
Yoksa denemenin piri Salâh Bey’i örnek alırdık ve onun yaptığı gibi kimi yılları denemeye, kimi yılları da şiire ayırırdık. Salâh Birsel de bunu son yıllarında yapabildi, denemeciliği artık yeni kuşaklara şairliğini unutturma derecesine gelince, denemeden vazife çıkardı ve şiirini ilan etti. Sanıyorum şiir ve denemenin arkadaşlığı, hayatta da istenilen türden bir ilişki biçimi, kışkırtıcı, özendirici, uyarıcı, heveslendirici, rahatsız edici, dürtükleyici, “yaz beni yaz beni” diyen, üretici, yaratıcı, geliştirici, zenginleştirici ve iyileştirici, iyi gelici bir ilişki.
Cumhuriyet dönemi şairlerine bir de bu gözle bakın. Denemeci olarak. Onların yazı, düzyazı, gazete yazısı, köşeyazısı dediği yazılarda bile denemeciliklerinin izini görürsünüz. Zira pek azı hariç, hemen tüm şairler yazıya gönül indirdiklerinde en yakın mahalleye, denemeye gitmişler ve şiirleri denemeyle kolkola girmiş, bazen de sarmaşdolaş olmuştur. Bu yakınlaşmanın şaire olduğu kadar deneme yazarına da faydası tartışılmaz. Cemal Süreya’nın aşki imgelerinden biriyle söylersek, “yerine getirici, onarıcı, düzeltici” bir şeydir bu. Bu ilişki yalnızca şairin denemeyle gönül eğlendirmesi değil, denemecinin de kendini şiirle ödüllendirilmesi olarak sürmektedir.